Abdülhamit Düyun-u Umumiye ile Osmanlı borçlarını kapatmıştı, peki Düyun-u Umumiye nedir?

TRT 1 kanalında her Cuma akşamı yayınlanan Payitaht Abdülhamit dizisinin son bölümlerinde sık sık gündeme gelen Duyun-u Umumiye'nin ne olduğu merak ediliyor. Peki Duyun-u Umumiye nedir? Osmanlı'nın Avrupalı devletlere olan borçlarını ödeyememesi üzerine, toplanacak vergilerden borçların tahsilini sağlayacak Duyun-u Umumiye yani Genel Borçlar İdaresi kurulmuştu. Bu kuruluş, Osmanlı Maliyesi'nin bir kısmının yetkilerini eline almış, vergileri topluyor içinden dış borçlara denk gelen miktarını alıyordu; geri kalanını ise devlete geri veriyordu.

Google Haberlere Abone ol
Abdülhamit Düyun-u Umumiye ile Osmanlı borçlarını kapatmıştı, peki Düyun-u Umumiye nedir?

Sonhaberler | Haber Merkezi

TRT1 kanalında her Cuma akşamı yayınlanan Payitaht Abdülhamit dizisinin bu akşamki bölümünde gündeme gelen Duyun-u Umumiye'nin ne olduğu bir kez daha merak konusu oldu. Peki Duyun-u Umumiye Nedir?

Duyunu-u Umumiye yani diğer adıyla Genel Borçlar İdaresi, 1800'lü yıllarda batılı devletlerden alınan borçların ödenememesi üzerine alacaklı devletler ile Osmanlı Devleti arasında yapılan anlaşma ile, borçların toplanacak vergilerden tahsil edilmesini sağlamak için kurulan kuruluşa denir. Osmanlı devleti dış borçlarını ödeyemez hale gelince alacaklı devletler ile bir antlaşma yaptı. Bu antlaşma doğrultusunda 20 Aralık 1881’de ilan edilen Muharrem kararnamesi ile Duyun-u Umumiye (Genel Borçlar İdaresi) kuruldu. Böylece Osmanlı maliyesinin bir bölümü uluslararası bir kuruluş tarafından kontrol edilir hale geldi.

Osmanlı Devleti”nin bir gayr-i Müslim ülkeden borç alma yönündeki süregelen menfi tavrı artan mali bunalım ve savaş harcamalarının getirdiği baskı ile kırılınca Avrupa ülkelerinden dış borç alımına başlandı. 1854 yılında aralanan kapı ancak 100 yıl sonra kapanacak, Osmanlı mali tarihinde acı bir tecrübesi olarak kalacaktır. İlk borcun alınmasında Kırım Savaşı”nın büyük etkisi vardı. Dolayısıyla alınan ilk borç savaş harcamalarının finansmanında kullanıldı. Daha sonra yapılan borçlanmaların da önemli bir kısmı cari masraflara, saray yapımına, maaş ödemelerine ve donanma teşkiline ayılıyordu. Dolayısıyla yatırımlara kanalize edilmeyen kaynaklar ülke maliyesini düzlüğe çıkarma gibi bir fonksiyonu ifa edemeyecekti. Öyle ki devlet dış borçların anapara ve faizlerini ödemek için bile tekrar dış kaynaklara müracaat edecekti.

Fakat hızlı borçlanma süreci kısa sürecek, devlet 20 yılı geçmeden tıkanma noktasına gelecektir. Zira 1873 yılında patlak veren borsa krizi Avrupa ülkelerinden sermaye ihracını durduracak, yeni kaynakların bulunması güçleşecektir. 1875 yılına geldiğinde devlet borçların ancak yarısını ödeyeceğini ilan etmesine rağmen bir yıl sonra dış borç ödemelerini tamamen durdurduğunu ilan etme zorunda kalacaktır. Devletin bu hızlı borçlanma serüveninde 1875 yılına dek dışarıya olan borcu 200 milyon sterline yaklaşıyordu. Anapara ve faiz ödemeleri ise yılda 11 milyon sterlini buluyordu. Devletin tüm gelirleri ise 18 milyon sterlin dolayında idi ki dış borç ödemelerini sürdürebilmek için devlet gelirlerinin % 60”ını dış borç ödemelerine ayırması gerekiyordu.

Borç ödemelerinin tıkanması Osmanlıya borç veren batı ülkelerini ödemeleri güvence altına almak için yeni bir yöntem geliştirmelerinin önünü açmıştır. Bu yöntem ile Osmanlı maliyesinin vergi kaynaklarının bir bölümü üzerinde doğrudan yönetim kurularak bu kaynaklardan sağlanan gelirlerin borç veren ülkelere aktarılması mümkün hale geliyordu. Aslında batılı ülkelerin mali kontrolü, 1858 ve 1862 yıllarında yapılan istikrazlara karşılık gösterilen gelirin her altı ayda bir borç sahiplerine ödenmesi için kaynakların denetimi, azası Osmanlı ve borç veren ülkelerden oluşan bir komisyona bırakılması ile başlar. Bu komisyon Düyun-ı Umumiye”nin temeli sayılır.

1886 yılında Berlin Konferansında Osmanlı hükümetinin verdiği söz üzerine batılı sermaye çevrelerinin temsilcileri İstanbul ”a gelerek beş ay süren müzakereler sonunda bir Kararnâme imzalanır. Batılı sermaye çevreleriyle Osmanlı yöneticileri arasında 1881 yılının Aralık, Hicri takvime göre Muharrem ayında imzalanan ve tarihe “Muharrem Kararnâmesi” olarak geçecek olan bu anlaşma ile borçların tediyesini amaçlayan Düyûn-ı Umumiye kuruldu. Bu anlaşma ile Osmanlı borçlarında indirime gidildi ve ödeme şartları yeniden düzenlendi. Ancak Osmanlı borçlarının yönetim, ödeme ve vergilerin toplanması Düyun-ı Umumiye müessesine bırakıldı. Bu idare İngiliz, Fransız, Alman, İtalyan, Avusturyalı ve Osmanlı alacaklıları ile kendilerine öncelik tanınan Galata bankerlerini temsilen 7 üyeden oluşmuştur.

Kurumun denetlediği vergiler Osmanlı maliyesinin önemli gelir kaynakları idi. Galata bankerlerine bırakılan rüsum-ı sitteden oluşan tuz ve tütün tekelleri, damga resmi, ipek öşrü, müskirat resmi ve İstanbul bölgesinde balıkçılıktan alınan vergilerden başka gümrük muahedelerinin tadili halinde gümrük gelirinde meydana gelecek hasılat farkı, patent nizâmnamesinin tatbik mevkiine konulmasından ve temettü vergisinde hasıl olacak fazlalıklar, Bulgaristan vergisi, Kıbrıs varidat fazlası, Şarki Rumeli vergisi ile mezkur eyalet gümrükleri safi hasılatı karşılığı olan 5000 lira, tönbeki resmi hasılatından 50 bin lira, Berlin muahedesine göre Düyun-ı Umumiye”den Sırbistan , Karadağ, Bulgaristan ve Yunanistan”a isabet eden meblağlar da Düyun-ı Umumiye müessesinin tasarrufuna bırakıldı.

Ayrıca 1883 yılında yabancı sermaye ile kurulacak olan Tütün Rejisi Şirketi”ne ülke içindeki tütün üretiminin denetlenmesinde, tütün alım ve satımında ve sigara üretiminde ayrıcalıklar tanıyordu.

Düyun-ı Umumiye İdaresi ”nin Osmanlı mali teşkilâtı içindeki yeri zamanla genişlemiş ve I. Dünya Savaşı arefesinde bir maliye nezareti halini alacak kadar kuvvetlenmiştir. Kağıt üzerinde bir Osmanlı devlet idaresi gözükmekle beraber Maliye Nezareti”nden büyük ölçüde bağımsız olarak çalışıyordu. Kurulduğu tarihte geliri 2.54 milyon liradan 1911/2 yılında 8.16 milyonu bularak devlet gelirleri içindeki hissesi % 17”den % 27”ye yükselmiştir.

Düyun-ı Umumiye İdaresi kendi denetimine bırakılan vergi kaynaklarını geliştirmek ve vergileri daha etkin bir şekilde tahsil etmek amacıyla beş binden fazla çalışanıyla yirmiden fazla şehirde geniş bir organizasyon kurmuş idi. Bu idarenin üst düzey çalışanı Avrupalı diğer çalışanlar ise Osmanlı vatandaşlarıydı. İdarede görevli yabancıların oranı toplam memurların % yedi veya sekizini geçmiyordu. İdare kendisine bırakılan alanlarda mesela tütün ve ipek gibi zirai malların üretimine ve ihracatına yöneldi.

Düyun-ı Umumiye İdaresi ”nin kurulmasından sonra Osmanlı Devleti borç alımını sürdürdü. Osmanlı maliyesi üzerindeki batı ülkelerinin denetimi Osmanlı Devleti”nin batı ülkelerinden daha uygun şartlarda, daha düşük faizler ile borç alımına imkan sağlıyordu. Diğer taraftan bu idare sayesinde batılı ülkeler alacaklarını eksiksiz ve zamanında tahsil ediyorlardı. İdarenin yabancı demiryolu şirketleriyle işbirliğinden Türk köylüsü de yararlanmıştır. Demiryolları mahalli üretim fazlasını başka bölgelere aktarılmasını sağlıyor, dolayısıyla geçtiği bölgelerde verimlilik artışına sebep oluyordu. Yine demiryollarına ve hükümet borçlarına teminat olarak ayrılan a’şârın ihalesinde ihmalkarlığın önlenmesi a’şâr ihalelerinin elverişli zamanlarda yapılmasına ve köylülerin mahsulu iyi fiyatla satmasına sebep oluyordu.

1881 anlaşmasından sonra Osmanlı Devleti”nin borç ödemeleri alınan yeni borçların üzerinde gerçekleşti. I. Dünya Savaşı”na kadar batılı ülkelerden alınan yeni borçların yaklaşık iki katı anapara ve faiz ödemeleri olarak batı ülkelerine aktarılmıştır. Osmanlı Devleti”nin tarih sahnesinden çekilişine kadar yürürlükte kalacak olan Düyun-ı Umumiye İdaresi Osmanlı mali kaynaklarının önemli bir bölümünü doğrudan denetleyecek ve sağladığı gelirleri Avrupa ülkelerine aktaracak ve merkezi hükümetin bağımsız kararlar almasının da önünü tıkayacaktır.

TARİHÇİLER BU KONUDA NE DİYOR?

Araştırmacı Tarihçi Mustafa Armağan, 12 Temmuz 2009 yılında kaleme aldığı yazıda Sultan İkinci Abdülhamit'in Duyun-u Umumiye ile Osmanlı borçlarını aslında kapattığını yazmıştı. İşte o yazı: Siz değerli okurlarımdan ilginç sorular geliyor. Mesela Haluk Durdak şunu merak etmiş: "Osmanlı'da dış borçların ödenmesi için kurulan Düyun-u Umumiye var. Acaba Topkapı Sarayı Hazine Dairesi'ndeki değerli mücevheratla o borçlar bitirilemez veya büyük bir kısmı kapatılamaz mıydı?" Bu soru, çoktandır ertelediğim Düyun-u Umumiye gevezeliklerine cevap verme niyetimi dalmış olduğu uykudan uyandırmış oldu.

Bir kere şunu belirteyim: Saray, hanedanın tapulu malı olmayıp bir tür lojmandır. İçlerindeki değerli veya değersiz eşya da hanedanın kullanımına tahsis edilmiş makam eşyalarıdır. Padişahların hazineye el sürmeye, almaya, satmaya, ticaretini yapmaya, rehin göstermeye vs. hakkı ve yetkisi yoktur. Sadece sıkışık olduğu zamanlarda altın kap kacak, seferleri finanse etmek üzere hazineye borç veriliyordu, o kadar.

Bugün saray veya müze depolarında bekleyip duran bu paha biçilmez hazineleri satıp da borçlarımızı bir an önce tasfiye edelim diyen var mıdır? Peki bizim söyleyemediğimizi, sorumluluk sahibi bir Osmanlı hükümdarı söyleyebilir miydi?

Şimdi gelelim Düyun-u Umumiye'nin iyi taraflarına.

İnsanlar genellikle kendi çağlarının kör noktalarının farkına varmaz. Tarihte hep kendimizi akıllı, atalarımızı ilkel aktörler gibi görüyoruz. Onların bizim kadar aklı yok zannedenlerimiz çoğunlukta. Bu yüzden geçmiş hakkında bol keseden hükümler verenler, sürüyle. Oysa onlar da en az bizim kadar, hatta bizden de daha akıllıydı.

1881 Aralık'ında Muharrem Kararnamesi ile kurulan ve ertesi yıl çalışmalarına başlayan Düyun-u Umumiye İdaresi, muhakkak ki, bazı egemenlik haklarımızı sınırlandırıyordu ve evet, bir tür 'devlet içinde devlet' idi. Burası doğru.

Ancak bilinmelidir ki, kimse Düyun-u Umumiye'yi iş olsun diye kurmuş değildir. Eğer Düyun-u Umumiye kurulmamış olsaydı, Fransız ve İngiliz savaş gemileri, paralarını zorla almak üzere topraklarımızı işgal edeceklerdi. Nitekim Midilli adasını Fransızlar iki bankere borcumuzu ödemediğimiz için işgal etmediler mi?

Sultan II. Abdülhamid bu işgal tehdidi yüzünden, içerisinde Osmanlı Devleti'nin temsilcilerinin de yer alacağı, ödenmesinde güçlük çekilen borçların tasfiyesini yine kendi kanunlarımız dairesinde çözmek üzere Düyun-u Umumiye'nin kurulmasına razı olmuştu. O günkü şartlar çerçevesinde bakarsak, bu formülün son derece akılcı bir çözüm olduğunu söylememiz gerekir.

Bir başka deyişle, Düyun-u Umumiye İdaresi'nin her türlü icraatı, mutlak olarak aleyhimize işlemiştir diye bir şey yok. Mesela bütçemizin tanzimini ve disipline edilmesini sağladığı, maliyemizin akılcılaşmasına olumlu katkıda bulunduğu nedense gözlerden kaçırılır. Hatta resmi kayıtlara bakıldığında modern bağcılığın, ipekçiliğin ve balıkçılığın gelişmesini de Düyun-u Umumiye İdaresi'ne borçlu olduğumuz anlaşılmaktadır. (Mesela Bursa'daki İpekçilik Enstitüsü bir Düyun-u Umumiye eseridir.) Ayrıca Osmanlı maliye bürokratları modern malî disiplini, Düyun-u Umumiye idaresi sayesinde öğrenmişlerdir. (Bir tür maliye stajı.)

Aşağıdaki satırları Türkiye Diyanet Vakfı'nın "Düyun-u Umumiye" maddesinden aktarıyorum (madde, Prof. Cevdet Küçük ve Tevfik Ertüzün imzasıyla çıkmıştır):

"Alacaklılar bu kararnâme ile alacaklarının ödenmesini garanti altına almış oluyorlardı. Osmanlı hükümeti de borçlardan % 54'e varan bir indirim elde etmişti. Ayrıca faiz hadleri % 9'lardan % 1'e kadar düşürülmüştü. En önemlisi, Bâbıâli bu kararnâme ile Avrupa devletlerinin muhtemel müdahalesini önleyebilmişti." Yani alacaklılara ödeme garantisi karşılığında borcumuzu yarıya indiriyorduk, bir; dahası, faizleri 9'dan 1'e düşürüyorduk iki. Böylece borç yükümüzün hafiflemesi yanında bundan sonraki ödeyeceğimiz miktarı da daha düşük faizle ödeyebilecektik. Anlayacağınız, 1881 şartlarında Düyun-u Umumiye tam bir cankurtaran simidi olmuştur.

Düyun-u Umumiye İdaresi'nin başka faydaları da vardı kuşkusuz. İktisat tarihçisi Şevket Pamuk'un dikkatimizi çektiği husus gerçekten şaşırtıcıdır. Prof. Pamuk'a göre, Düyun-u Umumiye İdaresi, kurulduktan sonra Osmanlıların dışarıdan aldıkları borç miktarı artmamış, tersine azalmıştır. Bu idare sayesinde birikmiş olan dış borçlar büyük ölçüde kapatılmış, buna rağmen yeni borç alma oranı, ödenen miktarın daima altında kalmıştır. Yani bir yandan borç ödemişiz ama bu para elimizden çıktığı halde ödediğimiz miktarın çok altında borçlanmayı başarmışız. Bu da Abdülhamid'in dış borçları sıfırlayıp üzerimizdeki baskıyı hafifletme stratejisinin önemli ölçüde amacına ulaştığını göstermektedir. Hatta birileri ısrarla saklasa da, dış ticaretimiz, Abdülhamid'in iktidarı jöntürklere teslim ettiği 1908 yılında % 4,3 oranında fazla bile vermiştir. (Dış borcun bizi emperyalizme bağımlı hale getirdiğini savunanlar onu sıfırlamak için gece gündüz çalışmış olan Abdülhamid'e neden düşmandırlar, anlamıyorum.)

Son olarak iktisat tarihçisi Çağlar Keyder, önemli bir noktaya parmak basarak, Osmanlı'nın son 50 yılıyla ilgili birçok kafa karışıklığının, 'ekonomi' ile maliye'yi ayırt edememekten kaynaklandığını tespit eder. Dolayısıyla Cumhuriyet döneminde 'Osmanlı iktisat tarihi', halkı dışlayan yaklaşımın sonucu olarak 'Osmanlı devlet maliyesinin tarihi' olarak algılanmıştır. Halbuki ekonomi, maliyeden ibaret değildir, halkın hikayesi de onun içinde yer almalıdır. Bazen devlet maliyesi iflas ederken, ekonomi pekala iyiye gidebilir ki, Düyun-u Umumiye'den sonraki Osmanlı ekonomisi bunun bir ispatıdır. II. Abdülhamid döneminde hiç de ekonomi iflas etmiş değildi, hatta onun döneminde milli gelir artışı ortalama % 1,5'larda seyretmiştir ki, bu, o devir için çok yüksek bir rakamdır.

Abdülhamid döneminin tozu yeni silkeleniyor, benden söylemesi.

Kaynak: Maliye Nezareti İhsaiyat-ı Maliye 1325, İstanbul 1327, sh. 312-318; Eldem, Vedat, Osmanlı İmparatorluğu”nun İktisadi Şartları Hakkında Bir Tetkik, sh. 182-199; Pamuk, Osmanlı-Türkiye İktisadî Tarihi, sh. 208-210; Tabakoğlu, Ahmed, Türk İktisat Tarihi, sh. 185-186; Karamürsel, Ziya, Osmanlı Malî Tarihi Hakkında Tetkikler, sh. 87-88, 102 vd.; Blaisdell, Donald C., Osmanlı İmparatorluğunda Avrupa Malî Denetimi (Düyunuumumiye), Çev. Ali İhsan Dalgıç, İstanbul 1979. ‘

Yorumlar