TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Bilecik:
- "Önümüzdeki 10 yılda gerçekleşmesi muhtemel riskler önceliklendirildiğinde, olasılık boyutları itibarıyla ilk 10 riskin yarısı, etki boyutları itibarıyla ise ilk 10 riskin 8'i doğrudan doğal kaynakların azalması, iklim değişikliği ve çevresel tehditlerle ilgili... Bu durum bize yüksek sesle diyor ki; ekonomik faaliyetler, çevresel ve sosyal açıdan mevcut biçimiyle daha fazla sürdürülemez" - "21. yüzyılın ilk çeyreği, hızla büyüme, yaşam kalitesinin artırılması ve iklimin korunması hedeflerinde dengeyi sağlamamız için kritik önemde. Tehlike açık açık 'geliyorum' derken, bu sese daha fazla kulağımızı tıkayamayız" - "İklim müzakerelerine konu belgelerde, Türkiye'nin statüsünden kaynaklanan kısıtın giderilmesi için müzakerelerin kararlılıkla sürdürülmesini destekliyoruz. Bu zorlu sürecin çok alternatifli senaryolarla, kamu kurumlarının ve iş dünyasının güçlü koordinasyonuyla yürütülmesinin de kritik önemde olduğuna inanıyoruz" - "Düşük karbonlu kalkınmaya geçiş sürecinde, geniş ölçekte, uzun vadeli ve tüm paydaşların kararlılıkla yer alacağı bir yol haritası gerekiyor"
İSTANBUL (AA) - Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Erol Bilecik, "Önümüzdeki 10 yılda gerçekleşmesi muhtemel riskler önceliklendirildiğinde, olasılık boyutları itibarıyla ilk 10 riskin yarısı, etki boyutları itibarıyla ise ilk 10 riskin 8'i doğrudan doğal kaynakların azalması, iklim değişikliği ve çevresel tehditlerle ilgili... Bu durum bize yüksek sesle diyor ki; ekonomik faaliyetler, çevresel ve sosyal açıdan mevcut biçimiyle daha fazla sürdürülemez." dedi.
Bilecik, "TÜSİAD İklim Toplantıları: Düşük Karbonlu Kalkınma Sürecinde Finansmanın Rolü" başlıklı etkinliğin açılışında yaptığı konuşmada, insanın şu an için yaşayabileceği tek gezegen olan dünyanın ikliminin hızla değişirken, hayatına hiçbir şey yokmuş gibi devam edemeyeceğini söyledi.
TÜSİAD olarak, ülkenin ekonomik ve sosyal kalkınması için kritik önemde gördükleri konuları her zaman çalışma alanlarının en üst sıralarında konumlandırdıklarını aktaran Bilecik, "TÜSİAD Tüzüğünün Genel İlkeler maddesindeki 6 unsurdan bir tanesi çevredir. Bu itibarla, ekonomik faaliyetlerin çevresel kaygıları dikkate alan bir anlayışla sürdürülmesi TÜSİAD’ın daima en öncelikli çalışma prensiplerinden biri olmuştur." dedi.
Geçen hafta kamuoyuna tanıtımını yaptıkları Dünya Ekonomik Forumu'nun "Küresel Riskler" raporunun, önemli bulgulara yeniden dikkati çektiğini vurgulayan Bilecik, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Rapora göre, önümüzdeki 10 yılda gerçekleşmesi muhtemel riskler önceliklendirildiğinde, olasılık boyutları itibarıyla ilk 10 riskin yarısı, etki boyutları itibarıyla ise ilk 10 riskin 8'i, doğrudan doğal kaynakların azalması, iklim değişikliği ve çevresel tehditlerle ilgili... Bu durum bize yüksek sesle diyor ki; ekonomik faaliyetler, çevresel ve sosyal açıdan mevcut biçimiyle daha fazla sürdürülemez. 21. yüzyılın ilk çeyreği, hızla büyüme, yaşam kalitesinin artırılması ve iklimin korunması hedeflerinde dengeyi sağlamamız için kritik önemde. Tehlike açık açık geliyorum derken, bu sese daha fazla kulağımızı tıkayamayız. "
- "Yüzde 14 enerji verimliliği hedeflerini çok önemli görüyoruz"
Erol Bilecik, son dönemdeki çalışmalarını verimlilik ve dönüşüm
odağıyla ele aldıklarını belirterek, "Çağın rekabet koşulları bunu
gerektiriyor. Tarım ve gıda sektörünün yapısal sorunlarını ele
alırken, iklim değişikliğinin etkilerine değiniyoruz. Sanayinin
dijital dönüşümünün, döngüsel ekonomi ve kaynak verimliliği
açısından ne kadar önemli olduğunu vurguluyoruz. Enerji sektörüne
yönelik tartışmalarımızın en önemli bölümleri arasında iklim
değişikliğiyle mücadele ve enerji verimliliğinin artırılması yer
alıyor." şeklinde konuştu.
Bunun aksini düşünmenin mümkün olmadığını vurgulayan Bilecik, şu değerlendirmelerde bulundu:
"Dünya, baş döndürücü bir değişimin içinde... Doğal
kaynaklarımız hızla tükeniyor, doğal afetlerin sayısı ve etkisi
giderek artıyor. 1970'e kıyasla, dünya genelinde 'alışılanın
dışında' meydana gelen hava olaylarının sayısı yıllık bazda 4
katına çıktı. Bu gerçek, bizi gelecek planlarımızı hazırlarken
düşük karbonlu kalkınmayı da göz önünde bulundurma noktasına
getiriyor. Bu çerçevede, Milli Enerji ve Maden Politikası'nda
açıklanan, 2027'ye kadar rüzgar ve güneş enerjilerinin
kapasitelerinin 10 biner megavat artırılması ve Ulusal Enerji
Verimliliği Stratejisi'nde açıklanan yüzde 14 enerji verimliliği
hedeflerini çok önemli görüyoruz. Biz de TÜSİAD olarak, ülkemizin
iklim değişikliği ile mücadele ve düşük karbonlu kalkınma konusunda
ulusal politikalarını oluşturması ve uygulaması ihtiyacını ısrarla
vurguluyoruz. Bu konudaki görüş ve önerilerimizi İklim
Değişikliğiyle Mücadele Alanında TÜSİAD Tutum Belgesi ile ortaya
koyduk. Önümüzdeki dönem programımızda, bu konularda
çalışmalarımızı derinleştireceğiz."
Bilecik, Sürdürülebilir Enerji Raporu'nda da umut veren sonuçlara ulaşıldığına işaret ederek, "Bu raporumuz kapsamında çalışılan ve iklim değişikliğiyle mücadeleye de hizmet edecek tedbirleri en fazla dikkate alan Sürdürülebilir Büyüme Senaryosu, 2030 yılı itibarıyla elektrik ve doğal gaz sektörlerinin ekonomimize sağlayabileceği katma değerin yüzde 34 gibi yüksek bir oranda artırılabileceğini ortaya koyuyor." dedi.
- "Tüm paydaşların kararlılıkla yer alacağı bir yol haritası gerekiyor"
TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Bilecik, düşük karbonlu kalkınma modeline geçiş sürecinin, iklim değişikliği risklerini fırsata çevirmek için önemli bir adım olduğunu vurgulayarak, şunları kaydetti:
"Bu süreç, kapasite ve teknoloji geliştirmeye yönelik yatırım
ihtiyacını da beraberinde getirir. Tüm bu sürecin en önemli
kısıtlarından biri, bugün burada ele alacağımız finansman boyutu
olacaktır. İş dünyasının yatırım kararlarının bazıları, çevresel
mevzuat doğrultusunda alınacak tedbirlere yöneliktir. Bazıları ise
tüketici tercihlerine cevap verme veya verimliliği ve rekabet
gücünü artırma gibi farklı politika hedeflerinden kaynaklanır. Bu
süreçlerde kamunun teknoloji yatırımı, enerji verimliliği
uygulamaları gibi sanayinin sürdürülebilirliğine katkı sağlayacak
alanlardaki destekleri ve teşvikleri, iş dünyası için tetikleyici
rol oynar. Diğer taraftan, finans sektörünün risk yönetimi
politikalarına çevresel ve sosyal faktörlerin dahil edilmesi, daha
da önemlisi bu faktörlerin raporlama yükümlülüklerinde bir
zorunluluk haline getirilmesi ise çarpan etkisi yaratır."
Ulusal yeşil devlet fonlarının oluşturulması, sürdürülebilir yatırımların finansmanının tabana yayılması ve ulusal finans kurumlarının sanayiciyi cesaretlendirecek finansman araçları oluşturmalarının da önemli bir ivme oluşturacağını aktaran Bilecik, bu noktada, devlet teşviklerinin yalnızca son kullanıcılara değil, yeşil finansman mekanizmalarına da sağlanmasının finans sektörünün gayretlerini bu alana yoğunlaştırmasında önemli olduğunu söyledi.
Bilecik, şunları kaydetti:
"Bir yandan ülkemizin çevresel hedeflerine ulaşılması, diğer yandan sektörlerimizin rekabet gücünün ve sürdürülebilirliğinin korunması ancak tutarlı, öngörülebilir ve bütüncül ekonomi, çevre ve sektör politikalarıyla mümkündür. Bu vesileyle, mevzuatın basitleştirilmesi ve uygulanabilirliğinin titizlikle kurgulanmasının önemini de vurgulamak isterim. Paris Anlaşması'nı ve 2020 yılı sonrası iklim rejimi bağlamında müzakereleri, sera gazı emisyon azaltımı konusunda alacağımız pozisyon ve küresel düzeyde rekabet gücümüz açısından son derece önemsiyoruz. Aynı zamanda, ülkemizin ekonomik, çevresel ve sosyal topyekün kalkınmasına hizmet edecek yatırımların sürdürülebilirliği açısından da kritik buluyoruz. Nitelikleri gereği önemli bütçesel büyüklüklere sahip çevre yatırımlarında, uluslararası finansman mekanizmaları vazgeçilmezdir. 2009-2017 döneminde sadece EBRD'den iklim finansmanı kapsamında sağlanan toplam fon tutarı, yaklaşık 4,5 milyar avro seviyesindedir."
Müzakere sürecinin başarısının uluslararası fon kaynaklarından rekabetçi bir şekilde faydalanılması ve sürdürülebilirlik prensiplerini büyük ölçüde benimseyen kurumsal yatırımcıların ilgisinin garanti edilmesi açısından da kritik önem taşıdığını vurgulayan Bilecik, "İklim müzakerelerine konu belgelerde, Türkiye'nin statüsünden kaynaklanan kısıtın giderilmesi için müzakerelerin kararlılıkla sürdürülmesini destekliyoruz. Bu zorlu sürecin çok alternatifli senaryolarla, kamu kurumlarının ve iş dünyasının güçlü koordinasyonuyla yürütülmesinin de kritik önemde olduğuna inanıyoruz. Düşük karbonlu kalkınmaya geçiş sürecinde, geniş ölçekte, uzun vadeli ve tüm paydaşların kararlılıkla yer alacağı bir yol haritası gerekiyor." diye konuştu.
Yorumlar