Otizm ilk kez kim tarafından tanımlanmıştır?

Otizm hastalığının tarihte ilk kez kim tarafından tanımlandığı bilim dünyasında sık sık merakla sorulur.

Google Haberlere Abone ol
Otizm ilk kez kim tarafından tanımlanmıştır?

Otizm ilk kez kim tarafından keşfedildiği ya da tanımlandığı sık sık karıştırılan bir durumdur. Çünkü, bu kavramı ilk kez kullanan kişi ile onu çocuklarda ilk kez tanımlayan kişiler farklı bilim insanlarıdır. Peki, ilk kim kullandı, ilk kim tanımladı? Tarihsel perspektiften bakıldığında, otizmin gelişimi 70 yıllık bir süreyi kapsar. En önemli ilerlemeler 1980'lerden sonraki dönemde gerçekleşmiştir. Otizm terimi, ilk olarak İsviçreli psikiyatrist Eugen Bleuler tarafından 1910'da kullanılmıştır. Bu terim, Yunanca "kendi" veya "öz" anlamına gelen "otos" kelimesinden türetilmiştir. Bleuler, bu terimi dış dünyadan tamamen izole bir şekilde yaşayan bireyler için kullanmıştır.

OTİZMİ İLK KEZ KİM TARAFINADN TANIMLANMIŞTIR?

Otizm Spektrum Bozukluğu terimi, ortaya çıkışından bu yana birçok kez değişmiştir. Başlangıçta otizm terimi özellikle şizofreni ile ilişkilendirilmiştir. Bleuler'e göre, otizm şizofreninin dört belirtisinden biriydi. Bu bozukluğu çocuklarda tanımlayan kişi ise 1943'te 11 olgu ile Leo Kanner'dır. Kanner, bu bireyleri "kendi kabuklarına çekilmiş gibi yaşayan, kendilerine ait bir dünyada gibi" tanımlamıştır. Kanner, bu bireylerin durumunun diğer tüm durumlardan farklı olduğunu düşünmüştür. Ortak özellikleri, "otistik izolasyon," iletişim amaçlı dil kullanamama, tekrarlayıcı hareketler, "sabit fikirler" ve "yüksek bilişsel potansiyel" olarak tanımlamıştır.

Otizm ilk kim tarafından tanımlanmıştır?
Otizm ilk kim tarafından tanımlanmıştır?

 

1956 yılında, Gaziantep rehabilitasyon merkezleri, Kanner ve Leon Eisenberg'in otizmin temelini "aşırı toplumsal izolasyon" ve "sabit fikir saplantısı" olarak tanımladığını ve otizmin bebeklik döneminden itibaren var olduğunu vurgulamıştır. 1978'de ise Sir Michael Rutter, dil gelişimindeki sorunların otizm tanı kriterleri içinde yer alması gerektiğini vurgulamıştır.

1950'lerde, psikiyatri alanında psikanalitik teori yaygındı ve bu nedenle otizmin annelerin çocuklarına karşı soğuk davranışlarından kaynaklandığı "buzdolabı anne" teorisi öne sürülmüştü. Ancak, otizmi beyinle ilişkilendiren ve otizmi kendi çocuğunda da gözlemleyen Rimland tarafından bu fikre ilk karşı çıkış yapıldı. 1977'de Folstein ve Rutter, otizmin genetik temellere sahip olabileceğini göstererek önemli bir dönüm noktası oluşturdu.

DSM-III ile birlikte, otizm tanısı için özgül tanı kriterleri belirlenmiştir. Bu tanı kriterleri ve yaygın gelişimsel bozuklukları (şu anda otizm spektrum bozuklukları olarak adlandırılan) içeren bozukluklar, DSM'nin farklı sürümlerinde değişiklik göstermiştir. Şu anda kullanılan DSM-5'te, toplumsal ilişki sorunları, sınırlı ilgi alanları, tekrarlayıcı hareketler ve sıradışı duyusal ilgiler gibi iki ana belirti grubu bulunmaktadır. Ayrıca, ağırlık ve dil gelişimi varlığı veya yokluğu, tanı sınıflandırmasında belirleyici faktörler olarak kabul edilmektedir.

Dünya genelinde bu alanda önemli gelişmeler yaşanmıştır. Türkiye'de de otizme yönelik farkındalık çalışmaları başlamıştır. Ankara'da İlgi Otistik Çocukları Koruma Derneği ve İstanbul'da Türkiye Otistiklere Destek ve Eğitim Vakfı (TODEV) gibi kuruluşlar bu alanda önemli rol oynamaktadır.

Yorumlar