Kılıçdaroğlu 'parti içi muhalefete karşı' yürüyor
Anayasa referandumundan sonra CHP'nin 'Gezici'lerle birlikte sokağa dökülmesini isteyen parti içi muhalefetin Kılıçdaroğlu üzerinde oluşturduğu baskı 'Adalet Yürüşü'yle son bulacak. Kılıçdaroğlu, yürüyüş ile muhalefeti bastırmış olacak. Atilla Yayla, Serbestiyet'te kaleme aldığı yazısında Kılıçdaroğlu'nu bu yürüyüşle parti içi muhalefeti bir kez daha batıracağını böylece koltuğunu uzun süre garantiye alacağını yazdı. İşte o yazı:
Geleneğinde şiddet olan grupların şiddet kullanmaktansa yürümesi daha iyidir. Demokraside önemli olan, görüş ve taleplerin ne kadar uçuk, marjinal ve rahatsız edici görünürse görünsün dile getirilebilmesidir. Bu, demokrasinin olgunluğuna, ifade özgürlüğünün genişliğine delalet eder.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun “adalet” yürüyüşü devam
ediyor. Yüzlerce kilometre geride kaldı. Şimdiye kadar önemli bir
problem ortaya çıkmadı. Umarım yürüyüş sorunsuz tamamlanır.
Siyasetçiler arasındaki sert atışmalara ve olağanüstü hâl içinde
olmamıza rağmen siyasal iktidarın yürüyüşü engellememesi, çok ciddî
güvenlik tedbirleriyle olayı idare etmesi de demokrasimize artı
puan olarak ekleniyor.
Kılıçdaroğlu’nun yürüyüş hedefi muğlak. Adalet onu istemekle
tecelli etmiyor. Birçok bileşeni var ve bunların tatminkâr bir
işleyiş ve uygulanış seviyesine ulaşması çok yönlü ve uzun vadeli
bir çabaya bağlı. Hukuk eğitiminden mevzuata, Adalet Bakanlığı’nın
yapılanmasından personelin zihniyetine kadar birçok alanda reform
istiyor. Bu yüzden yürüyüşe katılanların ve uzaktan destek
verenlerin, söz gelimi hükümetin yarın “evet bundan sonra daha iyi
bir adalet sistemimiz olacak” demesiyle adalet sisteminin
işleyişinde fazla bir şey değişmeyeceğini bilmesi gerekir.
Yürüyüşün asıl hedefi, köşeye sıkıştırmaya çalıştığı özne hükümet.
Buna şüphe yok. Nitekim hükümet çevreleri yürüyüşe bana göre bazı
bakımlardan abartılı sayılacak tepkiler gösteriyor. Fakat yürüyüşün
CHP yönetimi ve Kılıçdaroğlu tarafından pek ifade edilmeyen bir
hedefi daha var: Parti içi muhalefet.
Türkiye’nin siyasî geleneklerini ve siyasî pratiğini hepimiz
biliyoruz. Bu ülkede siyasî liderler kolay kolay yerlerini terk
etmiyor. Haydi, seçim kazanan liderlerin koltuğunu muhafaza etmesi
anlaşılır bir şey. Aynı zamanda meşru. Neticede zafere giden orduyu
-- ve komutanını -- herkes alkışlar. Muzaffer bir lidere kimse “git
artık” diyemez. Asıl şaşırtıcı olan, seçim kaybeden liderlerin
koltuklarında kalmaya devam etmesi, hattâ seçim mağlubiyetlerinin
onlara yerlerini daha da sağlamlaştırma imkânı vermesi.
Bu liderlerin en başında gelen kişi Kemal Kılıçdaroğlu. Genel
Başkan olmasından beri girdiği tüm seçimleri kaybetti. Bazılarında
tam bir hezimete uğradı. 16 Nisan referandumunda başını çektiği
“hayır” blokunun yüzde 48,6’ya ulaştığını gördü ama bu da tam bir
zafer değil. Bu oyların hepsi CHP’nin heybesinde durmuyor. Kaldı ki
neticede bir oy farkla bile olsa kazanan kazandı, kaybeden
kaybetti. Yani CHP ve lideri 16 Nisan’dan da yenik çıktı.
Seçim yenilgileri kaçınılmaz olarak partiler içinde rahatsızlıklara
sebep olur. Çünkü siyasal partilerin amacı iktidara gelmektir.
Özellikle “sepet partileri” veya öyle olmaya çalışanlar -- ki
bunlara merkez partileri de diyebiliriz -- iktidara açtır. İktidara
gelmedikçe tam bir zafer kazanmış olamazlar. Tabanlarını madden de
manen de tatmin edemezler. Dolayısıyla mağlubiyete abone olmuş
partilerde açık veya örtük bir iç muhalefet kolayca gelişir.
CHP eskiden beri bir merkez-sol partisi olmaya çabalıyor. Örgütsel
bakımdan ise bir fraksiyonlar koalisyonu hüviyetine sahip. Parti
içi iktidara muhalif gruplar, zaman zaman parti liderliğine yönelik
çeşitli sertlikte eleştiriler yapıyor. Parti içi iktidarı kazanmak
için seçimli genel kurul ataklarına girişiyorlar. Şimdiye kadar
başarılı olamadılar. Öyle sanıyorum ki bu yürüyüşten sonra
başarmaları daha da zor. Bu yönüyle yürüyüş, parti içi muhalefete
karşı bir yürüyüş özelliği de taşıyor. Bu saatten sonra parti içi
muhalefet kolay kolay Kılıçdaroğlu’na baş kaldıramaz. Hattâ
eleştirilerinde bile daha sınırlı ve ölçülü olmaya dikkat etmek
zorunda kalır. Dolayısıyla, iktidarla ilişkileri ne şekil alacak
olursa olsun, Kılıçdaroğlu ve ekibi bu yürüyüşten parti içi iktidar
mücadelesinde kazançlı çıkacaktır. Tahmin ediyorum ki parti
yönetimi yürüyüşe karar verirken bunu da hesaba katmıştır.
Yürüyüşe HDP destek veriyor. Bu yüzden, çok da haksız olmayacak
şekilde, PKK çevrelerinin de destek vermekte olduğu söyleniyor.
Başka sol şiddet gruplarının da aynı doğrultuda hareket ettiği
yolunda istihbarat raporlarından söz ediliyor. Bütün bunlar
mümkün.
Ama buna üzülmek değil belki sevinmek gerekir. Şiddeti teşvik eden,
körükleyen provokasyonlar olmadığı, olsa da güvenlik görevlileri
bunları etkisizleştirdiği, CHP yönetimi ve tabanı sokak işgali ve
savaşı çağrılarına kulak asmadığı, prim vermediği sürece, bu
radikal unsurların yürüyüşe bir şekilde destek olması demokrasimize
katkıda bulunacak bir gelişme olarak da değerlendirilebilir.
Geleneğinde şiddet olan grupların şiddet kullanmaktansa yürümesi
daha iyidir. Demokraside önemli olan, görüş ve taleplerin ne kadar
uçuk, marjinal ve rahatsız edici görünürse görünsün dile
getirilebilmesidir. Bu, demokrasinin olgunluğuna, ifade
özgürlüğünün genişliğine delalet eder. Geniş bir ifade özgürlüğüne
ve açık, meşru siyasete müsaade etme özgüvenini gösteren bir
Türkiye, şiddet sevdalılarına dönüp “her isteğinizi dile getirme ve
demokratik usullerle talep etme imkânına sahipken şiddet kullanmaya
başvurmanız sizi demokrasi dışına ve terörist olmaya iter” türünden
sözleri daha kolayca ve haklı olarak sarf edebilir. Dünyaya da aynı
mesajları verebilir.
Yorumlar