Nasrettin Hoca fıkraları - En komik ve ders veren fıkralar

Türk sözlü edebiyatının unutulmaz isimlerinden, her daim gülümsememizi sağlayan en komik ve ders veren Nasrettin Hoca'nın fıkralarını sizler için derledik.

Google Haberlere Abone ol
Nasrettin Hoca fıkraları - En komik ve ders veren

Nasrettin Hoca Fıkraları; gülmek ve güldürmek isteyenlerin her zaman başvurduğu fıkralardır. Fırka denince aklımıza gelen ilk isim şüphesiz ki Nasrettin Hoca'dır. Nasrettin Hoca fıkraları Anadolu mizahının temelini oluşturur. Özellikle tasavvuf ehli, alim ve bilge bir zat olarak bilinen Nasrettin Hoca'nın fıkraları da hayat dersleriyle doludur. Hazır cevap, zeki ve bilgili bir kişilik olarak Nasrettin Hoca, karşımıza bazen bir tabip, bazen bir kadı, bazen bir hoca, bazen bir çoban olarak çıkar. Buradaki mesleklerin birçoğunun temsili olduğu malumdur. Ancak Nasrettin Hoca'nın Medrese eğitim alan ve bir süre de köyünde imamlık yaptığı biliniyor. Bu nedenle ona atfedilen fıkralar genellikle adap, ahlak, bilgelik ve dini ölçüler dairesinde olanlardır. Nasrettin Hoca'ya atfedilen ahlak dışı fıkraların hiçbirinin onunla alakalı olmadığı herkesin malumudur.

Sözlü edebiyatımızın güldürü kahramanı Nasrettin Hoca'nın en güzel fıkralarını sizler için derledik.

Nasrettin Hoca'nın koyun yün peşin para fıkrası

Nasrettin Hoca'nın en komik fıkralarından biri de "Peşin Para" fıkrasıdır. 

İşte o fıkra: 

Nasrettin Hoca komşusundan borç alır. Ancak komşusu çok sabırsız ve pinti olduğu için daha ödeme günü gelmeden hocanın kapısına dayanmış. "Hocam şu bizim borcu ne zaman ödeyeceksin?" diye sormuş. 

Nasrettin Hoca da adam mutlaka bir cevap verilmesi gerektiğini düşünerek; 

– Şu anda yok ama, demiş, çok yakında ödeyeceğim,

Sabırsız komşu; 

– Söyle Hoca, ne zaman vereceksin, kimden bulup vereceksin!

– Evin önüne çalı ektim!

– Niye?

– Koyun sürüsü geçerken yünleri çalıya takılacak.

– Sonra?

– Bizim hatun bu yünleri toplayacak, yıkayacak, tarayacak, eğirecek, dokuyacak, ben de götürüp satacağım.

– Eee?

– Ne e’si be adam, sordun ya, senin paranı o zaman öyle ödeyeceğim.

Buna kim gülmez; adam da kasıklarını tuta tuta gülünce Hoca:

– Gidi hâlden bilmez, demiş, peşin parayı gördün ya gül bakalım!

Kim Daha Büyük fıkrası

Hoca'ya: 
- "Efendi" demişler, "padişah mı büyük, yoksa çiftçi mi ?"

- "Çiftçi büyük elbet" demiş Hoca ve eklemiş; "Çünkü çiftçi buğday yetiştirip vermezse pâdişah acından ölür."

Gönlüm razı olmadı fıkrası

Nasreddin Hoca, kasabadan Kur'an-ı kerim, tefsir ve ilmihal gibi bazı kitaplar almış. Bir çuvala yerleştirmiş. Çuvalı sırtına almış, eşeğine binmiş köyüne doğru gidiyor.

Yolda Hoca'yı görenler:

- " Bre Hoca, çuvalı niye kendi sırtına aldın ?" diye sormuşlar.

- "Ne yaparsın" demiş Hoca, "zavallı hayvan zaten benim bütün kahrımı çekiyor. Kendi bindiğim yetmiyormuş gibi çuvalı da ona taşıtmaya gönlüm razı olmadı."

Göle maya çalma fıkrası

Nasreddin Hoca azığını heybesine koyup yola çıkmış. Öğlen vakti Akşehir gölü kenarında, bir ağacın altında oturmuş. Ekmeğini, zeytinini ve bir çanak yoğurdunu gölgede keyifle yemiş. Yoğurt çanağını gölde çalkalarken birisi görüp sormuş.

- "Ne yapıyorsun Hoca ?"

-"Göle maya çalıyorum" demiş Hoca.

Adam üstelemiş :

- "İlâhi Hoca, göl maya tutar mı hiç ?"

-"Ben de biliyorum tutmayacağını, ammaaa ya tutarsa !..."

Sesimin Arkasından Koşuyorum fıkrası

Hoca ikindi ezanını okumağa başlamış. O sırada bazı komşuları evlerinin önlerinde birbirleriyle konuşuyorlar, sanki ezan sesini duymuyor gibi davranıyorlarmış. Aslında O komşular camiye de pek sık gelmiyorlarmış. Hoca sesini biraz daha yükseltmiş, amma bakmış ki fark eden bir şey yok. O tarafa doğru koşmaya ve koşarken de ezanı okumaya devam etmiş.

O komşulardan birkaç kişi Hoca'ya bir şey olduğunu düşünerek yanına koşuşup sormuşlar : 
- "Ne oldu Hoca Efendi, niçin koşarak ezan okuyorsun.?"

- "Sesimin nerelere kadar gittiğini merak ettim de; arkasından koşuyorum" demiş.

Hanımla Muhabbet fıkrası

Hoca bir gün karısına :
- "Hatun" demiş, "Şu bizim komşu, çarıkçı, Mehmet ağanın adı neydi ?"

- "Kendin söyledin ya, efendi" demiş karısı, "Mehmet ağa."

- "Canım, dilim sürçtü işte... Ne iş yapar diyecektim." demiş Hoca.

- "A efendi" demiş karısı, "kendin çarıkçı demedin mi?"

- "Anlasana işte" demiş Hoca, "nerede oturuyor demek istedim."

- "Efendi, bugün sana ne oluyor?" demiş karısı "Komşu" dedin ya..."

Hoca birden sinirlenmiş.
- "Aman be karı... Seninle de bir türlü konuşulmaz ki!"

Nasreddin Hocanın papağan fıkrası

Nasreddin Hoca pazarda dolaşırken, bir papağanın on iki altına satıldığını görünce şaşıp kalarak yanındakilere sormuş:
- "Bu kuş neden bu kadar para ediyor ?"

- "Bu papağandır" demişler, "konuşur."
Hoca doğru evine gitmiş. Hindisini koltuğunun altına alıp pazara getirmiş.
- "Kaça hindi ?" diye sormuşlar.

- "On beş altın" demiş Hoca.

- "Bir hindi on beş altın eder mi ?" demişler.

- "Görmüyor musunuz !" demiş Hoca; "yumruk kadar papağanı on iki altına satıyorlar."

- "Onun marifeti var, insan gibi konuşur. Ya seninki ne yapar ?" diye sormuşlar.

- "O düşünmeden konuşur" demiş Hoca ; "Bu da insanlar gibi düşünür."

Bindiği dalı kesmesi

Nasreddin Hoca, köy meydanındaki koca çınar ağacının üzerine çıkmış, elindeki balta ile bindiği dalı kesmeye başlamış.

Görenler :
-"Aman Hocam, bindiğin dalı kesiyorsun, düşeceksin!" diye bağırmağa başlamışlar.

Hoca kesmeye devam ederek seslenmiş:
-"Bu dalı kesenin yere düşeceğini hepiniz akıl ettiniz de, ben size yıllardır ahiretin dalı olan dünyanızı keserseniz cehenneme düşersiniz diyorum, neden hâlâ akıl edemiyorsunuz!!!..."

Oğlumun babası öldü de

Bir gün Nasreddin Hoca'yı siyah elbiseleriyle görenler:

- "Ne oldu Hoca efendi" demişler, "bu gün karalar giymişsin?"

- "Oğlumun babası öldü de ..." demiş Hoca, "O'nun yasını tutuyorum."

Su dediğin böyle olur fıkrası

Nasreddin Hoca bir yaz günü yolculuk ederken, öğle vaktine doğru bir hayli susar. İlerde bir göl görür. Şöyle kana kana su içmeyi düşünerek gölün kenarına gelir, avucunu doldurur, hızla bir kaç yudum 

yutar; amma midesi bulanır, tükürmeye çalışır. İlk defa karşılaştığı bir su olan Acıgöl'ün sodyum sülfatlı suyu midesini berbat etmiştir.

Hoca civarda aranırken küçük bir su kaynağına rastlar. Suyun tatlı su olduğunu anlayınca, önce ağzını iyice çalkalar, sonra da kana kana su içer, Eşeğini de sular.

Şakır şakır dalgalanan Acıgöl'e şöyle bir bakar, su içtiği kaynaktan avucunu doldurarak gölün kenarına gelir;

- "Cimri zenginin zekâtsız malı gibi şişinip durma!... Su dediğin böyle olur" diyerek avucundaki suyu şak diye gölün yüzüne savurur.

Öğüt : Yerinde ve zamanında yapılmış ikramın küçüğü, büyüğü olmaz. Allah'ın rızasını kazanmak için fırsatları iyi değerlendirelim.

Birinin anası ağlayacak fıkrası

Hoca'nın oğullarından biri yakın köylerin birinde çömlekçilik yapıyormuş. Bir gün Hoca yanına gidince :
- " Baba, bütün paramı şu çömleklere yatırdım" demiş. " Hava güneşli olurda zamanında hepsi kurursa zengin olacağım. Ama yağışlı olursa anam ağlayacak!"

Hoca oradan ayrılıp başka bir köyde oturan büyük oğluna uğramış.
Oğlu : 
- " Baba, varım yoğum şu tarlada, zamanında rahmet yağarsa zengin oldum gitti. Kuraklık olursa anam ağlayacak" demiş.

Hoca eve canı sıkkın dönmüş. 
Karısı :
- "Hayrola efendi, yüzün neden asık" demiş.
- "Benimki bir şey değil" demiş Hoca; "Asıl Sen kendi halini düşün. Yağmur yağsa da yağmasa da bizim oğlanlardan birinin anası ağlayacak".

Hamam bahşişi fıkrası

Hoca bir gün hamama gider. Hamamcılar onunla hiç ilgilenmez, eski bir peştamal, yırtık bir havlu verirler. Hoca sesini çıkarmaz. Hamamdan çıkarken uzatılan aynaya yüklüce bir bahşiş bırakır.

Bir hafta sonra aynı hamama geldiğinde, bu kez büyük ikramlar görür, fakat çıkarken aksine pek az bir bahşiş bırakır.

-"Efendi" der hamamcılar, "gösterdiğimiz o kadar ilgiye, saygıya karşı bu kadarcık mı bahşiş verilir?"

Bir toplulukta soğuklardan yakınanlar olmuş. İçlerinden biri:
- "Şu insanoğlu haline şükretmesini hiç bilmez; kışın soğuktan, yazın sıcaktan yakınırlar." demiş.
Konuşmaya kulak misafiri olan Hoca :
- "Öyle deme bre cahil, bak bahara kimsenin bir şey dediği var mı?" demiş.

Öğüt: Olayları bir bütün olarak değerlendirebilmek olgunluk belirtisidir. Dünyayı insanlar için sonsuz güzelliklerde ve sonsuz bir ilâhi sanatla yaratan ve her an varlıkta tutan Rabbimize teşekkür etmeyi, şükretmeyi unutmayalım.

Acemi bülbül fıkrası

Hoca bir gün, yol kenarındaki hayrat ağaçlardan birine çıkmış, incir yemeye başlamış. Yanından geçen bir yolcu seslenmiş:

   - "Hey ! Sen kimsin ? Ne yapıyorsun orada ?"

- "Ben bülbülüm" demiş Hoca.

Adam :
- "Öyleyse öt bakalım" deyince, Hoca karga gibi acayip sesler çıkarmış.

- "Bu ne biçim bülbül sesi yahu", demiş adam. "Bülbül hiç böyle mi öter."

- "Ne yapalım" demiş Hoca, "acemi bülbül bu kadar öter!"

Saz fıkrası

Hoca'ya sormuşlar : 
- "Saz çalmayı bilir misin?"

- "Bilirim" demiş.

- "Buyur, çal bakalım" diyerek eline bir saz tutuşturmuşlar. Hoca mızrabı almış, perdelere basmadan tellere vurmağa, tuhaf sesler çıkarmağa başlamış.

- "Saz böyle mi çalınır a Hoca?" demişler, "parmaklar perdeler üzerinde gezdirilir, mızrap tellere
vuruldukça da sazdan makamlara göre ses çıkar."

- " Perdeleri bulamayanlar öyle çalar" demiş Hoca; " Ben sazı elime alır almaz perdeyi buldum! Ne diye boşuna gezineyim."

Bulmanın keyfi

Nasreddin Hoca kasabanın pazarına gitmiş. Eşeğini bir yere bağlamış. Alış veriş yapmış. Döndüğünde eşeğini bağladığı yerde bulamamış. Hemen bir tellâl tutmuş. Şöyle bağırtmağa başlamış :
- "Eşeğimi kim bulup getirirse, Semeriyle, yularıyla ve üstündeki her şeyle beraber eşeğimi ona vereceğim."

- "Hoca efendi" demişler, "eşeği bulana verecek olduktan sonra ne diye arıyorsun ?"

- " Kaybolan şeyi bulmanın keyfini bilmezsiniz siz!" demiş Hoca;

"Eşeği bulup getirene mükâfat olarak o eşek yeter."

    "Gençliğimi bulup getirene bütün servetimi veririm."

"Cenneti bulsam, canımı da veririm."

İp olur

Köylüler EYYÛB ismini, Eyip, İyip, iyp gibi bozuk şekilde telâffuz ediyorlarmış.

Bir gün Nasreddin Hoca vaazında:
- "Ey Müslümanlar! Oğlunuz olursa adını sakın Eyyûb koymayın. Halkın dilinde çokça söylene söylene, incele incele İp olur" demiş.      

Belki ağaçtan öteye bir yol düşer

Mahallenin çocukları Nasreddin Hoca'ya muzip bir şaka yapmak istemişler. Plânlarını kurmuşlar. "Hoca'yı ağaca çıkaralım. Pabuçlarını alıp uzaklaşarak biraz şaka yapalım" diye düşünmüşler. Hoca'nın yoldan geçeceği saatlerde, uçurtmalarını büyükçe bir ağaca taktırmışlar. Hoca'yı beklemeye başlamışlar. Hoca oradan geçerken de hemen etrafını sarmışlar :

- "Hocam uçurtmamız ağaca takıldı. Biz çıkıp kutraramadık. Bize yardımcı olur musunuz?" demişler.

- "Hay hay" demiş Hoca. Ayakkabılarını çıkarıp sırt çantasına yerleştirmeye başlamış.

Çocuklar : 
- "Hoca efendi onları niye yanına alıyorsun? Ağaçta pabuçları ne yapacaksın ?" demişler.

- "Belli olmaz ki evlâtlarım" demiş Hoca; "Bu iyiliğime karşı Rabbim, belki bana ağaçtan öteye bir yol ikram eder."

Şu koca tasla

 Nasreddin Hoca , yeni öğrencilerine [mollalarına] dünya ve ahireti genel anlamı ile anlatmaya, kavratmaya çalışmış.

"Ahiret hayatımızın tarlası dünya hayatımızdır. Burada kazanırken usulüne uyarsak orada da biriktirmiş oluruz. Herkes önceden, buradan ne gönderdi ise orada karşılığını bulur. Hiç bir işimiz, amelimiz karşılıksız kalmaz.vs." diye anlatmış.

Bakmış mollalarda gevşeklik ve uyku hali var. Vakitte öğle yemeği vakti : 
- "Haydi çocuklar, ders tamam. Namazımızı kılar kılmaz hep beraber bizim eve etli pilav ve yoğurt yemeye gidelim" demiş.

Hocanın evine gelmiş, salona doluşmuşlar. Hoca içeriye, Karısına seslenmiş;
- "Hatun hep beraber etli pilav ve yoğurt yemeye geldik."

İçerden Karısı : 
- "Aman efendi, Evde o kadar ne pirinç, ne et, ne yağ ne de yoğurt var. Hatta o kadar yemeği pişirebilmek için odun bile yok." diye seslenmiş.

Hoca içeri gitmiş. Eline koca bir kazan, bir kepçe, koca bir tepsi, büyük bir yoğurt bakracı ve bir sürü kaşık alarak salona gelmiş.
- "Kusura bakmayın çocuklar" demiş. "Eve yeteri kadar et, pirinç , yağ, süt ve odun getirebilmiş olsaydım, şu koca kazanla pişirip , bunlarla da sizlere ikram edebilecektim" ! ...

O zamanda ben bulunmadım

 Nasreddin Hoca, işlerinin çokluğu, dünya telâşeleri, hastalık, sağlık vs gibi » çeşitli bahanelerle ibadetten birçok zaman kaytaran birileri ile sohbet ediyormuş. Mazeretleri de bir sürü imiş. Bir ara söz yemekten, içmekten açılmış.

- "Bugünlerde canım bir helva yemek istiyor ki!... Bir türlü pişirip de yiyemedik" demiş, Nasreddin Hoca.

- "O kadar zor bir şey mi helva pişirmek, a Hoca" demişler.

- "Ne yapalım" demiş Hoca. "Şeker ve un bulundu, tere yağı bulunmadı. Tere yağ ve şeker bulundu, un bulunmadı. Un ve tere yağ bulundu şeker bulunmadı."

- "Hiç bir araya getiremedin mi bunları?" demişler.

- "Hepsinin bir araya geldiği de oldu," demiş Hoca. "Amma o zaman da ben bulunmadım." 

İkinizin arasında gidiyorum

 Nasreddin Hoca bir Kadı ile Bir tüccara yoldaş olmuş. Ortada Hoca, sağında Kadı efendi, solunda Tüccar efendi, hem konuşuyorlar hem de yürüyorlarmış. Hoca efendi yeri geldikçe yol arkadaşlarının yaşamları ve ibadetlerindeki gevşeklikleri konusunda söz dokundururmuş.

Makamına güvenip , kendini çok büyük bir adam sanan Kadı efendi , Hoca'ya:
- "Sana da lâf yetişmez ki" demiş, "İstersen öyle kurnaz kesilirsin ki , en yaman muzırları bile geride bırakırsın. İstersen yaban öküzünden daha şaşkın görünürsün."

- "Yok canım, abartıyorsun, bak ben haddimi nasıl biliyor, muzırla yaban öküzünün arasında gidiyorum." demiş.

Ördek çorbası

Nasreddin Hoca erkenden yola koyulmuş. Akşam hava kararmadan gideceği köye varmak için acele ediyormuş. Öğle vaktine yaklaşırken, bir pınarın başında durup, hem namazını kılmak hem de kuru peksimetten ibaret olan azığını yemek istemiş.
Pınara yaklaşırken, yaban ördeklerinin suda oynaştıklarını görünce, "Şunlardan bir tanesini yakalayıp kızartıp yesem diye düşünmüş." Sessizce ördeklere yaklaşmaya çalışırken, ördekler Hoca'yı fark edip uçmuş, kaçmışlar.
Hoca pınarın başına oturmuş, çantasından peksimetini çıkarmış, suya batıra batıra yemeye başlamış.Oradan geçen bir yolcu :

- "Afiyet olsun Hocam, ne yiyorsun ?" demiş.Hoca, peksimetini suya batırırken :

- "Ördek çorbası" demiş.

Buna değmiş, buna değmemiş

Nasreddin Hoca'nın komşusunun iri yarı toy bir delikanlı olan oğlu, sıcak bir yaz gününde ormana gidip odun hazırlamağa karar vermiş. Gittiği baltalık ormanda su yokmuş. Herkes heybesine bir testi su koyar öyle gidermiş. Delikanlı ise, "Su testisini taşıyacağıma iki üç karpuzu taşırım, daha iyi olur. Nasıl olsa dönüşte odunları sırtlayıp getireceğim. Birde toprak testimi kırmadan geri getirmeye uğraşmayayım" diye düşünmüş. Torbasına karpuzlarını koyup ormana gitmiş.

İşe koyulmadan evvel bir karpuz yiyeyim demiş. 
Karpuzu kesmiş. Beğenmemiş, bir kenara atmış. Öbür karpuzları kesmiş, o karpuzlar da çok hammış, kaldırmış atmış. Kızmış karpuzların üstüne işemiş.

Ormana gitmekte olan Nasreddin Hoca olayı görmüş. Yanına yaklaşınca : 
  - "Delikanlı, ham da olsa nimete işenmez, tövbe et. Nimeti vereni gücendirirsin !" Demişse de delikanlı öfkesini yenip tövbe edememiş.

Öğlen vaktine doğru, hem sıcaklardan hem de çalışmaktan dolayı iyice susamış. Etrafta su isteyebileceği hiç kimse yok. Su yok. Varmış ham karpuzların yanına. "Ona değdi, buna değmedi" diye diye attığı bütün karpuzları yemiş. Son parçalardan birini yemekteyken, ormanda işini bitirip, eşeğine odunlarını yükleyip dönen Nasreddin Hoca ile tekrar karşılaşmış. Hoca bir yenmiş karpuzların kabuklarına ve birde delikanlı'ya bakmış :

- "Suphanallah, bak , becerip tövbeni yetiştiremedin. Rabbim ne kadar çabuk, senin çişini sana yedirdi! ..." demiş.

Söylediğine, söyleyeceğine...

 Köylünün biri, diğerinin kuzusunu çalmış, kesip yemiş. O da onun keçisini aşırmış, kesip yemiş.

Nasreddin Hoca olayı incelediğinde kimin ne yaptığını fark etmiş.

Olayın kahramanları bir gün çayhanede oturuyorlarken, keçinin sahibi keçisini övmeye başlamış: 
- "İki arşın tüyü vardı, gerdanı üç karıştı, başı şöyleydi, gözleri böyleydi vs" diye hayvanını methediyormuş.

Keçiyi kesip yiyen bu abartmalar karşısında çok sıkılmış. Amma ne yapsın, adam susmak zorunda.

Nasreddin Hoca, keçiyi çalıp kesen adama dönmüş : 
- "Yahu, bu adam ne kadar atıp tutuyor. Şimdi git evine. Şu uyuz keçinin postunu getir de, bu adam söylediğine, söyleyeceğine pişman olsun."

Bu karanlıkta

Nasreddin Hoca'nın bir konuğu gece yatısına kalmış. Adam zayıf inançlı biriymiş. Ben görmediğime inanmam, Ahirete gidip gelen var mı? Görülmeyen şey bilinir mi? gibi şeyler dermiş. 
Hoca sabır göstermiş. Konuğunu incitmeden bir şeyler anlatmağa çalışmışsa da konuk ikna olmuyormuş. Yatma vakti gelince Hoca odaya iki yatak sermiş. Birinde konuğu, diğerinde kendisi yataklarına girmişler. Hoca sağ tarafındaki mumu söndürmüş.

Bir süre sonra Konuk;

- "Hoca efendi, sağ tarafındaki mumu yakar mısın" deyince :

- "Sen deli misin be birader" demiş Hoca, "bu zifiri karanlıkta ben, sağ tarafımı nasıl bileyim!"      

İpe un sermişler

Komşusu Hoca'dan urganını ( yâni kalın ipini ) istemiş.

Hoca içeriye girip çıkmış.
    - "İp boş değil" demiş, "kadınlar üstüne un sermişler."

Komşusu:
- "Bu nasıl iş efendi?" demiş, "hiç ipe un serilir mi?"

- "Serilir" demiş Hoca, "vermeye gönlün olmayınca ipe un da serilir."         

Gizlisi - açığı

Bir kıtlık zamanında Hoca'yı çarşıda ekmek yiyerek giderken görenler :
- "Hoca efendi, herkesin gözü önünde böyle ekmek yemek ayıp değil midir?" demişler.

- "Komşusu açken bol bol tıkınmanın gizlisi ayıp olmazsa açıkta yapılanı ne diye ayıp olsun" demiş Hoca, " Komşusu açken tok yatmak, ya her zaman , her yerde ayıptır, ya da hiç ayıp değildir."         

Sen beğendin - ben doldurdum

Nasreddin Hoca , "İnsanlar nefislerinin istediklerini düşünmeden yapmamalıdırlar. Nefsinizin beğendiği her şey ahirette önünüze geldiğinde , ondan kaçmak, kurtulmak isteseniz de kurtulamazsınız," diye bir vaaz etmiş.
Ertesi gün birkaç köylü arkadaşı ile beraber, kasabaya pazara gitmek üzere yola koyulmuşlar. Tabii o zamanın vasıtası, herkesin eşeği.

Yolda giderken konu yine nefsin istekleri ne gelmiş. Bir kısım köylüler : 
- "Ben nefsime zulmetmem. Nefsime hoş gelen şeyleri yaparım. Benim zevkimdir, hakkımdır" gibi savunmaları biraz da Nasreddin Hocayı kızdırmak için yapıyorlarmış.

Hoca, eşeklerinin yoldan daha evvel geçmiş hayvanların pisliklerini koklamak için durduklarını değerlendirmiş. Kokladığı pislikleri, hayvanının yem torbasına doldurmağa başlamış.

Birkaç saat sonra bir çeşme başında mola vermişler. Azıklarını çıkarıp yerlerken, eşeklerinin başına da yem torbalarını takmışlar. Nasreddin Hoca'nın eşeği yem torbası boynuna takılanca kısa bir süre güzelce koklayıp, sonra huysuzlanmağa ve kafasını hızla sallayıp torbadan kurtulmağa uğraşınca :

- "Ne huysuzlanıp, torbadan kurtulmağa çalışıyorsun?" demiş Hoca, "Sen beğendin, ben doldurdum."

Görenler: "Hocam bu çok yanlış. O hayvan bunu ne anlayacak." dediklerinde, Nasreddin Hoca taşı gediğine koymuş :

- "İnsanlar bir de kendilerine baksınlar!.. Bu dünyadan ahirete hazırladıkları çıkınlarındakiler kendilerine orada ikram edilince ne yapacaklar?"

Kazan doğurdu - kazan öldü

Kasabada tefeci bir adam varmış. Başı sıkışan birine para verirse getirdiği güne göre faizini hesaplayıp alırmış. 
Günün birinde bir komşusu bu tefeciden büyük kazanını emanet istemiş. Almış. İşini görmüş. İade ederken de içine bir küçük kazan koymuş. Sahibi emin olmak için sormuş.
- "Bu tencere ne?"
Komşusu; "Senin kazan doğurdu" deyince hemen sahiplenip tencereyi almış. 
Birkaç zaman sonra komşusu yine büyük kazanı emanet istemiş ve almış. Kazanın sahibi aradan on - on beş gün geçtiği halde kazanının geri gelmediğini görünce, kazanını istemiş.
- "Kazan öldü" diye bir cevap almış. Hiddetlenmiş. Mahkemeye kadıya başvurmuş.
O sıralarda N. Hoca , Kadı'lık görevi yapmakta 
imiş. Davalı ve Davacıyı dinledikten sonra : 
- "Senin kazan, doğuran kazan olduğuna göre ölmesi de gerekir," diye hükmetmiş. 
Adam hiddetle:
- "Hiç kazan ölür mü kadı efendi ?" deyince:
Kadı N.Hocamız cevabı yapıştırmış; 
- " Doğurduğuna inanıyorsun da, öldüğüne neden inanamıyorsun ? ..."

Yorumlar

hevin güzel ama bazıları ne komik ne doğru
babalar bazıları yanlış
elif bencede güzel ama sadece bazıları
Şeval İnanılmaz mükemmel olmuş
hussein nasretin hocanın çok guzel hikayeleri var ben güldürecek bir şey söyliyimi tuvaletim geldi