Fethullah Gülen, Şarkul Avsat’a konuştu: İslam’da devlet değil, toplum önemlidir
Arap dünyasının önde gelen gazetesi Şarkul Avsat, Fethullah Gülen Hocaefendi ile gündemdeki konuları değerlendiren özel bir röportaj yayınladı.
Arap dünyasının önde gelen gazetesi Şarkul Avsat, Fethullah
Gülen Hocaefendi ile gündemdeki konuları değerlendiren özel bir
röportaj yayınladı. Londra merkezli gazete, Gülen’le yaptığı
mülakatın ilk bölümünü “İslam ve demokrasi barış içinde
yaşayabilir” başlığıyla verdi.
Gazetenin birinci sayfasında genişçe yayınlanan röportaj, iç
sayfalarda kapsamlı olarak yer aldı. Gazete, ”Büyük Türk -İslam
âlimi ve davetçisi” şeklinde tanımladığı Gülen’in “Yeteri kadar
cami ve mescit var; okullar açmalı” sözlerine de dikkat çekti.
Şarkul Avsat, Fethullah Gülen ile özel mülakatı iki bölüm halinde
yayınlayacak.
Röportajın girişinde Türkiye’deki gelişmeler hakkında bilgi veren
Şarkul Avsat, Türkiye’nin Arap ve İslam dünyası için demokrasi
bakımından örnek bir ülke olduğunu vurguladı. Gazete, Gezi
olaylarıyla başlayarak Türkiye’nin bu imajının sarsılmaya
başladığını dile getirdi.
Türkiye’de birçok kişinin ülkenin siyasi ve ekonomik bakımından
istikrara kavuşması, askeri vesayetin sonlandırılması, Güneydoğu’da
barış sürecinin başlatılması ve Avrupa Birliği’ne katılım yolunda
yapılan reformlardaki başarıları AK Parti’ye atfettiğini belirten
gazete şu ifadeyi kullandı: “Türk balayı sona erdi ve bizzat
Erdoğan kendini fırtınanın ortasında buldu!”
Şarkul Avsat, Erdoğan’ın muhaliflerce “iktidar kibri ve
sarhoşluğuna kapılmakla” suçladığını aktarırken şu değerlendirmeyi
yaptı: “Durumu daha da çıkmaza sokan şey ise Erdoğan’ın
protestoculara karşı sert tutumu, AK Parti hatta Erdoğan ve
ailesini de içine alan son yolsuzluk soruşturmalarındaki tutumu
oldu.”
Gazete röportaj sunumunda ayrıca, AK Parti yetkilileri ve ülkedeki
bazı gözlemcilerin, yolsuzluk soruşturması ve sızdırılan ses
kayıtlarının arkasında Gülen cemaatinin olduğunu ve hedefin ise
Erdoğan’ı suçlu göstermeye çalıştığını iddia ettiklerine değindi:
“AK Parti, Hocaefendi’nin açıkça reddetmesine rağmen Erdoğan,
Gülen’i ‘paralel bir devlet’ kurmak, polis ve yargı mekanizmasını
ele geçirmekle itham etti. Bunun üzerine yüzlerce polis memurunun
yerlerini değiştirdi, yargı ve interneti kontrol için yeni kanunlar
çıkardı, bütün itirazlara rağmen geçen ay özel dershaneleri kapatan
kanun tasarısını meclisten geçirdi.”
“HİZMET ERLERİ, HİÇBİR MANİPÜLASYONA GELMEYECEK BİR RUH HALİ
İÇİNDE”
Röportaj sunumunda devamla, “Gülen’i eleştirenler, Hizmet
Hareketi’nin 160 ülkeye yayılmış 2000’den fazla özel eğitim
kurumlarıyla Türkiye’yi İslamlaştırma gibi gizli bir gündeminin
olduğuna inanmakta. Ancak birçokları Hareket’in bir örgüt ve resmi
üyeliğinin olmadığını, Gülen’in siyasal İslam değil, Sünni-Hanefi
mezhebinin hoşgörü, insanlık ve müspet bilimlerin temsilcisi
olduğuna inanmaktalar.” denildi.
Şarkul Avsat, Fethullah Gülen Hocaefendi ile yaptığı röportajın ilk
bölümünü okuyucularıyla şu şekilde paylaştı:
-Dünyanın dört bir yanında bulunan milyonlarca taraftarınızı ve
açılan yüzlerce okulu tek bir hareket olarak görüyor musunuz?
Şahsen bu kişilere benim ya da bir başka kişinin taraftarı demeyi
yanlış buluyorum. Bu yüzden –ci, cu gibi ifadelerle isimlendirme
yapmanın beni çok ciddi rencide ettiğini defaatle dile
getirmişimdir. Bu insanların herkes için makul ve mantıklı olabilen
projeler etrafında gönüllü bir şekilde bir araya gelmiş kişiler
olduğunu hassasiyetle belirtmek isterim. Camia, dinden ilham alan
bir camia olmakla birlikte, projeleri makul ve evrensel insani
değerlerle tamamen uyumlu, fertlerin özgürlüğünü, insan haklarını
ve sulh içinde bir arada yaşamasını hedefleyen projelerdir. Bu
yüzden her millet ve dinden insanlar ya bu projelere dünyanın 160
ülkesinde kucak açtılar ya da aktif veya pasif doğrudan ya da
dolaylı destek verdiler.
Bu yönü ile de bu camianın gönüllülerinin mütecanis (homojen)
olduğunu söylemek imkânsızdır. Homojen olmama durumu, sadece
değerler kısmında değil, sempatizanlık ve katılım açısından da
geçerlidir. Kimisi yurtdışında öğretmenlik yapıyor, kimi bir burs
veriyor, kimisi gönüllü vakit ayırıyor vesaire... Belli ortak
değerler (özgürlük, insan hakları, inanca saygı, herkesi olduğu
gibi kabul etmek ve diyaloga açık olmak, dinin siyasete alet
edilmesine karşı olmak, hukuka saygılı olmak, devletin gücünü
suiistimal etmemek, demokrasiden geri dönülmemesi gerektiğini
savunmak, devlet gücünü kullanarak baskı ve cebir ile bireyleri,
toplumları dönüştürmeye, onlara din empoze etmeye itiraz etmek,
sivil topluma güven duymak, eğitim yolu ile barış için çalışmak,
her söz ve eylemde yaratıcının rıza ve hoşnutluğunu aramak,
yaratılanı yaratandan ötürü sevmek, hangi dinden ve inançtan olursa
olsun kişilerin ahlaki değerlerini güçlendirmeye çalışmak vb.)
etrafında kendi rızaları ile toplanan her etnik gruptan, inançtan
ve siyasi partiden kişilerin oluşturduğu bu topluluk için şimdiye
kadar kullanılan Cemaat, Hizmet veya Camia gibi ifadelerin hiçbiri
tam istenilen manayı ifade etmemekle birlikte mevcut terimler
arasında “Camia” ifadesi en münasibi görünüyor.
Homojen bir yapı olmamakla birlikte yukarıda serdedilen değerler
etrafında kenetlenmiş bu insanların yukarıda işaret edilen
değerlere muhalif, harici hiçbir manipülasyona gelmeyecek bir
birlik ruhu ve bilinci içinde olduklarını söyleyebilirim.
“EĞİTİMİN ÇOK CİDDİ PROBLEMLERİ VARKEN DERSHANELERİ KAPATMAK İYİ
NİYETLE TELİF EDİLMEZ”
-Hükümetin dershaneleri kapatma kararını nasıl yorumluyorsunuz?
Öncelikle ifade etmem gerekir ki dershane kurumu, Türk eğitim
sistemindeki yetersizliklerin getirdiği zaruretle ortaya çıkmış
yapılardır. Tamamen anayasal bir hak olarak özel teşebbüsün, mevcut
kanunlar çerçevesinde açtığı meşru müesseselerdir. Bu kurumlar
direkt Camianın değil, Camiaya sempati duyan, gönül veren iş
adamlarının açtıkları büyüklü küçüklü özel şirketlerdir. Ve
açıldıkları günden itibaren yıllardır hem eğitim hem de mali açıdan
devlet tarafından denetlenmektedir. Ayrıca bu kurumlar diğer tüm
kurumlar gibi devlete vergilerini vermektedirler. Türkiye’deki tüm
dershanelerin az bir oranı Camia’nın gönüllüsü işadamları
tarafından işletilmektedir.
Eğitimin çok ciddi problemleri varken bu problemleri halletmeden
dershaneleri kapatmaya teşebbüs etmek iyi niyetle telif
edilemez.
“HİZMET VEREN, İYİ İNSAN YETİŞTİREN MÜESSESELERİ KAPATMAK, HÜR
TEŞEBBÜSE VE TOPLUMA VURULAN DARBEDİR”
Matematik ve fen gibi ihtiyaç duyulan alanlarda velilerin talebine
binaen hukuka uygun bir şekilde yıllardır hizmet veren bu
müesseseleri devlet zoruyla kapatmak hür teşebbüse vurulan bir
darbedir.
Diğer taraftan Camia’nın temel düsturları içinde hareket eden
öğretmenler ahlaklı, dürüst, çalışkan, herkesi kendi konumunda
kabul eden vs. tutumları ile bu öğrencileri de elbette olumlu yönde
etkiliyorlar. Devlet okullarının üstesinden gelemediği sigara
tiryakiliği, alkolizm ve hatta uyuşturucu müptelalığı gibi
problemlerin Allah’ın izni, inayet ve lütfu ile bu kurumlarda
olmadığını görüyoruz. Bugüne kadar hukuka, ahlaka, evrensel insani
değerlere ve demokrasiye karşı yanlış hiçbir tavrı olmamış bu
kurumların, hiçbir ciddi kamuoyu tartışması ve talebi olmadan (tam
tersine halk bunların açık kalmasını istiyor) kapatılmak istenmesi,
tüm bu kazanımlara engel olunması anlamına da gelecektir.
“SİYASETLE İLGİLİ TEKLİFLERİ, MAKAMLARI REDDETTİK”
- Siyasi bir amacınızın olmadığını söylediniz. Ancak, devlette
takipçileriniz var. Bunun Türkiye’de bir avantajınız olduğunu
düşünüyor musunuz?
Bu camia başından itibaren siyasi değil, eğitim, sosyal, kültürel
ve yardımlaşma yolu ile insanlığa hizmet düşüncesiyle yola çıkmış
ve bütün enerjilerini bu hususta sarf etmiştir. Eğitim yoluyla
sosyal problemleri insanda çözme yolunu tercih etmiştir. Fakir,
vaazlarımda, yeteri kadar caminin olduğunu ve bunların çoğunun boş
olduğunu, onun yerine okul açılması gerektiğini hep teşvik ettim.
Şayet siyasi bir hedef olsaydı mesela parti kurmak gibi elbette
bugüne kadar, 40-50 yıllık süre içerisinde, bunun çok değişik
tezahürleri olurdu. Hem bana hem de arkadaşlarımıza değişik
zamanlarda siyasi mansıp ve paye teklifleri yapıldı; ama biz
bunları reddettik. İstense idi, mevcut siyasi partilerin çöküşe
gittiği 2001 yılında, Camia da bu fırsatı başkaları gibi
değerlendirip bir siyasi parti kurabilirdi. Ama buna tevessül
edilmedi. Ve yine, eğer istenseydi dün de bugün de iktidara gelen
siyasi partilerde hatırı sayılır sayıda sempatizanlarımız
olabilirdi. Ama herkesin malumu olan iki arkadaşımız dışında
yoktur.
“DİN ADINA SİYASET YAPILMASINA DİNİN SİYASETE ALET EDİLMESİNE
HİÇBİR ZAMAN MEYYİLİ OLMADIM”
Din adına siyaset yapılmasına, dinin siyasete alet edilmesine, dini
sloganlarla siyaset yapılmasına hiçbir zaman meyilli olmadım.
Ancak, elbette siyaset de meşru bir alandır, her ne kadar bizler
siyasete girmesek ve parti kurmasak da bunu yapanlara karşı
çıkmayız. Çünkü demokrasilerde partiler olmadan siyaset yapmak
imkânsızdır. Camiamızın parti kurma anlamında elbette bir siyasi
amacı yoktur. Lakin yukarıdaki soruda ifade etmeye çalıştığım ve
Camianın temel dinamikleri arasında yer alan konuların, evrensel
ortak değerlerin elbette siyasete bakan yönleri de vardır. Bir
müteşebbis, sade vatandaş, bir eğitimci ve sosyal aktör olarak
elbette herkes gibi bu Camianın da siyasetten talepleri olmuştur ve
vardır. Fakat bu meşru talepler her zaman için meşru zeminlerde
aranmış, kanunun ve ahlakın karşısında olan hiçbir metoda tevessül
edilmemiştir.
“CAMİAMIZIN PARTİ KURMAK GİBİ BİR SİYASİ AMACI YOKTUR”
Hukukun üstünlüğünü, insan haklarını, özgürlükleri, barışı, düşünce
ve teşebbüs hürriyetini, ülkenin istikrar ve düzenini, kaos ve
anarşinin ortaya çıkmamasını, herkesin olduğu gibi kabul edilmesini
elbette camiamıza gönül veren vatandaşlar, tabii bir şekilde
idarecilerinden bekler. Bu yönde eksiklikler olduğunda bunu tamamen
sivil demokratik imkânları kullanarak dile getirir. Bunları dile
getirmek hem bir vatandaşlık görevi hem de sivil toplumun
amaçlarından birisidir. Bunları yapmak için parti kurmaya gerek
olmadığı gibi bunları dile getirenlere siyasete girdi denilemez,
iktidara ortak olmak istiyorlar denilemez, seçilmemişler
seçilmişlere müdahale ediyor denilemez. Dünyada demokrasisi
gelişmiş her ülkede de bu böyledir.
Demokrasinin işlemesi için siyasal partiler ve seçimler olmazsa
olmazdır, ama sadece bunların olması yetmez. Sivil toplumun
işlerliği de önemlidir. Siyasetçiler halka sadece seçimden seçime
hesap vermezler. Sivil toplum, medyasıyla, örgütlü yapısıyla,
hukuki çerçevedeki faaliyetleriyle, imza kampanyalarıyla, sosyal
medya mesajlarıyla siyasal iktidarı sürekli olarak denetler ve
vaatlerini yerine getirmesi yönünde uyarır. Camiamıza gönül
verenler partizan siyasete katılmamak ve iktidara talip olmamak
prensiplerinde buluşmuşlardır. Ancak bu, sivil toplumun siyaseti
denetleme yetkisinden ve sorumluluğundan da vazgeçtiğimiz anlamına
gelmez.
“HİZMET CAMİASININ SİYASİ BİR PARTİYE ANGAJE OLMASI DA
DÜŞÜNÜLEMEZ”
Ayrıca bunun da ötesinde Hizmet Camiası homojen olmadığı, merkezi
ve hiyerarşik bir yapısı bulunmadığı için tek tip bir siyasi görüşü
de yoktur. Bu yüzden herhangi bir siyasi partiye angaje olması
düşünülemez. Camia’ya gönül veren bireylerin kendilerine has şahsi
siyasi görüşleri vardır. Ancak Camia’da bu konulara girilmez.
Camia’nın takvimi seçim ve siyaset işlerine değil, evrensel ortak
insani değerler etrafındaki projelere odaklanır. Ayni şekilde,
Camia asla ve kata bir başka ülkenin içişlerine ve siyasetine
karışmaz. Bulunduğu her yerde sivil bir eğitim, kültür ve insanlığa
hizmet gönüllüsü olarak bulunur. Camia, bu prensibe sadık kaldığı
için bugün dünyanın 160 ülkesinde rahatlıkla faaliyet
gösterebilmektedir.
Bugün Türk devletinin değişik müesseselerinde bu fikri paylaşan
insanlar olduğu muhakkak; ancak bunların kimler olduğu alınlarında
yazmadığı gibi bunların fişleme gibi metotlarla tespiti de hukuka
aykırıdır ve ahlaki olarak yanlıştır. Kaldı ki bu bahsi geçen
kişiler her kimlerse bulundukları kurumların tüzüklerine tabi,
amirlerine tabi ve ne yapacakları kanunlarla belirlenmiştir. Bunun
herhangi bir kişi için nasıl bir avantaj teşkil edeceğini doğrusu
ben bilemiyorum.
“CAMİANIN EĞİTİM MÜESSESELERİNDE EĞİTİM GÖRMÜŞ KİMSELER NEREDE
VAZİFE ALIRSA ALSIN HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ VE DÜRÜSTLÜK İLE HAREKET
ETMELERİ BEKLENİR”
Tekrar ediyorum; devlette fakiri ve Camiayı sevenler olabilir, her
kanaat önderini seven veya her tür fikri ve ideolojik harekete
sempati duyanlar da bulunabilir, bu gayet doğaldır. Kimse kimsenin
şahsi kanaat, inanç ve dünya görüşüne karışamaz. Camia’nın eğitim
müesseselerinde eğitim görmüş veya bu fikirleri paylaşan kimselerin
nerede vazife alırsa alsın hukukun üstünlüğü, dürüstlük, insan
haklarına saygı, demokratik prensiplere saygı içinde hareket
etmeleri beklenir. Devlet bürokrasisi içerisinde iddia edildiği
gibi kanunların ve amirlerin direktifleri yerine ideolojik ya da
özel bir grubun direktifleri ile hareket edenler varsa bunlar
şahsım dâhil kim adına hareket ettiklerini iddia ederlerse etsinler
mutlaka tespit edilip cezalandırılmalıdır. Camia’ya sempati
duyduğunu iddia edip, kamuda suç işleyenler varsa, derhal gerekli
soruşturmalar yapılıp adalete teslim edilmelidir. Şeffaflık ve
hesap verebilirlik konusunda Camia’nın tavrı her zaman nettir,
bundan sonra da net olacaktır.
“DEVLETİ, SİYASETİ ŞEFFAFLAŞTIRMADAN, HERKESTEN ŞEFFAFLIK TALEP
ETMEK SAMİMİ BİR TAVIR DEĞİLDİR”
Ancak takdir edersiniz ki sivil toplumun şeffaflığını alabildiğince
talep etmek sadece şeffaflığı esas alan siyasi sistemlerde
mümkündür. Devleti, siyaseti şeffaflaştırmadan önüne gelen
herkesten sonuna kadar şeffaflık talep etmek samimi bir tavır
değildir. Türkiye’deki son fişleme, dinleme ve bürokratik tasfiye
olayları da bu tespitimi doğrulamaktadır. Kısa bir sure içerisinde
yerlerinden edilen, binlerce memurun hangi kriterlere göre tespit
edildiği tam bir muammadır ve keyfi idare görüntüsü
vermektedir.
“DİNE, POLİTİK BİR İDEOLOJİ GİBİ BAKILMASININ HER ZAMAN KARŞISINDA
OLDUM”
- Kamusal alan ve politikada İslam’ın daha çok rol oynaması
gerektiğini düşünüyor musunuz?
İslam bir din olarak insanı kendi iradesiyle mutlak hayra, iyiliğe
ve Allah vergisi potansiyelini maksimum şekilde realize edeceği
insan-ı kâmil olmaya sevk eden vahye dayalı bir prensipler ve
pratikler manzumesidir. Vatandaşlarına kendi dinlerini serbestçe
yasama hakkı veren bir demokraside fertler kendi inanç ve
değerlerini hayatlarına yansıtırlar. Demokratik prensipler ve
evrensel insan hakları ve hürriyetleri çerçevesinde inançlarına
uygun seçimler yapar ve kendilerini temsil edenlere fikirlerini
ifade ederler. Bunu seçimlerde oy kullanarak yaptıkları gibi diğer
demokratik haklarını kullanarak da hem bireysel olarak, hem de
sivil toplum çatısı altında onların icraatıyla ilgili kanaatlerini
ifade ederler. Dine politik bir ideoloji gibi bakılmasının hep
karşısında oldum.
SİYASİ AHLAKIN OTURMASI ÖNEMLİ
Ben şahsen Müslüman bir ferdin gerek sivil ve toplumsal gerekse
kamu alanında ve bürokrasi içinde daima Müslümanca davranması
gerektiğini düşünüyorum. Yani İslami ahlak ilkelerine bağlı kalmada
kişi nerede bulunursa bulunsun bu ahlaki sınırlar içerisinde
olmalıdır. Hırsızlık, rüşvet, talan, yolsuzluk, yalan, dedikodu,
gıybet, zina ve ahlaki düşkünlük her yerde günahtır ve gayri
meşrudur. Siyaset için ya da başka maksatlar için bu günahlar
irtikâp edilemez, edilmesine fetva verilemez. Bu suçlar aynı
zamanda evrensel suçlardır. Bireyin ahlakı bu konularda çökmüşse bu
bireyin kamuda ya da siyasi bir hizip içerisinde rol alması ne
kadar anlamlı olur ki? Elbette herkes gibi ben de vicdanen bu
ilkelerin gerek kamuda ve gerekse politikada kamusal ve politik bir
ahlak haline dönüşmesini arzu ederim. Zaten, tüm dünyada kamu ve
politik yapılarda en fazla şikâyet bu yukarıda zikredilen
illetlerden geliyor.
“İNSANLAR DİNLERİNİ YAŞAYABİLİYORLARSA İSLAMİ BİR DEVLET KURMA
ÇALIŞMALARINA GEREK YOK… RİYA VE MÜNAFIKLAŞMA RİSKİNE DİKKAT!”
Bakınız, şunu çok net bir şekilde ifade etmek istiyorum; eğer
insanlar dinlerini diyanetlerini serbest bir şekilde bir ülkede
yaşayabiliyorlar, onun kurumlarını kurabiliyorlar, çocuklarına ve
isteyen başkalarına dinlerini öğretebiliyorlar, dinleri ile ilgili
kamusal alandaki tartışmalarda konuşabiliyor, dini taleplerini
hukuka ve demokrasiye uygun bir şekilde dile getirebiliyorlarsa, bu
insanların dini ya da “İslami” bir devlet kurmaya çalışmalarına
gerek yoktur. Ülkeyi kaos ve anarşiye sürükleyecek huruç,
başkaldırı, ihtilal, şiddet gibi şeylerin hem eldeki demokratik ve
insan hakları kazanımlarına zarar vereceğine, hem de millete yeri
doldurulamaz kayıplar yaşatacağına tarihimiz şahittir.
Zaten, idareyi zorla ele geçirip, insanları onun zoru ile dindar
yaptığınız ülkelerde, insanları münafıklaştırır ve devlete mürailik
yapan parazitler haline getirirsiniz. Bu insanlar, ülkelerinde
dindar görünürler; ama yurtdışına çıkınca dine ters ve günahlara
çok açık bir hayat sürerler. Hukuka olan saygı azalır, riya artar.
Farklı ülkelerdeki tecrübelere bu nazarla bakarsanız, soyut görünen
ifadelerimin aslında somut gözlemlere dayandığını göreceksiniz.
“İSLAM’I DEMOKRASİYE, DEMOKRASİYİ İSLAM’A ZIT GÖRMEK YANLIŞTIR”
- Türkiye bağlamında, İslam ve demokrasi bir birine uygun mudur? Bu
durum Türkiye’nin AB sureci hedeflerini nasıl etkiler?
Türkiye, eksikleri de olsa, bir manada 50’li yıllardan itibaren,
kesintileriyle, demokrasiyle idare ediliyor. Demokrasi dünyanın
yöneldiği bir sistemdir. Ülkemizde demokrasiye ilk geçiş de aynı
zamanda halife de olan Osmanlı sultanları zamanında 1876’da
gerçekleşmiştir ve seçilmiş ilk meclisimizin 3’te biri
gayrimüslimlerden meydana gelmiştir. İslâm'ı demokrasiye,
demokrasiyi İslâm'a zıt görmek yanlıştır. Belki idare edenlerin
onları intihap edenlere hesap vermesi itibariyle ve İslam’ın şer
olarak gördüğü istibdadın zıddı olarak İslam’ın idareyle alakalı
prensiplerine en uygun sistem olduğu söylenebilir.
İslamiyet’in demokratik seçimler, hesap verebilirlik, hukukun
üstünlüğü, gibi temel prensipleri ile bir problemi yoktur. Ben 1994
yılında demokrasiden geriye dönüş olmayacak dediğim zaman bazı
çevreler itiraz etmişlerdi. Ama demokrasinin de çok yorumları ve
farklı tipleri var. Kemale erdiği söylenemez. Bir tekemmül
sürecinden geçiyor.
“ÖZGÜRLÜKLERİN OLMADIĞI YERLERDE ŞİDDETE ASLA BAŞVURULMADAN
DEMOKRATİK YOLLARLA BU ÖZGÜRLÜKLERİ ELDE ETMEK İÇİN UĞRAŞ
VERİLMELİ”
Canın, aklın, malın, ailenin ve dini özgürlüklerin korunduğu,
kişilerin hak ve özgürlüklerinin savaş halleri gibi çok ciddi
istisnalar dışında sınırlanmadığı, azınlıkların eşit vatandaş
muamelesi gördüğü ve hiçbir ayrımcılığa tabi tutulmadığı,
bireylerin şahsi, sosyal ve siyasi işlerde fikirlerini serbestçe
dile getirip bunları uygulayabildiği bir ülke İslam’a uygun bir
ülkedir. Bir ülkede, insanlar, hangi sistem olursa olsun, düşünce
ve inançlarını özgürce ifade edebiliyor, dinlerini yasayabiliyor,
mülk edinme gibi özgürlüklerine sahiplerse, Müslümanların ve diğer
din sahiplerinin o ülkenin rejimini değiştirme gibi bir görevleri
yoktur. Bu özgürlüklerin olmadığı yerlerde, şiddete asla
başvurmadan, demokratik yollarla bu özgürlükleri elde etmek için
uğraş verilmelidir.
Yalnızca Türkiye’de değil tüm İslam ülkelerinde daha doğrusu
Müslümanların yoğunlukta yaşadığı topraklarda demokrasi ile
İslam’ın barışık bir şekilde yaşayabileceğini düşünüyorum. Bu
sistemi kötü ilan eden her yerde insan hakları ihlalleri, ahlaki ve
hukuki kırılmalar, dini ve etnik kavga ve çatışmalar diz boyudur.
Demokrasi bugün itibari ile insanlığın ortak bir örfüne mazhar
olmaya doğru ilerliyor. Dindarlar, sivil toplum kuruluşları
vasıtası ile dinlerini yaşama, uygulama, temsil etme ve hatta
anlatma ve öğretme imkânına AB standartlarındaki rejimlerde
sahiptirler. Asıl olan birey ve sivil toplum seviyesinde dini
değerlerimizi yaşamak ve temsil etmektir.
“AVRUPA BİRLİĞİ DEMOKRATİK STANDARTLARI YOLUNDA ATILAN ADIMLARDAN
GERİYE DÖNÜŞ VAR”
Türkiye'de tam bir demokrasi olduğu söylenmiyor. Türkiye’de de
baskı altındaki, üniversitelerde başını örtmesi yasaklanan
dindarlar, AB sürecinin sonucunda pek çok haklarını elde ettiler.
Sadece bu açıdan bakıldığında bile AB süreci Türkiye’ye çok faydalı
olmuştur. Avrupa Birliği’ne giriş sürecinde Türkiye’de demokrasi
adına ciddi reformlar yapıldı. Bu reformlar devam ederse ve Türkiye
demokratik sistemi, hukukun üstünlüğü, insan hak ve hürriyetlerine
saygı itibariyle AB standartlarını yakalarsa zannederim nüfusunun
Müslüman olması tam üyeliğine bir mani teşkil etmeyecektir. Şayet
Avrupa’da İslam aleyhtarı taassup sahipleri Türkiye’nin üyeliğine
mani olursa, Türkiye’nin demokratik kazanımları kendine kâr
kalacaktır. Ancak maalesef son dönemde AB demokratik standartlarını
benimseme yolunda Türkiye’de atılan adımlardan geriye dönüş söz
konusudur.
“MEZHEP İMAMLARININ ORTAYA KOYDUKLARI YORUMLARI BİR ZENGİNLİK
OLARAK GÖRÜLMELİ”
- Size göre Hanefi İslam’ı nedir?
Böyle bir şey söz konusu olamaz. Böyle bir tabir kullanılamaz.
Sadece Hanefilerin ve diğerlerinin dinin esasatı değil, yoruma açık
yönlerini kendine göre belli bir metot çerçevesinde belirledikleri
yorumları olabilir. Bu yorumlar başkalarınınkiyle örtüşebilir veya
çelişebilir. Bunlar dinin ruhuna, Kur’an ve Sünnet mantığına temel
prensiplerine aykırı olmadıkları müddetçe İslam dairesi içinde yer
alır. Mezhep imamlarının yaşadıkları yerlerdeki şartlar, Kur’an ve
Sünneti yorumlamalarında etkili olmuştur. Siyasi ve kültürel
şartların yorumlarda etkisi vardır. Ama İmam-ı Azam, İmam Şafii,
Hz. İmam Malik ve Hanbel (Allah onların hepsinden razı olsun) her
biri kedilerini dine adamış samimi ve çilekeş insanlardır. Onların
ve talebelerinin çabalarıyla ortaya çıkan bu yorumları bir
zenginlik olarak görmek lazımdır.
DEVLETİN KUTSANMASI ÖNCELİKLİ DEĞİLDİR
Fakir de âcizane onların geleneğini takip etmeye çalışıyorum. Bu
anlayışta, devletin kutsanması değil canın, aklın, malın, ailenin
ve dinin korunmasının öncelikli olması, insanın tercih ve teşebbüs
hürriyetine sahip olması, vahyi ve nasları anlamada naklin yanında
aklın ve hatta toplumsal tecrübelerin ve maslahatların da devre
dışı bırakılmaması, sarih nassın haricinde dinin yoruma, içtihada
ve tevile açık alanlarında içtihat müessesesinin işletilmesi, emr-i
bil-ma’ruf ve nehy-i ani’lmünker yapabilme hürriyeti, her dinin
sadece bireysel seviyede değil kamusal alan ve mekânda da ifade
edilebiliyor ve yaşanabiliyor olması, hukuka, asayişe, huzura ve
düzene saygılı olunması, terörün, masumları katletmenin bir
insanlık suçu olduğunun kabulü, medenilere galebenin icbar ile
değil ikna ile olduğu, dinin yüzde 98’inin maneviyat, ruhaniyet,
ahlak, ahiret, kulluk, ibadet, kemalat, hoşgörü, temsil, sevdirme,
müjdeleme olduğu şeklinde özetlenebilir.
Aslında, sosyolojik bir perspektiften bakıldığında, Türkiye
Anadolu’sunda bin küsur yıldır üretilen İslam telakkisi böyle bir
telakkidir. Her tür şiddete, aşırılığa ve dinin politize edilmesine
karşı sevgi, hoşgörü, karşılıklı kabul, tevazu, mahviyet ve sadrı
geniş bir İslam telakkisidir. Toplumsal ve kamusal alanda da hak,
adalet, özgürlük ve barışı önceleyen bir telakkidir. Yani her
yönüyle açık bir toplum dokusudur. CİHAN
Yorumlar