"Sinemaya öyle tepeden inme gelmedim"
- Sinema sanatçısı Serdar Gökhan: - "Sinemaya direkt tepeden inme gelmedim. Bizim zamanımızda şimdiki gibi öyle akşam yat sabah kalk artistlik yok. Ufak ufak rollerle kendimizi göstermeye çalıştık. İki yıl dublörlük yaptım ufak rollerde oynadım" - "O gün bugün 120 sinema filminde başrol oynadım" - "Tarihi filmler benim için hep öncelik kazandı. Mutlu olduğum filmler, çünkü kendimi yansıtmaya çalıştım, ruhumu yansıtmaya çalıştım. Tarihi filmler beni diğer filmlere nazaran hep mutlu etmiştir. Canlandırdığım karakterlerden büyük haz duymuşumdur" - "Bize sansür heyeti bir daire çizmişti onun dışına çıkamıyorduk. Bu yüzden bizim Yeşilçam filmleri konu olarak birbirine benzer"
İSTANBUL (AA) - EKREM KAFTAN - Daha çok tarihi konuları anlatan
filmlerde rol alan oyuncu Serdar Gökhan, "Sinemaya direkt tepeden
inme gelmedim. Bizim zamanımızda şimdiki gibi öyle akşam yat sabah
kalk artistlik yok. Ufak ufak rollerle kendimizi göstermeye
çalıştık. İki yıl dublörlük yaptım ufak rollerde oynadım."
dedi.
TRT1'de yayınlanmaya başlanan "Mehmetçik/Kut'ül Amare" isimli
dizide rol alan, hayatını ve sanatını AA muhabirine anlatan Gökhan,
15 Mart 1946 yılında Bolu’nun Mudurnu kazasında doğduğunu
belirterek, "Babam askeri kökenli olduğu için doğduktan iki sene
sonra tayini çıktı Kırklareli tarafına. Önce o tarafa geçtik sonra
İstanbul’a geçtik. Ben 5 yaşındayken anne baba ayrıldı. Ayrılınca
babasız bir hayat geçirdim. Annemin İstanbul gibi bir yerde
çalışarak bize bakması bir de ablam vardı zor oldu. Bazı yerlerde
çalışarak bizi büyütmeye çalıştı ama yoksul bir dönem geçirdim ben
çocukluğumda." diye konuştu
Gökhan, Bab-ı Ali’de 7 yıl ressamlık yaptığını ve resimli çocuk
romanları çizdiğini ifade ederek, sinema hayatına ilk adımı atışını
şöyle anlattı:
"Hiç unutmam Türkan Şoray’la Murat Soydan’ın bir filmiydi.
Oturduk kenarda seyrederken sahne çekildi. Zengin oğlan, fakir
kız... Murat Soydan, Türkan Şoray’la arkadaşlık kurmuş fakat bu
arada zengin arkadaşlarına parti veriyor. Türkan Şoray da mağdur
olmuş vaziyette geliyor, camdan kadınlarla kızlarla arkadaşlık
yaptığını görüyor. Onuruna yediremiyor, kendini denize atıyor.
Murat Soydan da atlayıp onu kurtarması lazım. Rahmetli yönetmen
Nejat Saydam, Türkan’ın sahnelerini falan çektiler denize
atlayışını. Murat Soydan’ın sahnesi geldi denize atlayıp kurtarması
için fakat Murat, ‘’Abi ben yüzme bilmem’’ dedi. Çılgına döndü
adam. 'Sen bu senaryoyu okumadın mı bilmiyorsan niye kabul ettin ya
da bilmiyorsan niye öğrenmedin bu zamana kadar' dedi. Nejat
Saydam’la aralarında bayağı tartışma geçti, sinirlendi. Etrafa
bakınırken benim tarafa baktı rahmetli Nejat Saydam, 'Sen, sen gel
buraya' dedi. Ben de bana mı diyor diye etrafa baktım, benden başka
kimse yok. Gittim yanına. 'Dön şöyle bir' dedi, etrafında döndük
manken gibi. 'Smokini buna giydirin' dedi. Ama zımba gibiydim o
zamanlar spor da yapıyordum. Dedim, 'abi ne yapacağım ben onu
giyip'. 'Yüzünü hiç göstermeyip bu kazmanın dublörlüğünü
yapacaksın. Buradan atlayıp Türkan hanımı kurtaracaksın' dedi. 'İyi
peki', dedim. Şimdi ben de sinemaya karşı aşırı bir zaaf var ya
dedim fırsatı ele geçirdim nasıl olsa sıkışık durumdalar ben de
ağırlığımı koyayım. Dedim, 'ben öyle atlamam'. 'Ne diyorsun' dedi.
'Ben öyle camdan çıkıp atlamam', dedim. 'Nereden atlayacaksın',
dedi. 'Kapıyı açmadan camdan fırlar gider atlarım' dedim. Seti
hazırladılar. Ben de kendimi göstereceğim ya. Gerildim gerildim
hakikaten o camı bir patlattım slow motion çekselerdi harika
olurdu, o zamanlar yoktu. Direkt suya... Kafamı çıkardım bütün ekip
beni alkışlıyor, Nejat Bey de gelmiş o da beni alkışlıyor. Çıktım,
'gel bakayım buraya' dedi, gittim yanına. 'Şu kartımı al yarın bana
uğra', dedi. Sinemaya ilk adımı böyle attık."
-"Şişli'de bir film deposu yandığı zaman 30’a yakın film
negatifim yandı"
Askerlik görevini tamamladıktan sonra iki seneye yakın ufak
rollerle dublörlük yaptığını kaydeden Gökhan, "Direkt tepeden inme
gelmedim. Bizim zamanımızda şimdiki gibi öyle akşam yat sabah kalk
artistlik yok. Ufak ufak rollerle kendimizi göstermeye çalıştık.
İki yıl dublörlük yaptım, ufak rollerde oynadım. 1969’da askerden
döndükten sonra bir derginin (Ses ve Nüans) sinema oyuncusu
yarışması vardı, artist yarışması oraya katıldım. Üç bin kişi falan
müracaat etmişti ilk ona kadar kaldım ben. Fakat jürideki
prodüktörün birkaç tanesi benim geçmişimi birkaç tane filmde
oynadığımı tespit edince beni elediler. Elediler fakat rahmetli
Saltuk ve Dadaş filmi sahipleri Kadir Kesemen ağabeyimiz vardı. O
beni kenara çağırdı dedi ki, 'şu kağıdı al yarın bana yazıhaneye
gel'. Orada moralimiz bozuldu ama bir prodüktör kartı aldık,
sevindik tabii. Yani o zaman hakikaten bu meslek çok onurlu bir
meslekti. Dahil olabilmek çok zordu büyük bir mücadele gerekiyordu.
Çok gururlu bir meslekti şimdiki gibi ayaklar altında bir iş
değildi o zaman sinema sanatçılığı, sinema sektörü. Ertesi sabah
gittim. Hemen mukaveleyi koydu, 10 film anlaşma yaptı benimle.
Direkt hiçbir şey konuşmadık. Kabul ettim, etmez miyim, başka bir
seçimim var mı? Zaten girmek için can atıyorum, camları kırıyorum.
İşte on filmlik anlaşma yaptık. 1970’de ilk başrolümü oynadım. O
gün bugün 120 tane sinema filminde başrol oynadım. Aslında benim
şanssızlığım Şişli'de bir film deposu yandığı zaman 30’a yakın film
negatifim yandı benim o yangında." şeklinde konuştu.
Serdar Gökhan, sinema hayatı boyunca daha çok tarihi filmlerde
oynamayı tercih ettiğini dile getirerek, şöyle devam etti:
"Ben biraz vatanperver bir insanım. Benim iki dedem de Balkan
harbinde şehit düştü. Biraz aşırı milliyetçi bir yapım var.
Tarihimizi, geçmişimizi çok seviyorum ve bağlıyım. Tarihi filmlerde
oynamayı tercih ettim, salon filmlerinden ziyade. O tür projelere
öncelik verdim. Diğer projeleri elimle geri ittim. Büyük bir
özveriyle, büyük bir aşkla bir şeyler hayata geçirmeye çalıştık.
Yaptığımızdan da mutluyuz. Çünkü başka imkanımız yoktu.
Yapılabileceklerin en iyisini yapmaya çalıştık. Sinemanın benden
evvelki jenerasyonundaki bütün oyuncular bir daha yerine gelmeyecek
insanlar. Ayhan Işıklar, Belgin Doruklar o kadar çok var ki hangi
birini sayayım liste yapmak lazım. Bunlar hakikaten çok değerli ve
saygın insanlardı. Topluma uygun yaşayan insanlardı. Hiçbir zaman
şimdikileri şey yapmak istemiyorum ama bu kadar saçma sapan
yaşantıları yoktu, adam gibi adamdı, oyuncu gibi oyunculardı.
Topluma hep örnek olmaya çalıştılar, hayali işler peşinde
koşmadılar. Toplumdan soyutlamıyorlardı kendilerini. Zaten
sanatçıların özelliği nedir, toplumun aynasıdır. Topluma bazı
mesajlar verebilmek, toplumu iyi yönde yönlendirebilmek, bunların
hepsini yaptı bu insanlar. Allah gani gani rahmet etsin. Şimdi şu
an kimse ortada yok. Ondan sonra gelen bizim jenerasyondan da kimse
kalmadı. Saysak 5-6 kişi ancak olur. Yani son nesiliz kıymetimizi
bilin kardeşim."
-"Devlet aleyhine olsun, ülke aleyhine olsun yapılan işleri
tasvip etmiyorum"
Yabancıların sinema imkanlarının zenginliğine işaret eden Serdar
Gökhan, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Ben yabancı filmlere çok özlem duyuyorum. Hasretlik çekiyorum
çünkü adamların imkanları çok geniş. Çok büyük filmler yapıyorlar.
Ben her zaman istemişimdir ki bizim kendi şanlı tarihimizdeki Türk
büyükleri canlandırayım, onları yeni nesillere anlatayım,
çocuklarımızın gençlerimizin kafasında filizlendireyim. Çünkü yeni
nesil maalesef geçmişini bilmiyor, nereden geldiğini bilmiyor,
tarihini bilmiyor. Çünkü okumuyorlar. Hep Batı’nın özentisi içinde
Batı ahlakına uygun yaşamaya çalışıyorlar. Anadolu’da yok mu var
ama genelde bu böyle. Ben isterdim ki mesela Amerika’da adamlar
yapıyorlar çok büyük bütçelerle. Ama bizim bu bütçemiz yoktu. Bir
de bizde yanlış olan sansür diye bir şey vardı başımızda. Bize
sansür heyeti bir daire çizmişti onun dışına çıkamıyorduk. Bu
yüzden bizim Yeşilçam filmleri konu olarak birbirine benzer.
Konunun dışına çıkamıyoruz çünkü. Devlet memuruna dokunamazsın,
düğmesini koparamazsın, polise bir suç isnat edemezsin ve her
yapılan filmin sonunda suçlu muhakkak polisçe yakalanır. Dikkat
edin, filmlerin sonunda polis arabaları gelir. Çocuklar hep o
karaktere bürünüyor, o kahramanı kendi yaşıyor. Siz şimdi onu
yanlış yönlendirirseniz, yanlış yola sevk ederseniz toplumu uçuruma
sürüklemiş olursunuz. Bunlara sansür olsun istiyorum ben. Devlet
aleyhine olsun, ülke aleyhine olsun, yapılan işleri tasvip
etmiyorum. Düzgün, toplumumuzu yönlendirebilecek olan, iyi mesajlar
verebilecek her film yapılsın ama serbest bırakılsın yani. Özgürce
yapılsın."
-"1976’da sinema sektörü parasızlıktan sapıttı"
Sinema hayatından 1976 yılında çekildiğini hatırlatan Serdar
Gökhan, sinemanın durumunu şu sözlerle anlattı:
"Ben 1976’ya kadar film yaptım. 1976’da sinema sektörü
parasızlıktan sapıttı, ne yapacağını bilemez hale geldi. Ne
yapalım, nasıl yapalım derken seks furyası başladı. Seks furyası
başlayınca ben kendimi kenara çektim. Hatta evlendim o sene 1976
yılında. Münzevi bir hayata adadım kendimi. 1981’e kadar sürdü bu
seks filmleri. Seks filmleri de artık tabana düşünce bizim sağ
olsun çok uyanık yapımcılarımız var o zaman uyanık derken üçkağıtçı
yani para için bu işi yapanlar var. Bu sefer şarkıcı türkücü
filmlerine döndüler. Onlardan medet umdular ama onlarda 3-4 sene
1985’e kadar götürdüler. Ondan sonra bu işler yattı. Seyirciyi de
uzaklaştırdılar sinemadan.
Sinemanın bu noktaya gelmesinin bütün müsebbibi sinema sektörüdür,
yapımcılardır. İşte dediğim gibi arayışlar içinde seks filmi
furyasını başlattılar, şarkıcı, türkücü filmleri bunlar hep
ekonomik getiri yapılsın diye oldu.. Bunun haricinde iyi yapıtlar
yapanlar da sinemadan kazandıklarını sinemaya yatırmadılar. İnşaat
yaptılar, onu yaptılar, bunu yaptılar... Buradan kazandıklarını
sinemanın içine sokmadılar. Onun için sinema kuru kaldı, cılız,
parasız kaldı, gelişmedi."
Gökhan, sinemadan çekildikten sonra hayatını kazanmak ve ailesini geçindirmek için farklı alanlarda çalıştığını vurgulayarak, şunları söyledi:
"Ben en son sinema filmi hangisinde oynadım hatırlamıyorum, çok
oldu 1985 yılında falan. 30 seneyi geçti. 30 senedir sinemanın
dışındayım, özel işler yaptım. Ailemi geçindirmek zorundayım. Biz
Yeşilçam zamanında sinemadan belli bir birikim yapamadık. Çünkü
bizde nakit para olmadığı için çekle, senetle çoğu ödendi, çoğu
ödenmedi. Yani bir altyapı hazırlayamadık ekonomik olarak mecbur
çalışmak zorundaydık. Hala ben bakın 70 yaşındayım çoluğumun
çocuğumun rızkını çıkarmak için çalışmak zorundayım. Türkiye’de
sanatçının durumu bu. Niye bu durumlara düşüyoruz. Bugün hala bir
ülkede sinema kanunu yok, bir telif ücreti alamıyoruz. Bütün
kanallarda filmlerimiz tekrarlarca verilmesine rağmen bir
menfaatimiz yok. Hakkımız olan menfaatimizi alamıyoruz."
-"Telif haklarından sanatçıların faydalanamaması yanlış"
"Önce Türkiye Cumhuriyeti’nin bir sinema kanunu olması lazım. Kanunda yapımcı, oyuncu, kameraman, ışıkçısı bunların yerlerinin belirlenmesi lazım" diyen Serdar Gökhan, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Çünkü geçmişte de biz bunları yaşadık. Evinde memleketten
tarlasını satıp, gelip çok filmler yaptılar. Bunlara prodüktör
dendi. Bunlar prodüktör vasfını taşıyabilecek insanlar değillerdi
maalesef. Günümüzde bunun yapılması lazım. Telif hakkı eserleri
oyunculara yönelik çıkması lazım. Çünkü emek verdik ben 52 senedir
bu meslekteyim. Yarım asrı geçmiş ben bu işe emek verdim.
Çalıştığım emeğimin karşılığını alamadıktan sonra kıymeti yok ki.
Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir uygulama yok, bir bizde var.
Telif haklarından sanatçıların faydalanamaması yanlış. Ama
yapılmadı da değil. Ne geliyorsa bizim piyasadan prodüktörlerden
geliyor. Kültür Bakanlığı geçmişte de çok yardım yaptı. Fakat bizim
zihniyetimiz bozuk maalesef. Bir milyonluk ya da o zamanın
parasıyla sekiz yüz milyarlık bir bütçe gösteriliyor Kültür
Bakanlığı’na. Alıyor parayı üç yüz milyara çekiyor, beş yüz milyarı
cebe atıyor. Kültür Bakanlığı’nın eksikliği takip etmiyor. Verdiği
paranın nereye gittiğini takip etmiyor. Kültür Bakanlığı’nı da çok
dolandırdılar. Hükümet de 'ben bunlara yardım etmeye kalkıyorum
bunlar üçkağıtçı, bunlar beni soyuyor' diyor. Bunlara bundan sonra
nasıl yardım edeyim zihniyeti çıktı ortaya. Fakat bu yeni
hükümetimiz Cumhurbaşkanımız olsun, Başbakanımız olsun, Kültür
Bakanımız olsun, TRT Genel Müdürümüz olsun iyi projelere destek
veriyorlar. Gerekli katkıyı da sağlıyorlar. Bu yüzden bana göre
sinema tarihinin en parlak dönemini yaşıyoruz. Türk sineması adına
en parlak dönemini yaşıyoruz. Şöyle ki istediğimiz projeleri
gündeme getirebiliyoruz. Mesela en son Diriliş diye bir Osmanlı
Devleti’nin kuruluş öncesi dönemi çekildi. Bu bugüne kadar hiç
kimse çektirmezdi. Ama bu hükümet zamanında bu çekildi. Bundan
sonra da kapıları açık destekliyorlar. İnşallah bundan sonra daha
iyi şeyler olacak. Çünkü ben artık 70 yaşına geldim. İstiyorum ki
bundan sonra yaptığım işler bana ekonomik gelir kazandırmasın
bıraktığım eserler gelecek nesillere bir kültür vesilesi olsun,
miras olsun istiyorum. Artık bu yaştan sonra ben ne bekleyeceğim
ki."
- Diriliş Ertuğrul ve Süleyman Şah
Gökhan, TRT'de yayınlanan Diriliş Ertuğrul isimli dizide,
Ertuğrul Gazi'nin babası Süleyman Şah'ı canlandırma teklifi
kendisine geldiği zaman çok heyecanlandığını belirterek, "Teklif
geldiği zaman zaten tüylerim diken diken oldu. Senaryoyu okuduğum
zaman da tüylerim diken diken oldu. Ben onlara bir teklifle geldim.
İstedikleri şey Süleyman Şah’ın yaşlılık dönemini oynamamdı. Onu
biraz yadırgadım. Hani Süleyman Şah bıçkın bir adam girdiği yeri
almadan çıkmayan bir adam, savaşçı bir adam. Ama biz yaşlılık
dönemini oynadık çünkü ölümüne yakın olacağız ki üç kategoride
hazırlandı proje. Birinci kategori Süleyman Şah’ın ölümüne kadar,
ikincisi öldükten sonra Moğollarla Anadolu’da savaş, önümüzdeki
sezon oynayacak da Selçuklulara yardımlarından dolayı Selçuklu
sultanı Söğüt’te verdikleri araziyle burada kalıcı olun göçebeliği
bırakın diye oraya yerleşmeleri Kayıların ve orada Osmanlı
Devleti’ni kurmaları... Böyle bir konsept içinde yapıldığı için
kabul etmek zorunda kaldım ama ben Süleyman Şah olmanın hazzını,
mutluluğunu çok benimsedim. Kendimi onun yerine koydum. Çok
duygulandım onu oynarken gerçi yaşlı oynadım dikkat ettiyseniz
görünümüm yaşlı ama ben hala delikanlı sayılırım. Ama çökük
oynadım. Dizi de zaten birinci oldu yürüyor. Allah daim etsin bu
tür projelerin önü açılsın. Sık sık yapılsın, bunlara ihtiyacımız
var bizim, millete olarak gençlik olarak ihtiyacımız var"
dedi.
-Sinema hayatından hatıralar
Sinema hayatı boyunca başından geçen bazı hatıralarının sorulması üzerine Gökhan şöyle konuştu:
"Şimdi hatıra çok ama ben yaptığım filmlerden bir kesit getireyim. Hangi birini anlatayım. Mesela birini söyleyeyim. Yunanistan’da tarihi bir film çekiyoruz. Kulenin ortasından sarkıtacaklar beni oradaki işte bir taşı alacağız, mücevheri. Sonra yukarı çıkacağız. Bir baktım bir çelik tel germişler ortaya da bir halat sarkıtmışlar. Dedim ben burası 30 – 40 metre. Benim buradan inip çıkmam mümkün değil, gücüm yetmez. Bari dedim birer metre araya düğüm atayım ben halata iyi ki atmışım. Halattan geçtik indik aşağıya kadar. Tabii halata düğüm atınca halat kısalmış biz bunu düşünemedik. Uzanıyoruz uzanıyoruz, yetişemiyoruz. Yoruldum yukarı da çekemiyorum kendimi aşağıya da atlayamıyorum çünkü kazıklar çakmışlar, çiviler koymuşlar. Düşen mümkün değil... Öyle bir sağlam yapmışlar ki kazıkları, sipsivri... Dedim indirin beni kardeşim kaldım ben burada, çıkamıyorum da. İndirecek bir malzeme yok. 'Abi biraz dur' dedi bulalım bir şey. 'Oğlum ne bulacaksınız kendimi bırakacağım, öleceğim burada. Yukarı çıkamıyorum, nasıl olacak bu iş, merdiven falan yok mu?' Koştular, bir tamirci varmış, merdiveni dayamışlar binaya çıkmışlar oradan adamı indirmişler merdivenden. Getirip dayadılar buraya ama o arada ben düşmeyeyim diye ayağıma halatı dolamışım, bacaktan sallanıyorum, kan oturmuş, ölmek üzereyim. Bunlar hep imkansızlıklardan.
Var bir sürü var. Bir kere de Bursa’da Karacabey harasından gene
bir atlı sahne çekeceğiz işte. Arkada Bizanslılar gelecek ben de
önden kaçacağım. Dedim ki 'ya bunun en müthiş atını getirin bana.
Baba bir atını.' Dediler' abi Gazi Koşusu kazanmış bir at bu hemen
getirelim' dediler bundan hızlı at olur mu? Dört kişi zincirlerle
tutarak bir at getirdiler bana ama at bir dev, sanat harikası.
Görsel olarak harika, dedim tamam, bindik ata. Atın burun delikleri
falan böyle açılıyor. Ovayı geçtik, arkamdan yüz tane atlı gelecek.
İleride de bir dere var nasıl diyeyim 8 – 10 metrelik bir dere var.
Hani bizde yönetmenler su sıçratınca görüntü güzel olur hesabı var
ya oradan yıldırım gibi geçeceğiz. Hızlıca tam nehrin kenarına
geldim at bir kazıkladı abi ne suyu, suya değmeden öbür yakaya
geçtim ben kumsala. Bir baktım ben uçuyorum arkamda nehir nerede
kaldı. Neyse kumsalda Allah’tan düşmeden kalktık. Dedim oğlum
getirdiğiniz at bu mu. 'Abi biz sana söylemeyi unuttuk bu niye
çıktı biliyor musun Gazi Koşusu'nda bunun tırnağı çatlak sancı
geldi mi kazıklar' dedi. 'Oğlum söylesenize' dedim. Yani böyle bir
sürü hatıralarımız var."
-Ressamlık hayatı ve Amerika yılları
Gökhan, sinemaya veda ettikten sonra 9 sene Amerika Birleşik
Devletleri'nde yaşadığını ve resim sanatıyla uğraştığını
kaydederek, sözlerini şöyle tamamladı:
"Ressamlığı bırakmadım. Resim sanatı öyle bir sanat ki bütün her
şeyden kendini soyutlayacaksın oraya adapte olacaksın. Bu kadar
yoğun çalışma içinde stres içinde fazla zaman ayıramıyorum. En son
bir 2007’de 2008’de 2009’da iki buçuk senelik bir zamanım oldu.
Zamanım oldukça atölye yapıyorum zaten. Aşağı yukarı 16 - 18 tablo
ürettim. Ama benim yaptığım tarzda Türkiye’de çalışan yok. Bire
bir. Resimlerimi gören poster mi diye bakıyor. Ne bir fırça izi
görebilirsin ne bir dalgalanma görürsün ne bir renk bozukluğu
görebilirsin. Herkes posterleri yırtarcasına bakar tuvallere. Dedik
o kadar emek verdik bir sergi açalım da hiç olmazsa bunu nakite
çevirelim. Sergi açtık emeğimize karşı belli fiyatlar koyduk. Sanat
koleksiyonerleri diye bir tipler geldi. Serdar Bey bize bunlardan
bir iki tane hediye etmen lazım dediler. Niye dedim. Biz senin
resimlerini tanıtacağız dediler. Kardeşim biz bunları tanıtmıyor
muyuz niçin getirdik bunları. Yok bu işin usulü böyle bir iki tane
resim vereceksin değerlendireceğiz. Sağ ol kardeşim benim resmim
burada kalsın değerlenmesin dedim. Hemen pılımı pırtımı topladım
getirdim buraya ambalajladım. Burada duruyor, evladıma miras
bırakacağım. Bir daha sergi yapmaya moral bırakmadılar ki.
Bizde sanat algısı mı yok, anlayışı mı yok bilemiyorum. Bu kadar sanatçı da aç değil herhalde bir şeyler yapıyorlar demek ki. Çok ucuza mı satıyorlar yoksa bu işin koleksiyonerleri üç otuz kuruşa toplayıp da kendileri mi değerlendiriyorlar onu da bilemiyorum. Bir şeyler var bu işte. Bakın ben Amerika’da 9 sene kaldım Chicago’da. Eski eşimin rahatsızlığı dolayısıyla gitmiştim. Ben orada şehrin göbeğinde iki katlı bir yer açtım. Lisanımızı çabuk öğrenelim diye bir kuru temizleme dükkanı açtım, üst katını da resim galerisi yaptım. Ben orada 23 bin dolara, 30 bin dolara resim sattım. Bir sipariş geldi bana 180 bin dolara anlaştık. Sonra vazgeçtim, yapmadım. Benden istedikleri neydi biliyor musunuz? Yahudi bir kesimdi, efendim dünyanın sonu gelmiş, artık bitmiş dünya onların bir şeyleri var ya... 11 tane melek bir tek onları indirecek yeryüzüne bütün dünya batacak bir tek onlar kalacak. Böyle bir resim yapacağım. Ben Müslümanım dedim, böyle bir resme nasıl imza atabilirim dedim. 180 bin dolar da iyi bir para. Gerçi resim çok büyük bir ebattı. Düşündüm sonra dedim ki bir şey söyleyeceğim size ama benim içim elvermedi, gelmedi içimde dedim, elim oynamaz bir başkasına yaptırın dedim, bıraktım.
Benim asıl adım Nusret Ersöz. Sinemayla beraber Serdar Gökhan oldu. Sinemaya girdiğimde rahmetli Kadir Kesemen, ismin sinemaya uygun bir isim değil, sinematografik bir isim değil, dedi ayrıca Ankaralı bir ses sanatçısı var Nusret Ersöz diye, dedi, İsim karışması olabilir dedi, değiştirdik. Nüfus kağıdında kanunen değiştirdim hepsini."
Yorumlar