150 akademisyen: Paralel devlet icadıyla hukuk askıya alınıyor
Prof. Dr. Gençay Gürsoy'un organize ettiği ve emekli Hakim Ümit Kardaş ile Prof. Yücel Sayman'ın da aralarında bulunduğu 150 akademisyen, 'Hukukun üstünlüğü askıda' başlıklı bir açıklama yayınladı.
Prof. Dr. Gençay Gürsoy'un organize ettiği ve emekli Hakim Ümit
Kardaş ile Prof. Yücel Sayman'ın da aralarında bulunduğu 150
akademisyen, 'Hukukun üstünlüğü askıda' başlıklı bir açıklama
yayınladı. Açıklamada, İktidar, paralel devlet kavramı icat ederek
ve tüm hukuk dışı uygulamaları kendi iktidarına ortak ettiği Gülen
Cemaati'ne yıkarak sorumluluktan kurtulamaz." denildi.
Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu, emekli Hakim Ümit Kardaş ve Prof. Dr.
Yücel Sayman gibi isimlerin yer aldığı 150 hukukçu ve akademisyen,
'hukukun üstünlüğü ilkesi askıda' başlıklı 150 imzalı yazılı bir
açıklama yaptı. Açıklamada, iktidarın, siyaset bilimi ve hukukta
hiçbir karşılığı olmayan bir ‘paralel devlet’ kavramı icat ederek
tüm hukuk dışı uygulamaları Gülen Cemaati’ne yıkarak sorumluluktan
kurtulamayacağı vurgulandı. Türkiye’de hukuka bağlılık ilkesinin
askıya alındığı bir ‘olağanüstülük hali’nin yaşandığı ifade
edilerek, yasama ve yargının yürütme tarafından yutulduğu bir
‘kuvvetler birliğine’ hızla gidiş tehlikesinin de ortaya çıktığı
aktarıldı. Açıklamada, kamusal menfaatlerin korunması bakımından
hayati bir tehdit varsa, bunun kamuyla paylaşılması gerektiğinin
altı çizildi. Kanaat ve iddialara dayalı idari işlemlerin, hukuk ve
demokrasi kurallarıyla bağdaşmayacağı kaydedildi.
Prof. Dr. Gencay Gürsoy tarafından basın duyurusu yapılan açıklama
özetle şöyle: “17 Aralık yolsuzluk soruşturması sonrasında, hükümet
tarafından, adalet ve emniyet teşkilatları bünyesinde
soruşturmaları yürüten ve sayısı binleri bulan görevlinin görev
yerleri ‘görülen lüzum üzerine’ değiştirilmeye başlandı. Bu gibi
soruşturmaları sürdüren bazı savcıların talimatlarını, mahkeme
kararlarını, ilgili kolluk görevlileri yerine getirmediler;
soruşturmaya bir şekilde başlayan adli yetkililer de idari
talimatla bundan alıkondular. Bu tablo, Başbakan tarafından,
“Türkiye bir istiklal mücadelesi içindedir” şeklinde açıklandı ve
meşru gösterilmeye çalışıldı. Aynı tarihlerde, TBMM Başkanı Cemil
Çiçek ise Anayasa’nın “Mahkemelerin bağımsızlığı” başlıklı 138.
maddesinin “öldüğünü” ilan etti. Bu politikanın, “üstün bir kamu
menfaati”nin korunması amacıyla uygulandığı belirtiliyor. Hatta
bunun bir “darbe girişimi” karşısında ortaya konulan politika
olduğu söyleniyor. Ancak, bir darbe girişimi karşısında, bu
tehdidin aktörleri olduğu söylenen kamu görevlilerinin sadece görev
yerlerinin değiştirilmesiyle yetinmek mümkün müdür? Eğer öyleyse,
neden bu girişimin sorumlularının hukuk önünde hesap vermesi için
bir girişimde bulunulmamıştır? Bundan kaçınılması, bu tehdide dair
tanım ve iddiaların gerçekliğinin şeffaf bir biçimde takdiri
konusunda da şüphe uyandırır.
Bu durumu “İstiklal mücadelesi” olarak betimlemek, zorunluluk
karşısında hukukun işletilmesi gerekmez mesajı vermektedir. Bu
zorunluluk halinin geçici olduğu ileri sürülebilir. Oysa tarih,
zorunluluk diye adlandırılan “olağanüstülük hali”nin kendi kalıcı
hukukunu, yani sürekli hukuksuzluk halini, yarattığına dair sayısız
örnekle doludur. Türkiye’deki örneklerden de biliyoruz ki, bu
olağanüstülük hukuku “zaruret hali” gibi geçici zamanlarla sınırlı
değil, tüm hayatımızı kalıcı olarak kuşatan bir yapıya
dönüşebilmektedir. Bir ay zarfında binlerce kamu görevlisiyle
ilgili olarak yapılan işlemler ile yargıya ilişkin planlanan kaygı
verici girişimler, hukuk güvenliği ilkesine gösterilecek saygıyı
tahrip eden ve hukuk ile meşruiyet arasındaki bağları koparan bir
sonuca yol açabilecek niteliktedir. İktidar, siyaset bilimi ve
hukukta hiçbir karşılığı olmayan bir ‘paralel devlet’ kavramı icat
ederek ve tüm hukuk dışı uygulamaları kendi iktidarına ortak ettiği
Gülen Cemaati’ne yıkarak sorumluluktan kurtulamaz. Ergenekon,
Balyoz ve KCK gibi davalarda özel mahkemeler eliyle sistematik
şekilde kanıtların çarpıtıldığı ya da üretildiği defalarca dile
getirilmiştir. Gazetecilerin, akademisyenlerin, avukatların, Kürt
belediye başkanlarının, öğrencilerin, bu yöntemlerle suçlandıkları
ve uzun tutukluluklarla fiilen cezalandırıldıkları ortadadır.
Delillerden bazıları incelenmiş ve sonradan üretildiklerine dair
bilimsel veriler ortaya çıkmıştır. O dönemde bunu meşru bulan
hükümet, yolsuzluk soruşturmalarına kendisinin konu olacağını
kavradığı noktada bu davaları gayrimeşru ilan etmiştir.
Bir ülkede sistematik şekilde adil yargılanma hakkını ihlal edenler
ve iktidarın da iddia ettiği gibi devlet içinde dini hiyerarşiye
bağlı gizli bir örgütlenme varsa, bu o ülke için çok ciddi bir
sorundur. Bu iddialar derhal aydınlatılmalı, görev ve yetkilerini
kötüye kullanan kolluk gücü ve yargı mensupları varsa, hukuk
devleti gerekleri içinde hesap vermelidirler. Bunun yerine bir cadı
avı gibi toptan şekilde, sebep ve gerekçe gösterilmeksizin binlerce
kişinin görev yerlerinin değiştirilmesi, duruma atfedilen
suçlamayla uyuşmayan bir çözümdür ve yeni mağdurlar yaratmaya
mahkûm bir hukuksuzluk örneğidir.”
CİHAN
Yorumlar