Ruhsatsız algı inşaatı

Temeli baştan yanlış atılan algı inşaatının, yanlış üzerindeki yanlışlarını değerlendirmek abes olsa da depremden sonra en çok taşlanan yapı denetim firmalarına yüklenen algıya sadece “pes” diyebiliyorum

Depremin ardından yıkılan binaların sorumluluğunu kamuoyuna izah etmeye çalışırken, sektörün ve meslek onurunun hikayelere kurban gittiğini de esefle görmeye başladık. Temsiller öyle konusundan sapmış halde ki neresini düzelteceğimizi şaşırır olduk, dilden dile anlatılan hikayedeki gibi: “Davut değil İbrahim, Ayşe değil İsmail, koyun değil koç!”

Siyaset, ehliyet, liyakat, dürüstlük, adalet, hakkaniyet, mesleki namus, emsal, popülizm ve ahlak inşaatta olduğu kadar, inşaat sektörü haricindeki, bilhassa kamuoyunu doğrudan ilgilendiren sektörleri de kapsayıcı evrensel başlıklardır. Gelelim binde 1 ihtimalle bile gerçekleşme imkânı olmayan hikâyenin doğrularına…

İmar planlarında deprem bölgesi olmasına ya da olmamasına bağlı olarak kat planları belirlenmez. Nazım imar planlarında belirli olan kat emsalleri o zeminin taşıyabileceği kat adedi ile alakalı değildir. Aynı ada içerisinde parselin genişliğine göre farklı kat adetlerinin çıkması ya da parsel birleştirilmesi ile emsal değerlerinin yükselmesi mümkündür. Bu da teknik olarak hiçbir sıkıntı ifade etmez.

Ankara’da nüfuzlu tanıdığı olan bir kişinin başkan için onca emek vermişken meclis üyesi ile görüşüp başkanı tavlamaya çalışmasını bir kenara bırakarak, mecliste çoğunluğa sahip olan bir partinin neden muhalefetin desteğine ihtiyaç duyduğunu anlamak güç. İmar planı değişiklikleri oy çokluğu ile alınan kararlardır. Hangi mahalde olursa olsun, aynı adada 3 kat yerine 5 kat imar veren bir belediye, başka bir zamanda aynı planın diğer parseller için de isteneceğini bilerek o topa girmez.

Genç de olsa, yaşlı da olsa, yeni mezun da olsa, 30 yıllık tecrübeli bir mimar ya da mühendis de olsa, 5 katlı bir binayı projelendirmek neredeyse fakültelerin giriş 101 dersi niteliğindedir. Kaldı ki bu çizimler ve detaylandırmalar senelerce denenmiş ve tatbik edilmiş programlar aracılığıyla test edilir. Bu mesleki kötüleme dolayısıyladır ki, genç mühendisler ve mimarlar piyasaya uyum sağlayana kadar piyasadan daha uyguna çizim yapmaya mecbur bırakılırlar. Bu yaftalar dolayıdır ki, birçok genç mühendis ya da mimar açtıkları ofislerin genel giderlerini dahi karşılayamadan kapatma cihetine gitmektedir.

Hiçbir zemin etüdünde sıvılaşma tespit edilmez. Sıvılaşma terimi, deprem esnasında zeminin gösterdiği bir özelliktir. Her türlü zemine gerekli iyileştirme yapılarak yapı yapılabilir. Ayrıca bu zemin iyileştirmesi için üst yapıda herhangi bir malzeme artmaz ya da eksilmez. Hiçbir zemin etüt şirketi de alacağı “üç kuruş” için, “üç kuruştan” kaçmaya çalışan insana -sözüm ona- sağlam raporu vermez. Zaten zeminde sağlam raporu diye bir şey de yoktur, elde edilen teknik verilerin sayısal referans değerler ile karşılaştırılması mevzu bahistir. Keza zemin etüt raporu, ilgili kamu çalışanı tarafından esas yönünden zaten incelenemez, usul yönünden eksik ya da hata varsa incelenir zira ilgili analizler meslek odalarının verdiği yetki veçhile yapılır. Hiçbir yönetici de saçmalığı “rica” etmez.

Temeli baştan yanlış atılan algı inşaatının, yanlış üzerindeki yanlışlarını değerlendirmek abes olsa da depremden sonra en çok taşlanan yapı denetim firmalarına yüklenen algıya sadece “pes” diyebiliyorum. Teraziden çalan bir kişinin esnaflığa halel getiremeyeceği gibi, alenen yanlış haber yapan kişinin gazeteciliğe leke süremeyeceği gibi, bir yapı denetim mühendisinin körü körüne yapıya onay vermesi de yapı denetim sektörünü kötüleyemez. Kaldı ki aklı olan hiç kimse mal ya da can kaybıyla neticelenecek bir yola kendini sürüklemez. Yapan varsa da mutlaka hesabını verecektir. Bir tane yapı denetim firmasının bile tanıdık vasıtasıyla iş yapmayacağına adım gibi kaniyim.

Bakanlığın kilo ile müteahhitlik belgesi vermediğini bir kenara bırakarak, La Fontaine masallarını gölgede bırakacak şekilde “bakkala” iş yaptıran bir kişinin dahi her ne şekilde olursa olsun projeye ve fenni şartlara uyması gerektiğini söylemeye hacet yok. Zaten kahramanımız başta bütün engelleri Mario’dan daha kolay bir şekilde geçtiği için, bu bölümü de kolay atlatmış. Yaklaşık 6 ay sürecek bir inşaatta şantiye şefinin bulunmasının maliyeti nedir ki bu riske girilsin? Gerçi hikâyede mana aramak ne denli doğru.

Günahlar dünyasının diğer günahkarlarından kalfalar hırsızlığa aracı olmuş hatta doğrudan hırsız olmuş, yolda bekleyen beton ne hikmetse durduğu yerde dayanım kaybetmiş, üzerine su eklenince iyice dayanım kaybetmiş, olayın kahramanları bir de “olsun yahu” demişler. Bitmemiş; Bakanlık “ne olacak, bu dosyaya da bakmayıverelim” demişler, bunca adiliğin döndüğü hikayemizde herkes mutluymuş. Neresinden tutsanız elinizde kalan bir hikâye burada da bitmiyor tabi.

Birkaç teknik terimi yan yana getirerek sektörün içerisinde ne kadar kişi varsa töhmet altında bırakmaya çalışıp bundan prim yapacağınızı mı zannediyorsunuz? Hikâyenin sonunda ürün yerleştirme tadında yetkinlikten ve dürüstlükten dem vurmak, diğer tüm sanrılara kalem mi çekiyor? İlm-i siyasetle tüm mühendislere, mimarlara, kalfalara, kamu çalışanlarına atılan bir iftira niteliğindeki bu mugalataya sadece “edep ya hu” diyorum. Zira diğer anlatılanların hiçbiri kirli algı kadar değer görmeyecek.

Tüm o başlıkların en başında yazılması gereken bir serbülent var: İnsanlık. O olmayınca geri kalanlar zaten hükümsüz kalıyor.

Diğer Yazıları

Yorumlar