Hocaefendi’den yolsuzluk operasyonu açıklaması
Fethullah Gülen Hocaefendi, sürdürülen ‘rüşvet ve yolsuzluk’ operasyonunun Camia ile ilişkilendirilmesi ve ardından gerçekleştirilen tasfiye hareketi ile ilgili önemli açıklamalarda bulundu.
Fethullah Gülen Hocaefendi, sürdürülen ‘rüşvet ve yolsuzluk’
operasyonunun Camia ile ilişkilendirilmesi ve ardından
gerçekleştirilen tasfiye hareketi ile ilgili önemli açıklamalarda
bulundu.
Hocaefendi, “Arınma adına, yıkanma adına, temizlenme adına,
kirlerin öbür tarafa kalmasına meydan vermemek adına bir şey
yaparken dinin ruhuna aykırı bir şey yapmışlarsa… dinin ruhuna
aykırı bir şey yapmışlarsa, yaptıkları şey Kur’an’ın temel
disiplinlerine aykırıysa, Sünnet-i Sahiha’ya aykırıysa, İslam’ın
hukukuna aykırıysa, modern hukuka aykırıysa, günümüz demokratik
telakkilere aykırıysa.. Allah bizi de onları da yerlerin dibine
batırsın! evlerine ateş salsın! yuvalarını başlarına yıksın! Ama
öyle değilse, hırsızı görmeden hırsızı yakalayanın üzerine
gidenler, cinayeti görmeyip de masum insanlara cürüm atmak
suretiyle onları karalamaya çalışanlar.. Allah onların evlerine
ateşler salsın, yuvalarını yıksın, birliklerini bozsun, duygularını
sinelerinde bıraksın, önlerini kessin, bir şey olmaya imkan
vermesin. Dememiştim, demeden edemedim. O kadar diş gösterildi, o
kadar salya atıldı, o kadar kimse tahrik edildi, o kadar o
“twit”lerde o mel’un düşünceler bir yönüyle vizesiz rahat dolaştı
ki, demeden edemedim. Şimdiye kadar demediğimi dedim” ifadelerini
kullandı.
Hocaefendi'nin açıklamaları şöyle:
"İnsanlara saygının önemli bir yanı, onları hep Cenab-ı Hakk’ın
rahmâniyet ve rahîmiyetinin bir tecellisi olarak görmek,
kucaklamak, bağrına basmak, sineni onlara da açmak.. ve yaptığı
kusurlar karşısında kendi evladına tavrın gibi, yani hafifçe belki
kulağını tutup çekebilirsiniz, azıcık okşayabilirsiniz, “bismillah
destur” deyip başına bir şey gelmesin diye elinizle itebilirsiniz;
bunları yapmadan da edeceğiniz şeyi edebilirsiniz.. bunlar ayrı bir
mesele.. fakat kendi evladınıza gösterdiğiniz aynı şefkati bütün
mü’minlere karşı gösterme bir esas olmalı ve bunda kusur
edilmemeli. Aynen öyle de -günümüzde de yaşandığı gibi- evladınızın
bir meâsîsi, bir mesâvîsi karşısında -yani isyana müteallik bir
mesele veya seyyiâta müteallik bir mesele karşısında- hemen vurma,
kırma, dövme değil de “Acaba ne yapayım ki ben bunu bundan
sıyırayım ve kuve-i maneviyesini kırmayayım, incitmeyeyim, kendime
karşı da tepkiye ve reaksiyona sevketmeyeyim!” Bu da şefkatin
gereği.
Şefkat sizin mesleğinizde, hakkı ikame edenlerin mesleğinde, ruh
abidelerini ikame etmeye kendini adamış insanların mesleğinde dört
esas düsturdan biridir. İki de tâli düstur vardır. “Der tarik-i
acz-i mendi lazım amed çâr-ı çîz / Acz-i mutlak, fakr-ı mutlak,
şevk-i mutlak, şükr-ü mutlak ey aziz!.” Şefkat ve tefekkür tâli ama
çok önemli.
Şefkat yöntemiyle açılmayacak kapılar yoktur. Hiddetle, şiddetle ve
fezâzetle hiçbir problem çözülemez. Şiddet, hiddet, öfke.. bütün
bunlar muvakkat birer cinnettir. Cinnetle insanlar tedavi edilemez.
Mecnunlar, insanları tedavi edemezler. Aklı başında olmak lazım; o
da şiddetten, hiddetten, gilzetten, fezâzetten, nefretten, kinden,
gıybetten, iftiradan, riyadan, süm’adan, hüd’adan, mesaviden
tecerrüde vabestedir. Bunlardan sıyrılmamış bir insanın kendi duygu
ve düşünceleri çok âli bile olsa, Cibril-i Emin’in dudaklarından
dökülmüş lal-ü güher gibi incilerden bile olsa, başkalarına bunları
kabul ettirmesi mümkün değil. Şefkat, re’fet ve mülayemet mü’minde
bir esas olmalı.
Kim nasıl davranırsa davransın, başkalarınının muamelesi, dünya
görüşü, hayat felsefesi ve konumu ne şekilde olursa olsun, mü’mine
düşen Kur’ânî olmak, Sahih Sünnet çizgisinde hareket etmek ve Raşid
Halifelerin yolundan ayrılmamaktır. Bu cümleden olarak insanların
ayıplarıyla meşgul olmak kat’iyen doğru değildir.
“Mü’min kardeşini bir günahla ayıplayan, o iş, başına gelmeden
ölmez!..” buyuruyor İnsanlığın İftihar Tablosu. Şayet ayıp sadece
ayıplamada kalmayıp -hafizanallah- gıybetlere giriliyorsa, bu
istikamette bir de olmadık şeyler yapılıyorsa, iftiralarda
bulunuluyorsa, nâsezâ, nâbecâ sözler söyleniyorsa.. bir de umum
dünyaya yayarcasına, duyururcasına bu mesele icra ediliyorsa, bir
de heyetler bu mevzuda gıybet tahtasına, iftira tahtasına
raptediliyor, gez-göz-arpacık deyip onlar hedef alınıyorsa
-hafizanallah- umumun hukuku söz konusu olması itibariyle âmme
hakkıdır, Allah hakkıdır.. onca cemaat haklarını helal etmeyince
-ben yine o tabiri kullanmak istemiyorum, başkalarının kullanmasına
bağlayarak diyeceğim- eğer benim yerimde başka biri olsaydı: “Böyle
densizce yaşayan insanlar, kat’iyen Cennet’e giremezler; başlarını
yerden kaldırmasalar bile, İslam adına bazı şeyler yapsalar
bile!..”
Koskocaman camiayı, kendini Allah’a adamış insanları.. dünden
bugüne -dün belki sadece ehl-i ilhad yapıyordu şimdi asimetrik bir
saldırganlık var- bir bitirme cehdi ve gayreti var. Fakat bütün
bunlar karşısında sarsılmadan, belki sarsılabilir ama
devrilmeden,
“Ey Yüce Rabbimiz, biz yalnız Sana güvenip Sana dayandık. Bütün
ruh-u cânımızla Sana yöneldik ve sonunda Senin huzuruna varacağız”
diyerek, Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in cedd-i emcedi
Hazreti İbrahim (aleyhisselam) gibi Allah’a dayanıp, sa’ye sarılıp,
hikmete râm olmak suretiyle bu dâhiyeleri aşmaya çalışmalı; “Bu da
geçer Ya Hû!” demeli, onun geçeceği anı intizar etmelidir.
Yakışıksız, münasebetsiz şeylere aynıyla mukabelede bulunmamalıdır.
Mü’mine “alçak” dememelidir. Bir gün Allah (celle celaluhu) böyle
diyeni, gerçekten realite planında alçaltır da tarihe öyle alçalmış
olarak kaydedilir. Gelecek nesiller de onu alçalmış bir insan
olarak yâd ederler.
Ayıplarla uğraşmak mü’minin işi değildir. Hem Kur’anın temel
disiplinleri, hem Sünnet-i Sahiha’dan çıkan esaslar, hukuk sistemi
açısından, fertlerin kusurlarıyla hususi mahiyette meşgul olmanın
doğru olmadığını Kıtmir değişik vesilelerle arz etmiştir.
Nitekim yakın tarihte, Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem)
Hazreti Mâiz’i, huzurundan üç defa geriye çevirdiğini, dördüncü
gelişinde ona şer’î ceza ne ise onu uyguladığını arz etmeye
çalışmıştım. Keza arkadan gelen Gâmidiyeli kadını da Efendimiz
(sallallahu aleyhi ve sellem) geriye göndermişti. Fakat onlar
ısrarlıydılar. Ancak öyle bir had tatbik edildiğinde arınacaklarına
inanıyorlardı. Oysa ki gizli yapılmış günahlarda, İnsanlığın
İftihar Tablosu’nun mülahazası da bu istikamettedir; Cenâb-ı Hakk’a
teveccüh edersin, tevbede bulunursun derecene göre, inâbede
bulunursun derecene göre, evbede bulunursun derecene göre; istiğfar
edersin, “Allah’ım bütün müstağfirlerin istiğfarı adedince Sana
istiğfar ediyorum!” dersin “ve Sana tevbede bulunuyorum, Sen
Tevvâb’sın, tevbemi kabul eyle; Sen Münîb’sin, inâbeme benim cevap
ver; Sen Hazreti Evvâb’sın, ne olur benim evbemi kabul buyur.”
Bunlar “Zümrüt Tepeler”de geçen, Sofi telakkisiyle, Cenâb-ı Hakk’a
çok farklı yönelmenin adları ve unvanlarıdır. Erbabı için, bunları
burada tekrar etmek, açıklamak zaid olur. Şahsî günahlar karşısında
yapılması gerekli olan şey, istiğfar, tevbe, inâbe ve evbedir. Fert
bunu yapar, Cenâb-ı Hakk’ın lütfuyla, keremiyle, rahmâniyetiyle,
rahîmiyetiyle arınmış olur onlardan. Tevbe bir arınma kurnasıdır.
Böylece tertemiz olarak Cenâb-ı Hakk’ın Firdevs’iyle serfirâz
olabilir.
Fakat bazı cinayetler vardır ki, bunlar umumun hukukuna tecavüzle
oluşmuş günahlardır. Âmme hakkıdır. Âmme hakkı aynı zamanda Allah
hakkıdır. İster İslam’ın Hukuk Sistemi, isterse Modern Hukuk
Sistemi âmme hakkına taalluk eden meselelerde kat’iyen müsamahaya
gitmezler. Umumun hukuku söz konusudur. Umuma ait şeyler çalınmış
çırpılmışsa, bunu ne Mecelle kurallarıyla siz şöyle böyle
yumuşatabilirsiniz, ne de başka demagojilerle ve diyalektiklerle.
Âmme hakkıdır bu. Umumun hukukuna tecavüz edilmişse, bir tek arpa
umum milletin hakkıysa, o yenmişse, o mevzuda birisi göz yumuyorsa,
o da o haramîlerle müşterek demektir. İşte orada göz yumulamaz.
Burada bu göz yummama mevzuunda esas budur, temel budur, usul
budur.
Belki üslupta hata yapılmış olabilir, usul vardır bu mevzuda. A’ya
demek, B’ye demek, C’ye demek, bilmem H’ye demek de üsluptur. Fakat
hiçbir zaman usul ve esas, üsluba feda edilmemelidir. O mesâvînin
üzerinde durulmalı, nasıl yapılacaksa o pisliklerden insanlar
arınmaya bakmalıdırlar.
Suçluluk psikolojisiyle suçlar görünmezden gelinerek harâmîlik,
kırk harâmîlik görmezlikten gelinerek, “Acaba bunu kime
atfetsek?!.” (bu mevzuda), gündem değiştirerek “Halkın dikkat
nazarını kimin üzerine çevirsek ki, bir yönüyle belki halk
nazarında bu mesâvîden sıyrılmış olsak?!.” demek.. Bunlar dine
karşı diyalektik yapma demektir. Dinin temel disiplinlerine karşı
demagoji yapma demektir hafizanallah. Bu da günahı ikileştirme
demektir. Bu aynı zamanda toplumun birbirine çok yakın olan
parçalarını, moleküllerini birbirinden koparıp atıp işe yaramaz
hale getirme demektir. Hafizanallah.
Bu iki şeyi birbirine karıştırmamak lazım. Mâiz günahıyla,
Gâmidiyeli kadın günahıyla, ferdî günahıyla karşınıza çıktığı
zaman.. İmam Hâdimî’yle alakalı bir şeyi arz ettiğim zaman dediğim
gibi, öyle üç defa dört defa gözlerinin kapağını silerek, “Acaba o
mu, değil mi?” diye.. hayır bakma! “Lâ havle ve la kuvvete illâ
billâh” de. “Allah’ım beni de bunu da mağfiret buyur!” de, çek git
arkana bakmadan. Üzerinde durma; fikrinde, korteksinde ona bir yer
ayırma. Bir dosyaya yerleştirme onu. Ve gördüğün zaman da kardeşin
gibi yine sımsıkı sarıl. Bu ferdî bir hatadır. Fakat öyle hatalar
vardır ki, toplumu temelinden sarsar. Onlara karşı müsamahalı
olursanız, onların yaygınlaşmasına, bütün bütün o denâetlerin bütün
toplumu sarmasına sebebiyet vermiş olursunuz. Bu açıdan da ister
İslâmî Hukuk Sistemi, isterse de Modern Hukuk Sistemi o mevzuda
işleyerek, akı ak, karayı kara olarak ortaya koyması lazım.
Bir şey olmuştur; ayetin ifadesiyle “Allah mü’mini aka çıkarır,
temizler, paklar; bir yönüyle de öbürlerini eler, döker, onlar da
elenmiş olurlar.” Hazreti Pir’in ifadesiyle, elmas ile kömür
birbirinden ayrılmış olur. Elması, kömürü birbirinden ayırmadığınız
zaman, elmasa bile onun yanında durduğundan dolayı, kömür nazarıyla
bakılır.
Önemli olan arınmadır. İçindeki o pislikleri atarak, “Aktım, ak
olmaya çalışıyorum, inşaallah hep ak kalacağım!” mülahazasına bağlı
daha farklı stratejilerle, daha insancıl tavır ve davranışlarla,
daha şefkatli bir muameleyle!.. Başkalarını da boy hedefi
göstererek toplum nazarında bir kısım karanlık kalemlerle onları
karalamak suretiyle teselli olmak, bu dünyada bir şey olsa bile
öbür tarafta hiçbir işe yaramaz. Çünkü mesâvîyi Allah biliyor,
harâmîliği Allah biliyor, hırsızlığı Allah biliyor, rüşveti Allah
biliyor. Öbür tarafta teker teker tek arpadan hesap sorma esprisine
bağlı olarak hepsinin hesabını Allah sorar.
Burada bir şey demek aklıma geliyor. Şimdiye kadar hiç dememiştim.
Eğer bu mevzuda bir kısım arkadaşlar kendilerine verilen
imkanlarla.. onlar nisbet yapıyorlar, falan filan diyorlar, f
diyebilirler, g diyebilirler, ç diyebilirler, d diyebilirler..
diyorlar.. bulaştı bulaşmadı mülahazasıyla, belki cinayet
sayılabilecek bir kısım icraatta bulunuyorlar. Şöyle demek geliyor
yani içimden.. demeden kendimi alamayacağım. Hiçbir zaman da demek
istemediğim bir şeyi demek geliyor içimden. Yoksa Doktor İkbal
gibi, Hazreti Pir-i Muğan gibi, tel’ine, bedduaya “amin” dememek,
onları etmemek genel şiarımızdır. Fakat eğer hakikaten bu olumsuz
şeylerin üzerine giden arkadaşlar.. kimse onlar tanımıyorum, binde
birini bile tanımıyorum.. bu işin üzerine “Hukukun ve aynı zamanda
sistemin, dinin ve aynı zamanda demokrasinin gerektirdiği şeyler
bunlardır.” deyip arınma adına, yıkanma adına, temizlenme adına,
kirlerin öbür tarafa kalmasına meydan vermemek adına bir şey
yaparken dinin ruhuna aykırı bir şey yapmışlarsa… bize de nisbet
ediyorlar, dolayısıyla ben bizi de onların içinde görerek diyorum..
dinin ruhuna aykırı bir şey yapmışlarsa, yaptıkları şey Kur’an’ın
temel disiplinlerine aykırıysa, Sünnet-i Sahiha’ya aykırıysa,
İslam’ın hukukuna aykırıysa, modern hukuka aykırıysa, günümüz
demokratik telakkilere aykırıysa.. Allah bizi de onları da yerlerin
dibine batırsın, evlerine ateş salsın, yuvalarını başlarına yıksın.
Ama öyle değilse, hırsızı görmeden hırsızı yakalayanın üzerine
gidenler, cinayeti görmeyip de masum insanlara cürüm atmak
suretiyle onları karalamaya çalışanlar.. Allah onların evlerine
ateşler salsın, yuvalarını yıksın, birliklerini bozsun, duygularını
sinelerinde bıraksın, önlerini kessin, bir şey olmaya imkan
vermesin.
Dememiştim, demeden edemedim. O kadar diş gösterildi, o kadar salya
atıldı, o kadar kimse tahrik edildi, o kadar o “twit”lerde o mel’un
düşünceler bir yönüyle vizesiz rahat dolaştı ki, demeden edemedim.
Şimdiye kadar demediğimi dedim.
Allah her şeye nigehbân. Dünyada kıtmir gibi insanların bir dikili
taşı olmadı. Altmış senedir değişik imkanlar onun da önüne geldi.
Allah’a hep dua ettim, “Allahım, kardeşlerimi birilerinin iş
yerinde, fabrikalarda çalışmadan halas eyleme. Allahım, beni
onlarla utandırma.” dedim. İşçi olarak çalıştılar, işçi olarak
emekli oldular ve hiçbir şeye sahip olmadılar. Çoğu kira evinde
oturuyorlar. Kendi adıma da öyle düşündüm, onlar adına da öyle
düşündüm. Cami penceresinde üç sene yatarken esasen, işte o
dünyanın metaına temas etmemek için.. altı sene bir tahta kulübede
döşeksiz yatarken, dünya mal u menaline meyletmemek için aynı
şeyleri yaptım. Allah buna şahit. Ama başka türlü harâmîlik yapıp,
milletin malına menâline el uzattıkları halde hala müslüman olarak
görünüyorlarsa öbür tarafta neyin ne olduğu belli olacaktır.
Gönül, Çalab’ın tahtı / Çalab gönüle baktı / Kim gönül yıktı ise /
O iki cihan bedbahtı. Bir sürü mü’minin gönlünü yıktılar. Kendimizi
de istisna etmedim. Haksız, kimse, o mutlaka cezasını
bulacaktır."
CİHAN
Yorumlar