Nahda Hareketi lideri Gannuşi'nin "davet ve siyaset" faaliyetlerini kesin olarak ayırma kararı ve bu kararın kongre tarafından kabul edilmesi, çağdaş İslami hareketler açısından yeni bir dönemin işareti
Başlangıçta büyük umutlar bağlanmasına karşın, tetiklediği yahut
kanalize edildiği şiddet olayları nedeniyle terör ve kaotik çözülme
süreçleriyle birlikte anılmaya başlanan Arap Baharı’nın tek
istisnası Tunus, yerel ve küresel ölçekte İslami hareketler için
yeni bir dönemin bidayeti olarak yorumlanabilecek kritik bir
aşamaya girmiş görünüyor.
On yıllarca hüküm süren diktatörlük rejiminin yıkılmasında
belirleyici rol oynayan, buna mukabil şartların elverişli olmasına
karşın, iktidar imkanları kullanmak yerine toplumsal barış ve
demokratik kazanımları önceleyen basiretli tutumuyla Tunus’un bir
“başarı hikayesi” haline gelmesini sağlayan Nahda Hareketi lideri
Raşid el-Gannuşi, çağdaş İslami akımlar ve bu akımların siyasi
uzantıları açısından bir milat addedilebilecek önemli kararlar
aldı.
Devrimin ardından siyasi bir partiye dönüşen Nahda Hareketi’nin
genel başkanı ve çağdaş İslami hareketin önde gelen fikri ve siyasi
önderlerinden Gannuşi, partisinin son kongresinde yaptığı
konuşmada, benzer İslami hareketler açısından bütünüyle yenilikçi
bir atılım anlamına gelecek şekilde, kendi tabiriyle “davet ve
siyaset” faaliyetlerini birbirinden kesin çizgilerle
ayrıştıracaklarını ilan etti. Yaklaşık bin 300 delegeye hitaben
konuşan Gannuşi, Nahda’nın “kimliğin savunulmasından demokratik
geçişin teminine, bugün itibarıyla da ekonomik geçişe yönelecek
doğrultuda evrildiği” tespitini dile getirerek, “Modern bir devlet,
ideolojilerle, büyük sloganlarla ve siyasi çekişmelerle değil,
pratik programlarla idare edilir” değerlendirmesinde bulundu.
Kongrede de benimsenen bu yaklaşıma göre, partide aktif siyaset
yapan figürler dini alanlarda faaliyet göstermeyecek, mesela bir
camide hutbe okumayacak, vaaz veremeyecek.
Gannuşi’nin yıllar boyunca gergef gergef işlediği düşüncesinin bir
neticesi olan bu yaklaşımın, sadece kendi şahsi görüşü olarak
kalmayıp kongre tarafından da benimsenmesi ve karar haline
getirilmesi fevkalade önemli. Kongrede ilan edilen ve kabul gören
bu karar, esasen Gannuşi’nin öteden beri savunduğu din ve siyasetin
net çizgilerle ayrışması yaklaşımının tabii bir sonucu. Dinle
siyaset birlikte olduğunda bundan zararlı çıkan tarafın daima din
olduğunu söyleyen Gannuşi’ye göre, din olarak İslam’ın kendini var
etmek ve devam ettirmek için devletin desteğine ihtiyacı yok.
Siyasetin ödevinin özgürlüklerin önünü açmak olduğuna inanan
Gannuşi’nin formülasyonuna göre, özgürlüklerin alanının
genişletilmesinden, bütün kesimler gibi dindarların da istifade
etmesi mümkün olacak.
İslam tarihinde zaman zaman İslam’ın belli bir yönünün
vurgulandığını, sözgelimi bazen maneviyatın, kimi zaman cihadın,
bazen de şimdi olduğu gibi siyasal boyutun altının çizildiğini ve
öne çıkarıldığını belirten Gannuşi’ye göre, İslam’ın sadece belirli
bir veçhesinin temayüzü, esasında bir “sapma” anlamına da geliyor.
Nitekim Gannuşi, Tunus devriminin birinci yıl dönümünde AA
muhabirine yaptığı açıklamada, işaret edilen bağlamıyla İslami
hareketin de bir sapma olduğunu ifade etmişti. Daha sonra katıldığı
bir sempozyumda laiklikten korkulmaması gerektiğini vurguladığı da
dikkate alındığında, Gannuşi’nin 2016’da Nahda kongresinde din ve
siyaseti ayırma kararı alması bir sürpriz değil, “Müslüman
demokratlık” çizgisinin teyidi olarak yorumlanmalı.
TÜRKİYE VE MISIR TECRÜBELERİ
Bu çerçevede siyasal İslami hareketlerin Tunus ve Türkiye
örneklerinin görece başarılı, Mısır örneğinin görece başarısız
olması, sekülerlikle ilişki kurma becerisiyle izah edilebilir.
Mısır’daki İslami hareketi domine eden Müslüman Kardeşler
Teşkilatının cemaat ile partiyi, dinle siyaseti birbirinden
ayırmakta yetersiz kalması, buna mukabil Nahda’nın, her türlü
karalama kampanyasına ve medya karartmasına, kara propagandaya
rağmen, iktidara gelmeleri halinde totaliter ve dayatmacı
politikalardan uzak duracaklarına ilişkin mesajını halka anlatmakta
başarılı olması, gerek Nahda’nın siyasi mücadelesi gerekse ülkenin
politik yaşamında travmatik kırılmalara yol açacak süreçlerin
önlenmesinde belirleyici bir faktör olarak öne çıkıyor.
KADRO HAREKETİ
Nahda örneğindeki İslami hareketin, döneminin toplumsal ve siyasi
değişimlerine ve ihtiyaçlarına yaratıcı karşılıklar vererek uyum
sağlaması ve bilhassa Tunus’un adeta bıçak sırtında olduğu devrim
sonrası çalkantılı süreçte itidal ve uzlaşmayı hedefleyen
politikalar geliştirmesini mümkün kılan başlıca faktörlerden biri
de, partinin lider otoritesi ekseninde şekillenen bir yapı yerine
“kadro hareketine” öncelik vermesi.
Nitekim Gannuşi, 1987’de, İslami hareketler konusunda önde gelen
uzmanlardan François Burgat’ya verdiği mülakatta, “Geçtiğimiz on
yıl boyunca İslam dünyasını gezdim, gözlemler yaptım. Sudan dışında
her yerde İslami hareketin, ismi ve görüntüsü ne olursa olsun şeyh
ve müritleri tarzında organize olduğunu gördüm. Sadece Sudan’da bir
kadro hareketi vardı” sözleriyle siyasal İslami hareketleri
eleştirirken, kendi faaliyetlerini kadro hareketi, bağlayıcı şura
ve demokratik katılım esasları çerçevesinde yürüttüğünü açıkça
beyan etmişti.
Gannuşi’nin, Tunus devriminden sonra geniş bir halk desteği
bulmuşken devlet başkanı veya başbakan olabileceği halde, sadece
kendi partisinin başkanı olarak kalmakla yetinmesi, stratejik
görevlere dava arkadaşlarını veya toplumun farklı kesimlerini
temsil eden, başka partilere mensup liderleri önermesi, bahse konu
yaklaşımının tabii bir sonucu olarak görülmeli.
KELEBEK ETKİSİ
Gannuşi’nin öne sürdüğü ve Tunus İslami hareketi tarafından da
benimsenen “davet ile siyaseti” veya Türkçe deyimiyle dava ile
siyaseti birbirinden ayırarak, birini ötekinin yedeğine almadan
ayrı ayrı geliştirmek olarak özetlenebilecek yeni yaklaşımın
Tunus’ta, Arap dünyasında, İslam dünyasında ve Batıda yansımaları
olacaktır.
Nahda kongresinin söz konusu kararı, hala Nahda Hareketi’nin Mısır
merkezli İhvan-ı Müslimin’in güdümünde ve onun Tunus şubesi
düzeyinde bir örgüt olduğu fikrini savunmaya çalışan lokal algı
yönetimi taşeronlarına verilmiş önemli bir cevaptır. Çünkü
Mısır’daki Müslüman Kardeşler hareketi hiçbir zaman parti ile
cemaati birbirinden kesin çizgilerle ayrımayı gündemine almamıştır.
O halde Gannuşi’nin dava ile siyaseti ayırma ve siyasal İslam’dan
uzaklaşma söylemi, herşeyden önce Tunus Nahda Hareketi’nin
özgünlüğünü ve bağımsızlığını pekiştirmektedir.
Her ne kadar Mısır yönetimi tarafından terörist örgüt listesine
alınmış ve Almanya, İngiltere gibi büyük Avrupa devletleri
tarafından köşeye sıkıştırılmış olsa da Mısır Müslüman Kardeşler
Teşkilatı’nın Nahda örneğini izleyerek işaret edilen doğrultuda
kritik bir tercihte bulunacağına dair herhangi bir emare ortaya
çıkmamıştır. Öte yandan Selefi eğilimli örgütlerin pek çoğunun
yönetim kadrosunun, Gannuşi’nin derinliğini anlayacak düşünsel bir
altyapıdan zaten yoksun olduğu görülmektedir. Bu durumda
Gannuşi’nin yakın vadede sadece Türkiye, Avrupa ve Kuzey Amerika’da
anlaşılıp sağlıklı bir tartışma başlatması muhtemeldir.
Gannuşi’nin Müslüman demokrat tutumu, Batıda Müslüman kanaat
önderlerinin ve kategorik anlamda İslam karşıtı olmayan
politikacıların manevra sahasını genişletebilir, İslamofobi
karşısında manidar bir cevap teşkil edebilir.
Bu site deneyimlerinizi kişiselleştirmek amacıyla KVKK ve GDPR uyarınca çerez(cookie) kullanmaktadır. Bu konu hakkında detaylı bilgi almak için tıklayın. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.
Yorumlar