ANALİZ - Küresel ticaret savaşlarında geçici ateşkes

- Trump ile Juncker arasındaki görüşme küresel ticarete geçici de olsa bir nefes aldırdı ama sürecin nasıl devam edeceği konusunda ciddi belirsizlikler var - Tarafların yaptıkları taahhütler somut bir takvime bağlanmış değil, bağlayıcılıkları yok ve başta Çin olmak üzere küresel ticaretin diğer büyük aktörlerini kapsamıyor - Küresel kriz ile sarsılan, Trump ile birlikte belirsizlik ve güvensizlik ortamına giren küresel ticaret sisteminin yenilenmeye ihtiyacı var - Hiçbir ülkenin, ben falanca ülkeye kapılarımı kapatırım, diğerleriyle ticaretimi yaparım diye bir lüksü yok, bu durum küresel ekonominin doğasına da aykırı. Aslında taraflar da bunun bilincindeler - Juncker, Trump ile Çin’e karşı alınacak önlemleri konuşurken, AB ülkelerinin liderleri art arda Pekin’i ziyaret ediyorlar ve Çin’le milyarlarca dolarlık anlaşmalar imzalıyorlar

Google Haberlere Abone ol
ANALİZ - Küresel ticaret savaşlarında geçici ateşkes

İSTANBUL (AA) - ALTAY ATLI - Geçtiğimiz hafta Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Donald Trump ile Avrupa Birliği (AB) Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker arasında Beyaz Saray’da gerçekleştirilen ticaret görüşmesinden bir uzlaşı çıkması şüphesiz ki olumlu bir durum. Ancak tarafların yaptıkları taahhütler, somut bir takvime bağlanmış değil, bağlayıcılıkları yok ve başta Çin olmak üzere küresel ticaretin diğer büyük aktörlerini kapsamıyor. Dolayısıyla Trump-Juncker görüşmesinin sonucunda, küresel ticaret savaşlarında bir ateşkes olduğunu söylemek mümkünse de, bunun kırılgan, kısmi ve geçici bir ateşkes olduğunu da eklemek gerekiyor.

ABD ile AB arasındaki ticaret, küresel ekonominin temel eksenlerinden birisini oluşturuyor. Dünya Bankası verilerine göre, 2017 yılında ABD ile AB’nin 28 ülkesi arasındaki karşılıklı ticaret hacmi, 729,1 milyar dolarak olarak gerçekleşti. Bu ticarette ABD ciddi bir açık veriyor; bahsi geçen yıl ABD, AB’ye 284,2 milyar dolarlık ihracat yaparken, bunun karşılığında AB’den 444,9 milyar dolarlık ithalat gerçekleştirdi.

Bu ticaret açığından muzdarip olan ve uygulanmakta olan gümrük tarifelerinin kendisi için haksız bir durum meydana getirdiğini ileri süren ABD yönetimi, müttefiki AB’ye karşı son aylarda bazı önlemler almaya başladı. Önce AB’den ithal edilen çeliğe yüzde 25’lik ve alüminyuma yüzde 10’luk bir vergi getirildi. AB, buna misilleme olarak bazı Amerikan ürünlerinin vergisini yükseltme kararını aldı. Son olarak ABD, Avrupa’dan ithal edilen otomobillere karşı yüzde 20 ile 25 arasında bir tarife artırımı gündemine aldı. Bu önemli, çünkü AB’nin ABD’ye ihracatında en yüksek hacimli kalemi, binek otomobilleri oluşturuyor. 2017 yılında AB’den ABD’ye 43,9 milyar dolarlık otomobil ihracatı gerçekleştirildi ve bunun 20,9 milyarlık kısmını Almanya menşeli otomobiller oluşturdu. Son olarak da AB, otomobil üzerindeki vergilerin artırılması durumunda, karşılık olarak ABD’den ithal edilmekte olan ve 20 milyar dolarlık bir ticarete karşılık gelen ürünlerin üzerindeki tarifelerin artırılacağını bildirdi. Tüm bu gelişmeler yaşanırken, iki taraf arasındaki söylemlerin de şiddetlendiğini görüyoruz; Kanada’daki G20 zirvesi ile Brüksel’deki NATO toplantılarında gerginlikler yaşandı, hatta Donald Trump’ın Avrupa’nın kendilerine ”ticarette yaptıkları nedeniyle” bir “düşman” olduğunu bile ifade etti.

- Sürecin nasıl devam edeceği belirsiz

Aslında, Donald Trump ile birlikte uluslararası müzakerelerde yeni bir şablon oluşmaya başladı. Anlaşmazlıkları olan ülkeler arasında önce karşılıklı yaptırımlar uygulanıyor ve bu yaptırımlara sert ve kimi zaman diplomatik nezaket kurallarını hiçe sayan söylemler eşlik ediyor, sonrasında bir diyalog ortamı beliriyor, yüz yüze görüşmeler yapılıyor ve karşılıklı iltifatlar ediliyor, ama ortaya somut bir çözüm de getirilmeden süreç bir belirsizliğe doğru yol almaya başlıyor. ABD ile Kuzey Kore arasındaki nükleer meselede de Çin ile yaşanan ticaret sorunlarında da bu şablonu gördük, yine görüyoruz.

Trump ile Juncker arasında görüşmenin yapılmış olması bile tek başına bir başarı sayılabilir. Görüşmenin hemen öncesinde Fransız Maliye Bakanı Bruno Le Maire’in “Bir ticaret savaşının ortasındayız. Kafamıza bir silah doğrultulmuşken müzakere yapamayız” şeklindeki açıklamaları, AB üyeleri arasında ABD ile yaşanan ticaret sorunları konusunda nasıl hareket edileceğine dair bir fikir birliği oluşmadığını, bazı üye ülkelerin Trump’ın tehditleri devam ederken görüşmeleri başlatmaya istekli olmadıklarını ortaya koymuştu. Bu ülkelerin başında Fransa ile Hollanda geliyor ve özellikle de çelik ve alüminyum üzerine konulan vergiler kaldırılmadan ABD ile masaya oturulması eleştiriliyor. ABD ile yapılan ticaret konusunda 28 ülkenin farklı beklentilere ve farklı amaçlara sahip olması, Trump yönetimi ile yapılan pazarlıklarda AB’nin elini zayıflatıyor.

Trump ile Juncker arasındaki görüşmeden karşılıklı bir uzlaşı metni çıktı ama sürecin nasıl devam edeceği konusunda ciddi belirsizlikler var. Örneğin taraflar otomobil dışındaki sanayi ürünleri için vergilerin sıfıra indirilmesi konusunda anlaştılar ve otomobil konusunu da ilerideki bir tarihte ele almayı kararlaştırdılar. Kağıt üzerinde bu karar şüphesiz ki güzel duruyor, ancak birçok soru işareti var burada. Bu vergi indirimleri nasıl bir takvim üzerinden gerçekleştirilecek? Hangi ürünler bu kapsam içerisinde olacak? Çelik ve alüminyum konusunda taraflar bir çözüme ulaşmak için işbirliği yapacaklarını açıkladılar; bu ne zaman ve nasıl olacak? Trump, görüşmeler devam ettiği müddetçe otomobile yeni vergi getirilmeyeceğini söyledi, ama “ilerideki bir tarihte” yapılacak görüşmeler ne zaman ve nasıl yapılacak?

Trump-Juncker görüşmesinden çıkan diğer bir sonuç da AB’nin ABD’den soya fasulyesi ve sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) alımını artırmayı kabul etmesi oldu. Soya fasulyesi, ABD’nin tarım sektörü için önemli bir konu. Dünya Bankası verilerine göre 2017 yılında ABD, 55,7 milyon ton soya fasulyesi ihraç etmiş, bunun 32 milyon tonu da Çin tarafından satın alınmış. Ancak Çin, ABD’nin tarife artırımlarına misilleme olarak kendisi de ABD’den ithal edilen bir çok ürüne karşı tarife artırımı kararı aldı ve bu ürünlerin başında da soya fasulyesi geliyor. Çin artık soya fasulyesini başka yerlerden (özellikle Brezilya’dan) alacak, ABD de ürettiği soya fasulyesi için yeni pazarlar arayacak. Ancak Avrupa’nın soya fasulyesi talebi ABD’deki arza ne kadar karşılık verebilir, bu meçhul. 2017’de AB’nin 28 ülkesinin ABD’den aldığı soya fasulyesinin toplam miktarı 4,4 milyon ton; yani Çin’in tek başına aldığının sadece sekizde biri.

LNG’de de benzer bir durum var. ABD geçen yıl 22,3 milyar dolarlık LNG ihracat etmiş; bunun ancak 1,4 milyar dolarlık kısmı AB’ye gitmiş. Ancak LNG ve genel olarak enerji, soya fasulyesinden farklı bir durum teşkil ediyor. Enerji alanında Rusya’ya bağımlılığını azaltmak isteyen Avrupa için Amerikan gazı doğru bir tercih olabilir.

Trump-Juncker görüşmesinde taraflar Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) reformu, fikri mülkiyet hakkı ihlalleri ve zorunlu teknoloji transferleri gibi konularda işbirliği yapmaya karar verdiler. Ancak bu konularda da somut bir öneri, bir yol haritası ya da bir takvim söz konusu değil.

- Yeni gruplaşama arayışları

ABD ile AB arasında en üst düzeyde yapılan bu görüşme, küresel ticarete geçici de olsa bir nefes aldırdı. Ancak küresel ekonomi, sadece ABD-AB ekseninden oluşmuyor ve birçok farklı eksende küresel ticaret savaşları devam ediyor. Örneğin, otomobil konusu, Avrupa’yı olduğu kadar ABD’nin komşuları Kanada ve Meksika ile birlikte Asya’nın büyük ekonomileri Japonya ve Güney Kore’yi de etkiliyor. Diğer yandan ABD ile Çin arasında ticaret savaşları devam ediyor. Son olarak ABD, Çin’den ithal edilen 34 milyar dolara karşılık gelen ürünler üzerindeki tarifeleri artmış, Çin buna misillemede bulunmuş, ABD ise bu tutarın 500 milyar dolara kadar çıkartılabileceğin açıklamıştı. Bu arada 2017 yılında ABD’nin Çin’den ithalatı 526,2 milyar dolardı. Yani ABD, Çin’den yaptığı ithalatın neredeyse tamamına vergi uygulayacağını söylüyor.

Küresel ticaret sistemi ciddi bir belirsizliğin içerisine sürükleniyor. Bu ortamda ülkeler arasında bir takım gruplaşma çabalarının olduğu da görülüyor. Çin ile Rusya ekonomik anlamda yakınlaşıyor. AB ile Japonya geçtiğimiz haftalarda bir ekonomik ortaklık anlaşmasına imza attılar. Trump ile Juncker’in görüşmesinde ise Çin’e karşı bir ortak tutum geliştirme konusu gündeme geldi. Ancak bu tür gruplaşmalar da çözüm değil. Her aktörün birbirine bağımlı olduğu bir küresel ekonomide esas olan ayrımları derinleştirmek değil, çok taraflı olarak diyaloğu ve ortaklıkları geliştirmek olmalı. Hiçbir ülkenin, ben falanca ülkeye kapılarımı kapatırım, diğerleriyle ticaretimi yaparım diye bir lüksü yok, bu durum küresel ekonominin doğasına da aykırı. Aslında taraflar da bunun bilincindeler. Juncker, Trump ile Çin’e karşı alınacak önlemleri konuşurken, AB ülkelerinin liderleri art arda Pekin’i ziyaret ediyorlar ve Çin’le milyarlarca dolarlık anlaşmalar imzalıyorlar.

Küresel kriz ile sarsılan, Trump ile birlikte iyice bir belirsizlik ve güvensizlik ortamına giren küresel ticaret sisteminin yenilenmeye ihtiyacı var. Ticaret savaşlarının kazananı olmaz, Trump-Juncker görüşmesi gibi inisiyatifler ise sadece geçici bir rahatlama sağlar. Esas olan güveni yeniden tesis ederek, küresel ticaret sistemini bunun üzerine yeniden inşa etmek. Bunun için de dünyanın tarife artırımlarına değil, daha fazla diyaloğa ihtiyacı var.

[Doktorasını Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde tamamlayan Altay Atlı, Koç Üniversitesi öğretim görevlisidir]

Yorumlar