Engin K. Demir

Engin K. Demir

Yeni Dinimiz

Eskinin işçileri günümüzün modern köleleri oldular. Az bir değer karşılığında korkunç sondan (işsizlik) korkar oldular. Ben de korkmaya başladım, "işsiz kalır mıyım" diye... Bunu bilenler bize daha fazla yükleniyorlar, bunu bilenler bize daha fazla efendilik taslıyorlar.

Çalışanlardan aidiyet içinde olunması isteniyor. İşi kendi özeli gibi görmesi isteniyor ve bu böyle de olmuş. Çalışanlar da bu talebe çoktan çeşni olmuş, işleriyle alakalı konuşunca iyelik zamirleriyle birlikte konuşmaya başlamışlar. "Biz, ben" zamirleriyle işini körlüğüne varan bakışlarla sahipleniyorlar. Bu yanlış bir şey değil, olması gereken, işin yürümesi için neredeyse(!) elzem olan bir şey.

Fakat tek bir doğru tüm yanlışları silmez. Gençken hayret ederdim. Amerikan filmlerini, dizilerini izlerken adam, özellikle adam işsiz kaldığı zaman, önce karısı tarafından terkediliyor, sonra intihara varan bir sürece giriyordu. O zamanlar bu hayat biçimine anlam veremezdim. Bugünlerde ise kısmen anlayabiliyorum. Bizim gibi gelişmekte olan ülkelerin de benzer şeyler yaşadığını görmekle hayret ediyorum. Hayret ediyorum çünkü bizler işimizi önceliğimiz kılmazdık, önceliğimiz İslam olurdu. İşimizin arasında ibadetimizi yapmaz, ibadetimizin arasında işlerimizi görürdük.

Bu bana bir konuşmayı hatırlattı. Konferanstaydım, konuşmacı "sizler" diyor, "TV’de verilen reklamların çokluğundan şikâyet ediyorsunuz ama yanlışınız var. TV’ler reklam yayınlamak için var. Ve reklamların izlenmesi için de araya sinema, dizi gibi programlar koyuyorlar" demişti. Haklıydı. O günden sonra TV'lerde insanı deli edecek düzeydeki reklamlara sinirlenmemeye başladım.

Elbette hayatımızı bir TV gibi düşünürsek (zaten TV değil mi? Ölüm anında tüm hayatım film şeridi gibi geçti, neden diyoruz sanıyorsunuz.) merkeze neyi aldığımıza dikkat etmeliyiz. Sinema, dizi, belgesel, yoksa reklamlar mı?

Sakın! Sakın ha! Bir müslümanın merkezinde Kur'an ve Peygamber Efendimiz'in (s.a.v) sünneti olmalı ve öyle olduğunu düşünüyorum. Düşünüyorum, çünkü müslümanlara baktığımız zaman merkeziyetçiliğimiz çok farklı. Bizler şehadet getirdiğimiz an, başımızın üstüne koyduğumuz şeyleri bugünlerde kalbimizin derinliklerine gömdük.

Medineli bir grup insan, müslümanlığı öğrenmek ve İslam olmak için Peygamberimizin (s.a.v) yanına geliyorlar. Hemen Müslüman oluyorlar ve  Peygamber efendimize sahip çıkıyorlar. İlk sözleri O oluyor, son sözleri O oluyor. Arada söyledikleri de O oluyor.

Günümüzün şartları dediğinizi, hatta bazılarımızın çalışmanın en büyük ibadet olduğunu söylediklerini duyar gibiyim. Bu millet yüzlerce yıl çalıştı, çabaladı ve günümüzde de tembellik yapmaz. Eğer hâlâ bunları söylüyorsanız yazıyı okumanıza gerek yok. Ben bu yanlış zihniyetin ortaya çıkması için yazıyorum. Siz, rahatsız olan sizlerin düşüncelerini ortaya dökmek istiyorum.

Çalışmak elzem. Cennet tasvir edilirken hiçbir şekilde "çalışmak" eyleminden bahsedilmez. Bahsedilse bile olmadığı söylenir. Ama dünyada düzen farklı; çünkü bizler buraya imtihan için getirildik. İmtihanı geçebilmek için ne yapılması gerekiyorsa onu yapıyoruz. İmtihan için çocuklarımıza ne diyorsak, bizler de onu yapıyoruz. Çalışın, diyoruz. Çalışıyoruz; çünkü imtihanı yüksek puanla geçmenin tek şartı çalışmak. Bu madalyonun bir yüzü. Diğer yüzü de çalışmak gerektiğini gösteriyor. Dünyada yaşayabilmek, hayatta kalabilmek için çalışmak gerekiyor ya da asalak olmalı.

Ben madalyonun diğer yüzüyle ilgilenmiyorum (en azından bu yazımda). Benim ilgilendiğim müslümanın nasıl çalışması gerektiği. İlk dinî eğitim aldığımızda ya da dinî bir kitabın ilk sayfasını açtığımızda karşılaştığımız söz, besmeledir. Besmele ile eğitime başlanır, besmele ile hareket edilir. Neden peki? Nedenini hiç düşündünüz mü? Hayır, düşünmedik; çünkü besmele çoğumuzum ağzında pelesenk oldu ya da unutuldu. Artık ilk eğitimimiz, ilk sözümüz besmele değil. Kitaplarımızın ilk yaprağında besmele yok. Benim yeni basılan hikâye kitabımda bile yok. Eskiden ilk sözümüz besmele olurdu; çünkü her ne yapıyorsak "Allah'ın adıyla" yaptığımızı teyit etmek için söylerdik.

Bunları boş verin! Biz işimize bakalım. Bizim çalışmamız gerekiyor. Para kazanıp hayatımızı iyisiyle kötüsüyle yaşamamız gerekiyor. Bunun için ne gerekiyorsa onu yapmalı. İşimizi bizi paraya götüren bir araç olarak görmeli ve işe sahiplenmeliyiz. Eğer sahiplenmezsek paranın uçup gittiğini anlamalıyız.

Para giderse ne olduğu TV, sinema aracılığıyla bize gösteriliyor. Önce işsiz oluyoruz, sonra evsiz oluyoruz, eşsiz oluyoruz ve son olarak hayatsız oluyoruz. Bunların olmaması için önceliğin iş olmalı. Bunu medyanın her türlüsüyle çalışanlara empoze eden işverenler işçiliğin adını "çalışan" olarak değiştirdiler, işçiliği beyaz yakalı, mavi yakalı olarak değiştirdiler, işçiliği çalışma arkadaşı olarak değiştirdiler, işçiliği partner, ortak olarak değiştirdiler ama kazandığı parayı aslında işçi olan sınıfa vermeyi çok gördüler.

Eskinin işçileri günümüzün modern köleleri oldular. Az bir değer karşılığında korkunç sondan (işsizlik) korkar oldular. Ben de korkmaya başladım, "işsiz kalır mıyım" diye... Bunu bilenler bize daha fazla yükleniyorlar, bunu bilenler bize daha fazla efendilik taslıyorlar. Kapitalizmin dinî eğitim kurumları (TV, sinema, tiyatro) bizlere işsizliğin getirdiği kötü sonuçları gösterip duruyor. Artık ben de korkuyorum. Ben de önceliğimi değiştirip yeni din olan, adı henüz konmamış olan bu yeni izm'e râm oluyorum. Allah beni affetsin ve en kısa sürede uyandırsın.

Diğer Yazıları

Yorumlar