Danıştay Başkanından Kılıçdaroğlu'na tepki

Danıştay Başkanı Güngör, yeni anayasa değişikliğinin kuvvetler ayrılığı konusunda olumlu olduğunu belirterek, "16 Nisan 2017 tarihinde halk oylamasına sunulan ve kabul edilen değişiklikle Anayasamızda var olan kuvvetler ayrılığı ilkesi, daha da belirgin hale getirilmiştir" dedi. Güngör, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu'nun YSK üyelerine yönelik ağır hakaretlerine de isim vermeden tepki göstererek, "Yargı kararları ve yargıçlar eleştirilirken idarenin yandaşı ya da idarenin faaliyetlerine engel çıkaran bir güç gibi değerlendirilmemelidir. Kararlarımızın bilimsel eleştirisine açığız. Ancak yargı kararları, taraf menfaatlerine göre değil, objektif, bilimsel ve hukuki kriterlere göre değerlendirilmelidir. Ne yazık ki, kimi zaman algı oluşturmak amacıyla sübjektif, haksız, ölçüsüz eleştiri ve değerlendirmeler, yargının saygınlığına zarar verici olmaktadır" dedi.

Google Haberlere Abone ol
Danıştay Başkanından Kılıçdaroğlu'na tepki

Danıştay Başkanı Zerrin Güngör, yargı kararları ve yargıçlar eleştirilirken idarenin yandaşı ya da idarenin faaliyetlerine engel çıkaran bir güç gibi değerlendirilmemesi gerektiğini belirterek, "Kararlarımızın bilimsel eleştirisine açığız. Ancak yargı kararları, taraf menfaatlerine göre değil, objektif, bilimsel ve hukuki kriterlere göre değerlendirilmelidir. Ne yazık ki, kimi zaman algı oluşturmak amacıyla sübjektif, haksız, ölçüsüz eleştiri ve değerlendirmeler, yargının saygınlığına zarar verici olmaktadır." dedi.

Danıştayın 149'uncu kuruluş yıl dönümü dolayısıyla Danıştay Konferans Salonu'nda tören düzenlendi. Törene, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, TBMM Başkanı İsmail Kahraman, Başbakan Binali Yıldırım, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, Yargıtay Başkanı İsmail Rüştü Cirit, bazı bakanlar ve yüksek yargı üyeleri katıldı.

Danıştay Başkanı Güngör, törende yaptığı konuşmada, kurulduğundan bugüne, danışma ve yargılama görevini evrensel ölçütlere uygun şekilde yerine getirme bilinciyle çalışan Danıştayın devletin vazgeçilmez yapı taşlarından olmayı başardığını ifade ederek, Danıştayın 149 yıldır varlığını ve etkinliğini sürdürebilmesinin, devletin ve miletin demokrasi ve adalete olan inancının en belirgin kanıtı olduğunu dile getirdi.

Güngör, Anayasada, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamanın, kişinin temel hak ve hürriyetini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak şekilde sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya çalışmanın, devletin temel amaç ve görevleri arasında sayıldığına dikkati çekti.

Adaletin, devletleri güçlü kıldığını ve toplumları yaşattığını, adaletin güçlü olduğu yerde, devlet ve insanın da güçlü olduğunu söyleyen Güngör, devlet gücünü kullanarak millet adına yargılama yapan yargıcın, adil ve tarafsız olarak verdiği kararlarla toplum vicdanını rahatlatması gerektiğini kaydetti.

Güngör, adil yargılama yaparak, adaletin tecellisini sağlamanın yargının görevi olmakla birlikte, üst bir değer olarak adaletin tesisinin, esasen tüm devlet organlarının temel görevi olduğunun altını çizdi.

Adaleti, "toplumun mayası, devletin temeli" olarak niteleyen Güngör, adaletin, her yerde, her koşulda uygulanması, yaşanması, korunması, aranması gereken müstesna bir değer olduğunu belirtti.

Güngör, "Adalet, toplumların varlıklarını sürdürebilmesi, kamu düzeninin oluşması ve insanların güven, huzur ve barış içinde yaşayabilmesi için, eskilerin deyimiyle 'elzem-i lazım'dır. Adaletin tesisinde en etkili kurum şüphesiz yargıdır. Bizler, yargı mensupları olarak adaleti tecelli ettirme görevinin ne kadar ulvi ve değerli olduğunun farkındayız. Görevimizi hakkıyla yerine getirmek için iyi niyetle ve gayretle çalışmalarımızı sürdürüyoruz." diye konuştu.

"İnsan haklarının güvencesi"

Hukuk devletini, "hak ve özgürlüklerin güvence altına alındığı, devletin tüm unsurlarıyla, evrensel hukuk kurallarına tabi olduğu, bireyin ve toplumun hukuki güvenliğinin sağlandığı devlet" olarak tanımlayan Güngör, hukuk devletinin ve yargı denetiminin insan haklarının güvencesi olduğunu söyledi.

İdarenin her türlü eylem ve işleminin yargı denetimine tabi olduğu hukuk devletinde, kişi hakları ile kamu menfaati arasındaki ince ve nazik dengenin korunması gerektiğini vurgulayan Güngör, hukuk devletinin teminatlarından birini de "idari yargı" şeklinde tanımladı

Güngör, idarenin eylem ve işlemlerinin yargısal denetimini yapan idari yargının, idarenin hukuk içinde kalmasını sağlamakla bireylerin hak ve menfaatini koruyan, aynı zamanda kamu hizmetinin gereklerini gözeten bir yargı düzeni olduğunun altını çizdi.

Temel hak ve özgürlüklere saygılı, kendisini hukukla sınırlı sayan bir yönetim anlayışının, bağımsız ve tarafsız yargının varlığıyla gerçekleşebileceğini belirten Güngör, "Yargı bağımsızlığı, mahkemelerin yasama ve yürütme organlarına bağlı olmamaları, hakimlere emir ve talimat verilememesi anlamına gelmektedir. Yargının tarafsızlığı ise hakimin yargılama yaparken sadece hukukun tarafında olması, her türlü kişisel etki ve baskıdan sıyrılarak objektif davranabilmesidir." ifadelerini kullandı.

Tarafsızlığın, bağımsızlığın ayrılmaz bir parçası olduğunu ifade eden Güngör, bağımsızlık ve tarafsızlık ilkesinin, gerek iç hukukta gerekse evrensel hukukta temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması bakımından büyük önem taşıdığına vurgu yaptı.

Güngör, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının, sadece hukuk devleti ilkesi veya temel hak ve özgürlüklerin korunması açısından değil, demokratik gelişim, ekonomik büyüme, siyasal ve sosyal istikrar açısından da önemli olduğunu dile getirdi.

"Demokrasinin vazgeçilmez ilkelerinden"

Anayasal düzenin ve devlet yönetiminin tarihi süreç içinde önemli değişim ve gelişim göstererek bugünlere geldiğini anlatan Güngör, çağdaş demokrasilerde Anayasanın, devlet iktidarının sınırlandırılmasına yarayan bir araç niteliği taşıdığını aktardı.

Bu sınırlandırmanın en etkili yolunun kuvvetler ayrılığı ilkesi olduğunu vurgulayan Güngör, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Egemenliğin kaynağı olan millet, yani milli irade bütün kuvvetlerin dayanağını oluşturmaktadır. Tek ve bölünmez devlet kudretinin parçası olan yasama, yürütme ve yargı güçlerinin birbirlerini dengelemesi, denetlemesi anayasal devlet düzeninin ve demokrasinin vazgeçilmez ilkelerindendir.

Anayasamızda kuvvetler ayrılığı ilkesi, erkler arasında bir çatışmanın değil, işbirliği ve uyumun ifadesi olarak benimsenmiştir. 16 Nisan 2017 tarihinde halk oylamasına sunulan ve kabul edilen değişiklikle Anayasamızda var olan kuvvetler ayrılığı ilkesi, daha da belirgin hale getirilmiştir. Yine bu değişiklikle Anayasanın 9. maddesine, yargının tarafsız olduğu ifadesi eklenmiştir. Kararların, bağımsız mahkemelerce, tam bir tarafsızlık içinde verilmiş olması ve bu durumun dışa yansıması, görünür ve bilinir olması gerekmektedir."

Cumhuriyetin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün, adalet hizmeti hakkındaki görüşünü, "Adliye siyasetimizde izlenecek amaç, evvela halkı yormaksızın, hızla, isabetle, güvenle adaleti dağıtmaktır." sözleriyle ifade ettiğini aktaran Güngör, "Her türlü içsel ve dışsal etkiden, yönetme ve yönlendirmeden uzak, kendi kurum ve kuralları çerçevesinde çalışan, makul sürede adil kararlar veren, bağımsız, tarafsız, etkili, verimli, şeffaf ve hesap verebilir yargı sistemi, devlet ve toplum düzeninin güvencesidir." değerlendirmesinde bulundu.

Yargı yetkisini kullananların, adil yargılama yaptığını, tarafsız kaldığını ve herkesin güvencesi olduğunu topluma hissettirme yükümlülüğü taşıdığını dile getiren Güngör, şöyle konuştu:

"Öte yandan, görülmekte olan bir dava hakkında, Anayasa dışına çıkarak, yargıya müdahale anlamına gelebilecek yönlendirici görüş beyan edilmesi, hukuka ve yargıya olan güveni sarsıcı niteliktedir. Yargı kararları ve yargıçlar eleştirilirken idarenin yandaşı ya da idarenin faaliyetlerine engel çıkaran bir güç gibi değerlendirilmemelidir. Kararlarımızın bilimsel eleştirisine açığız. Ancak yargı kararları, taraf menfaatlerine göre değil, objektif, bilimsel ve hukuki kriterlere göre değerlendirilmelidir. Ne yazık ki, kimi zaman algı oluşturmak amacıyla sübjektif, haksız, ölçüsüz eleştiri ve değerlendirmeler, yargının saygınlığına zarar verici olmaktadır. Bir ülkede yargının saygınlığının zedelenmesi, ekonomik, sosyal ve siyasi istikrarın, huzur ve iç barışın sağlanmasını zorlaştırarak yıkıcı etkilere yol açar. Bu konuda gerekli özenin gösterilmesi tüm yargı mensuplarının haklı beklentisidir."

Güngör, "yargının yanlı davrandığı, baskı ve etki altında karar verdiği" gibi iddialara verilecek en güçlü cevabın, hukuki bütünlük içeren, tutarlı, makul ve yeterli karar gerekçeleri olduğunu belirterek, adil bir yargılamanın, davanın sonucunu değiştirebilecek somut iddia ve savunmaların, makul ve yeterli bir gerekçeyle karşılanmasını gerektirdiğini söyledi.

Kararlarda ne söylendiği kadar nasıl söylendiğinin de dikkat çektiğini kaydeden Güngör, yargının en önemli hedeflerinden birinin de tarafları, kamu vicdanını ve hukuk camiasını tatmin eden gerekçeli kararlar vermek olduğunu aktardı.

Güngör, Danıştayın bu hedefe ulaşabilmek adına, mevcut karar şablonlarını geliştirme ve karar içeriklerini güçlendirme çalışmalarını sürdürdürdüğünü bildirdi.

Yargının tarafsızlığı ve adil yargılanma ilkelerinin hayata geçirilmesinin, büyük ölçüde yargı mensuplarının nitelik ve nicelik bakımından yeterliliklerine bağlı bulunduğunu anlatan Güngör, yargıçların niteliksel yeterliliklerinin, üniversitelerde verilen eğitimin kalitesi, hakimlerin mesleğe alınma şartları ve Adalet Akademisinde mesleğe hazırlık döneminde verilen eğitimle yakından ilgili olduğunu belirtti.

Bunun yanında, hakimlik mesleğinde geçen sürenin tamamının bir öğrenme ve kendini yetiştirme süreci olduğuna işaret eden Güngör, "Çünkü hakim olmak demek, gerçeğin, adaletin ve hakkın peşinden gitmek demektir. Dolayısıyla hakimlerin kendilerini geliştirecek bilgiyi edinmeleri ve edindikleri bilgiyi özümseyerek uygulamaları, mesleğin yüklediği bir ödevdir. Bu nedenle hukuk mantığını kavramış, yorum tekniklerini kullanabilen, toplumu ve ihtiyaçlarını doğru gözlemleyip değerlendirebilen, hukukun evrensel ilkelerini takip eden, birikimli yargıçların yetişmesi, önem arz etmektedir." dedi.

Türk Silahlı Kuvvetlerinin her türlü imkanı kullanılarak terör örgütü mensuplarınca başlatılan bu girişimin, aziz milletin, devletine ve demokrasiye canı pahasına sahip çıkması sayesinde başarısız olduğunu, hainlerin emellerine ulaşamadığını belirten Güngör, anayasal düzeni ortadan kaldırmaya yönelik gerçekleştirilen bu terör eyleminin vahameti ve alınması gereken tedbirlerin ivediliği sebebiyle OHAL ilan edildiğini hatırlattı.

Güngör, "Olağanüstü halin ilanı ve bu süreçte kabul edilen KHK'ların amacı, devletin kurumlarını terör örgütü mensuplarından arındırmak ve demokrasiyi korumak olup, kişilerin hak ve özgürlüklerine, amaç dışında herhangi bir sınırlama getirilmemiştir." ifadesini kullandı.

Başarısız darbe girişiminin, kamu imkanları kullanılarak bir kısım kamu personeli eliyle yapılmasının "kamu personelinin sadakat yükümlülüğü"nün önemini açıkça ortaya koyduğunu kaydeden Güngör, bir proje kapsamında adeta devlet içinde farklı bir devlet gibi örgütlenen, devlet yetkililerinin emir ve talimatlarını hiçe sayarak sadece örgüt yöneticileri ve imamlarının talimatlarıyla hareket eden yapıya, bu nedenle "paralel devlet yapılanması" denildiğini dile getirdi.

Güngör, silahlı darbe teşebbüsünün, devletin içine sızan terör örgütü mensuplarının, demokratik hukuk devleti için gerçek ve büyük bir tehdit olduğunu açıkça ortaya koyduğunu vurguladı.

Bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti'nin, bu tehditle mücadelesini sürdürürken, hukuki denetim yollarını da açık tutması gerektiğine işaret eden Güngör, 685 sayılı KHK ile OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonunun kurulduğunu, bu komisyonun kararlarına karşı da idari yargı yolunun açıldığını söyledi.

"FETÖ, bağımsızlık ve tarafsızlığı ayaklar altına aldı"

Aynı KHK ile, meslekten çıkarılan yargı mensuplarına bu işlemlere karşı doğrudan ilk derece mahkemesi olarak Danıştayda dava açabilme imkanının sağlandığını belirten Güngör, "OHAL kapsamında tesis edilen işlemlerin yargı denetimine tabi olması, hukuk devleti olmanın gereğidir." dedi.

Uzun süredir, sistematik olarak yargıya sızan ve stratejik makamları ele geçiren bu yapıya mensup sözde hakim ve savcıların, örgütün emir ve talimatlarıyla adalete değil, bu yapının karanlık amaçlarına hizmet ettiklerinin, kendi itiraflarıyla aşikar hale geldiğini anlatan Güngör, bu yapının mensuplarının, yargının en temel değerleri olan bağımsızlık ve tarafsızlığı ayaklar altına aldığını ifade etti.

Güngör, yargı kurumlarının, 15 Temmuz ve sonrasında verdiği hızlı tepki sayesinde, örgütün binlerce mensubunun meslekten çıkarıldığını, yerlerine yeni atamalar yapıldığını dile getirerek, "Bugün itibarıyla yargının, 15 Temmuz öncesine göre daha sağlıklı bir yapıya kavuştuğu açıkça ortadadır. Yaşanan şerden bir hayır çıkmış ve bunun sonucunda yargı, kendi özüne dönmüştür. Yargı mensupları, adalet ve demokrasi paydasında buluşarak, yargıya güveni yeniden tesis etmek için özverili çalışmalarını sürdürmektedirler." diye konuştu.

"Hakim, hukukun çizdiği sınırdan ayrılmamalı"

Hakimlerin, demokrasi kültürünün gelişmesi, hukukun üstün kılınması için çabalamasının önemine işaret eden Güngör, evrensel değerlerin, tarihin ve öz değerlerin iyi bilinmesi gerektiğini kaydetti.

Hakimlerin, bilimin ve aklın üstünlüğünü benimseyen, eleştirel düşünce sistemine sahip, sorunlara duyarlı, kalemini doğru kullanan, araştıran ve sorgulayan bireyler olması gerektiğini vurgulayan Güngör, sözlerine şöyle devam etti:

"Son yaşananlar, korku ve çıkarlarının esiri olmayan, etik değerlere sahip, ülkesine, milletine, devletine sadakatle bağlı ve tarafsız hakimlerin önemini gözler önüne sermiştir. Bir hakim, hukukun çizdiği sınırlardan ayrılmamalı, bundan taviz vermemeli, cesur olmalı, doğruluk ve dürüstlüğü hiçbir şeye değişmemeli, ihtirasına yenik düşmemelidir. Hakim öyle bir sorumluluğa sahiptir ki hukukun, doğruluk ve dürüstlüğün dışına çıkması halinde bunun bedelini yalnız kendisi değil, tüm toplum öder. Bu sebepledir ki hiçbir hakim ve savcının topluma karşı keyfi davranmaya hakkı yoktur. Aksi halde bunun bedelini ödeyeceğini düşünmelidir. Ülke olarak yaşadığımız bu acı tecrübeden çıkarmamız gereken dersler olduğuna inanıyorum.

Naçizane kanaatime göre, kamudaki görevlendirmelerde liyakat ve devlete sadakat ölçüsünden ödün verilmemeli ve devlet içinde her ne şekilde olursa olsun, menfaat grupları ve güç odakları oluşturacak yapılanma girişimlerine asla müsamaha gösterilmemelidir."

"Uyuşmazlıklar yargıya intikal etmeden çözülmeli"

Danıştayın, yargısal denetim yapan yüksek bir mahkeme olmasının yanında, kuruluşundan bu yana idari görevlerinin bulunduğunu hatırlatan Güngör, bu kapsamda Danıştayın, Anayasa, Danıştay Kanunu ve diğer kanunlarla verilen idari görevleri yerine getirdiğini, bir danışma ve inceleme merci olarak da görev yaptığını kaydetti.

Kanun tasarıları hakkında düşünce bildirme yoluyla yasamaya katkıda bulunmanın, Cumhurbaşkanlığı veya Başbakanlıktan gönderilecek işleri istişari mahiyette inceleme ve düşünce bildirmenin Danıştayın başlıca idari görevlerinden olduğunu belirten Güngör, şöyle konuştu:

"Yargılamanın amacı uyuşmazlıkları sonlandırmaktır. Ancak yargısal denetim, doğası gereği işlem tesis edildikten ve çoğu zaman işlemin hukuki sonuçları doğduktan sonra yapılmaktadır. Ayrıca yargılama uzun ve zahmetli bir süreçtir. Uyuşmazlıklar yargıya intikal etmeden çözülmeli, eskilerin deyimiyle 'Basra harap olmadan' gereği yapılmalıdır. Danıştaya verilen idari görevlerin tamamı, uyuşmazlık çıkmasını önleyen ya da uyuşmazlık doğduktan sonra yargı yoluna başvurulmadan uyuşmazlığın çözümlenmesini sağlayan görevlerdir."

Güngör, Danıştayın bu yönünün öne çıkarılması halinde, bireyler ile kamunun kaynak ve enerjisinin gereksiz yere tüketilmesinin önüne geçilebileceği gibi, sahip olunan geniş idari tecrübeden de yararlanma imkanının bulunacağını söyledi.

"Gecikmenin ülkemize maliyeti büyük"

Bu tür idari görevlerin cumhuriyet öncesinde, Divan-ı Hümayun, Meşveret Meclisi ve Sultan 2. Mahmut döneminde kurulan Dar-ı Şurayı Bab-ı Ali ve Meclisi Ahkamı Adliye gibi kuruluşlar tarafından yerine getirildiğine dikkati çeken Güngör, cumhuriyet döneminde ise bu görevlerin anayasalarla Danıştaya verildiğini ifade etti.

Danıştay olarak, Cumhurbaşkanlığının veya Başbakanlığın isteği halinde, idari ve yasal düzenlemelerin hazırlık çalışmalarında, danışma ve inceleme görevleri kapsamında hukuki destek vermeye hazır olduklarını dile getiren Güngör, inceleme ve danışma fonksiyonlarının hak ettiği önemi ortaya çıkarmak adına "Şurayı Devletten Günümüze" adlı kitap çalışmalarının son aşamasına gelindiğini, titizlikle çalıştıkları bu eser basıldığında, araştırmacılar için yol gösterici bir kaynak olacağını kaydetti.

Güngör, anayasada, davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması kuralının yer aldığını hatırlatarak, "Ülkemizde son yıllarda, ekonomik ve sosyal alanda gerçekleştirilen büyük çaplı yatırım ve enerji projeleriyle ilgili bir kısım uyuşmazlıkların, idari yargıya intikal ettiği bilinmektedir. Bu uyuşmazlıklar süratle ve etkin bir yargılamayla sonuçlandırılmalıdır. Aksi halde gecikmenin, ülkemize maliyetinin büyük olacağı bir gerçektir." dedi.

Yargılamaların uzun sürmesinin, adil yargılanma hakkının ihlali sonucunu doğuracağına ve yargıya güveni olumsuz etkileyeceğine dikkati çeken Güngör, göreve geldiği günden itibaren gerçekleştirilmesi için çaba gösterdiği, davaların makul ve öngörülebilir sürede çözümüne katkı sağlayacağına inandığı "idari yargıda istinaf kanun yolu"nun 18 Haziran 2014'de yargılama hukukuna dahil edildiğini ve istinaf yargılaması yapacak 7 bölge idare mahkemesinin 20 Temmuz 2016'da faaliyete geçtiğini anlattı.

"Danıştay, içtihat mahkemesi haline getirilmeli"

Önemli bir yargı reformu olan "istinaf kanun yolu"nun, Türk hukuk sistemine kazandırılmasında değerli desteklerini esirgemeyen Cumhurbaşkanı Erdoğan'a minnet ve şükran duygularını ifade eden Güngör, "istinaf kanun yolu" ile ilk derece mahkemesi kararlarına karşı, daha önce yapılmakta olan tek dereceli kontrol ve denetim sistemi yerine, iki, hatta kimi durumlarda üç dereceli bir kontrol sisteminin oluşturulduğunu kaydetti.

Güngör, bu yeni sistemde hukuk ve içtihat birliğinin sağlanmasının büyük önem arz ettiğini belirterek, aynı konuda farklı istinaf mahkemeleri arasında ya da Danıştay ile istinaf mahkemeleri arasında içtihat farklılığı olmasının, hukuk güvenliğini ihlal edeceğini, istinafa olan güveni olumsuz etkileyeceğini söyledi.

Bu kapsamda, uygulama sırasında karşılaşılan aksaklıkların gecikmeksizin tartışılıp değerlendirilmesinin çok yararlı olacağını vurgulayan Güngör, "Sağlıklı bir istinaf sisteminden söz edebilmek için Danıştay, tam anlamıyla içtihat mahkemesi haline getirilmeli ve yargı mercileri arasındaki içtihat farklılıkları, pratik çözüm yöntemleriyle giderilmelidir. İstinaf mahkemelerinin Danıştayla ve kendi aralarında, iletişim ve paylaşımı sağlayacak veri tabanının oluşturulması ve iş birliği yapılması amacıyla çalışmalar sürdürülmektedir." diye konuştu.

İstinaf mahkemelerinin çalışmaya başlamasıyla, Danıştayın içtihat mahkemesi rolünün güçlendirilmesi için atılması gerekli adımlara da değinen Güngör, idarenin işlem tesis ederken, daha önce benzer konularda verilmiş ve istikrar kazanmış yargı kararlarını dikkate almasının iş yükünü ciddi anlamda azaltacağını, bunun da Danıştayın içtihat üreten yüksek mahkeme olma vasfını güçlendireceğini vurguladı.

"Aslolan uyuşmazlıkların, dava yoluyla çözülmesi"

Güngör, modern hukuk sistemlerinde başarılı şekilde uygulanmakta olan "temyiz ve istinaf izni" kurumlarının Türkiye'de hayata geçirilmesinin de aynı amaca hizmet edeceğini anlatarak, idarelerin takdir yetkisini kullanırken, yargı kararlarıyla geliştirilen hukuk ilkelerini göz önünde bulundurmalarının önemine işaret etti.

İdarenin takdir yetkisinin sınırlarını ve bir işlem tesis ederken uyacağı usul kurallarını belirleyen Genel İdari Usul Yasası'nın bir an önce çıkarılmasının acil bir ihtiyaç olarak gündemdeki yerine koruduğunu bildiren Güngör, şunları kaydetti:

"Aslolan uyuşmazlıkların dava yoluyla çözülmesidir. Ancak dava açılmadan ya da dava sırasında uyuşmazlıkların alternatif çözüm yöntemleriyle sonlandırılmasına duyulan ihtiyaç giderek artmaktadır. Esasen, Türk hukuk sisteminde bazı idari uyuşmazlıkların yargı dışı yollarla çözüme kavuşturulması yeni değildir. Bu kapsamda, idari uyuşmazlıklar için dava öncesinde ya da yargılama aşamasında, arabulucu veya uzlaştırıcı gibi çözüm yöntemlerinin geliştirilmesine ihtiyaç vardır. Alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemlerinin uygulanmasıyla, idari yargıdaki yoğun iş yükünün eritilmesinin yanı sıra uzlaşma kültürünün geliştirilmesi ve toplumun idareye olan güveninin arttırılması sağlanmış olacaktır. Bu tür yolların geliştirilmesi amacıyla yapılacak yasal düzenlemelerde idare ve yargı aşamaları bir bütünlük içinde bulunmalıdır. Biz de Danıştay olarak, özel bir önem verdiğimiz bu tartışma ve arayışları dünyayla eş zamanlı olarak gündemimize almış bulunuyoruz."

Güngör, bu kapsamda Danıştay Başkanlığınca 2015'ten itibaren çeşitli ulusal ve uluslararası çalıştay, sempozyum ve kongrelerin yapıldığını, bu çalışmalarda sunulan önerilerin tartışmaya açılarak değerlendirildiğini söyledi.

 "Adalet dağıtma görevinin ulvi olduğunun bilincindeyiz"

Danıştayın ev sahipliğinde geçen yıl gerçekleştirilen Uluslararası Yüksek İdari Yargı Mercileri Birliğinin 12. kongresinde, "idare hukukunda, alternatif uyuşmazlık çözüm yolları" konusunda, üye ülke uygulamalarından elde edilen bilgi ve kazanımların, hukuk dünyasına aktarılması amacıyla "kongre kitabı"nın hazırlandığını anlatan Güngör, Danıştay ve idari yargı mensuplarının, Türkiye'nin gerçeklerini ve geleceğini gözeterek, hukuk yaratıcı rolüyle, Türk idare hukukuna, hukuk devleti ilkesinin gelişmesine, evrensel hukukun uygulanmasına katkı sağlama idealini, her geçen gün ileriye taşıma çabasında olduğunu ifade etti.

Her bir meslektaşının bu amacın gerçekleşmesi için yoğun gayret, özveri ve üstün hizmet anlayışıyla çalıştığına inandığını belirten Güngör, halen görevde olan ve görev süresini başarıyla tamamlayan yargı mensuplarına teşekkür etti.

Cumhuriyetin kurucusu ve hukuk reformlarının mimarı Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü, dava arkadaşlarını ve aziz şehitleri saygı, minnet ve rahmetle andığını dile getiren Güngör, Danıştaya 17 Mayıs 2006'da yapılan menfur terör saldırısında kaybedilen yargı şehidi Mustafa Yücel Özbilgin'i ve ebediyete intikal eden tüm yargı mensuplarını da rahmetle andı.

Güngör, "Bizler, bağımsız ve tarafsız olarak üstlendiğimiz adalet dağıtma görevinin ne kadar ulvi olduğunun, yargıya intikal eden uyuşmazlıkların adaletle ve süratle karara bağlanması gerektiğinin bilincindeyiz. 149'uncu yıl dönümünde Danıştayın, hukukun üstünlüğü, temel hak ve özgürlüklerin korunması, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının sağlanması ile adaletin süratle ve isabetle yerine getirilmesi konularında, daha da kararlı ve azimli olduğunu memnuniyetle bir kez daha ifade ediyorum." değerlendirmesini yaptı.

Son dönemde Danıştaya 266 yeni hakim atandığını, bu hakimlerin mesleğe daha hızlı intibak etmeleri için, kurum tarafından gerekli eğitimlerin verildiğine dikkati çeken Güngör, Danıştayın bu yeni ve dinamik kadrosuyla daha etkin ve güçlü bir yapıya kavuşacağına inandığını söyledi.

"Anlam ve içerik bakımından evrensel bir boyut kazandı"

Güngör, ayrıca, insan haklarının artık ulusal bir hukuk sorunu olmaktan çıktığını, anlam ve içerik bakımından evrensel bir boyut kazandığını ifade etti.

İdarenin temel hak ve hürriyetlere temas eden faaliyetlerinin denetiminde, uluslararası sözleşmelerin dikkate alınmasının önemine işaret eden Güngör, idari yargıçların, insan hakları eksenli bir bakış açısı oluşturmalarının da zorunlu olduğunu kaydetti.

Bu anlamda kararlarında özellikle Avrupa insan Haklan Sözleşmesine yapılan atıfların giderek arttığını belirten Güngör, ancak Sözleşmenin kabaca uygulanması ya da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarının doğrudan emsal alınmasının yeterli olmadığını, bu kararlardaki temel ilkeler ve ulaşılmak istenen maksadın saptanarak, temel hak ve hürriyetler konusunda ülkenin gerçekleri ve geleceği de gözetilerek içtihatların geliştirilmesi gerektiğini bildirdi.

Güngör, bu kapsamda, hakimlerin farkındalığını artırmak amacıyla kurdukları Danıştay İnsan Hakları Komisyonunun yanı sıra idare hukuku ve idari yargılama hukuku konularında inceleme ve araştırmalar yapmak, bilimsel toplantılar düzenlemek ve öneriler geliştirmek amacıyla, İdari Yargı Komisyonunu da kurduklarını söyledi.

Zerrin Güngör, her iki komisyonda görev alan üye ve hakimlerin etkin ve sürekli çalışmalarıyla, belirlenen konular hakkında somut tespit ve öneriler içeren raporlar hazırladığını anlattı.

Demokrasilerde, devlet gücünü elinde bulunduran organların sınırsız yetkilerinin olamayacağının kabul edilen bir yaklaşım olduğunu aktaran Güngör, devletin yetki alanının, temel hak ve özgürlükleri korumak amacıyla hukukla sınırlandırıldığını belirtti.

Sınırlı ve sorumlu devlet anlayışının devletin, savaş, iç savaş, ayaklanma, afet gibi varlığını ve geleceğini tehdit eden olağan dışı durum ve olaylara karşı kendini savunma hakkını yok saymadığını vurgulayan Güngör, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 15. maddesinde de sözleşmeci devletlerin, savaş veya ulusun varlığını tehdit eden genel bir tehlike halinde Sözleşmede öngörülen yükümlülüklere aykırı tedbirleri alabileceklerinin kabul edildiğini bildirdi.

Benzer bir düzenlemenin de Anayasanın 15. maddesinde yer aldığını belirten Güngör, bu tedbirlerin, hakkın özünü ortadan kaldırmaması ve amaçla orantılı olması gerektiğini söyledi.

Devletin ve ulusun varlığına yönelik en yaygın genel tehlikeyi, "küresel bir sorun haline gelen terör tehdidi" şeklinde tanımlayan Güngör, şöyle devam etti:

"Terörün amacı, toplumda korku yaratmak, kişilerde panik ve ümitsizlik duygusu oluşturarak devlete olan güveni ortadan kaldırmak, sosyal bütünlüğü ve toplumsal düzeni bozmak suretiyle, istediği hedeflere ulaşmaktır. Terörizm bir ideoloji değil, metotlar bütünüdür. Terörün mesajı, kimi zaman siyasi, kimi zaman dini veya mezhepsel, kimi zaman ise etnik olabilir. Ancak ortak özelliği şiddet dilini kullanması ve hiçbir ahlaki kural tanımamasıdır. Üzülerek ifade etmeliyim ki uluslararası alanda henüz terör ve teröre ilişkin konularda ortak bir tanım oluşturulamamıştır. İzledikleri yöntemlerle, terör suçu işlediğine kuşku bulunmayan kişilerin, bazı ülkelerce haksız bir biçimde özgürlük savaşçısı olarak nitelendirilmesi, ortak bir tanım oluşturulmasının önündeki en büyük engeldir."

Türkiye'nin, bir yandan etnik bölücü, bir yandan dini istismar eden terör örgütleri başta olmak üzere terörizmin birbirinden farklı biçimleriyle, yıllardır mücadele ettiğini hatırlatan Güngör, devletin, özellikle son yıllarda terörle mücadele ederken geliştirmiş olduğu yeni vizyon çerçevesinde, terörü sadece silahlı mücadele olarak görmeyip, terörün beslendiği olgu ve olayların da üzerine giderek, insan hakları temelli bir yaklaşım izlediğini belirtti.

Güngör, devletin, ideolojik ve bölücü terör örgütlerinin yanı sıra, her türlü değeri istismar eden, kirli amaçlarına ulaşmak için her türlü aracı mübah gören, her türlü biçime giren Fetullahçı Terör Örgütü ile de amansız bir mücadele yaptığını kaydetti.

Yorumlar