Vali Yurdakul: Bu topraklarda valilik değil sadece hadimlik yapılır
İçişleri Bakanlığı tarafından yayımlanan son kararname ile Bitlis Valiliği'nden alınarak merkeze çekilen Bitlis Valisi Veysel Yurdakul, "Seyyidlere, Ensarilere ve Geylanilere bağrını açmış bu muazzez topraklarda valilik değil sadece ve sadece hadimlik ya.
İçişleri Bakanlığı tarafından yayımlanan son kararname ile
Bitlis Valiliği'nden alınarak merkeze çekilen Bitlis Valisi Veysel
Yurdakul, "Seyyidlere, Ensarilere ve Geylanilere bağrını açmış bu
muazzez topraklarda valilik değil sadece ve sadece hadimlik
yapılır." dedi.
Vali Yurdakul, veda anlamında Bitlis’e ve Bitlislilere karşı olan
hissiyatını ifade eden 'Bir türkü şehri: Bitlis' isimli bir makale
yayımladı. Bitlis’te geçen bir yılını makaleye döken Vali Yurdakul,
Bitlis’in ve Bitlislilerin güzelliğinin, misafirperverliğinin yanı
sıra Bitlis’e ve Bitlislilere karşı duyduğu sevgiyi ve aşkı ifade
etti.
Makalesine “Şehirler vardır toprağında yetişen çeşitli mahsullerle
övünürler. Şehirler vardır tarihin önemli dönemlerine şahitlik
etmiş; bir bakıma geleceğe ışık tutmuş bir ayna gibidirler. Ama
şehrini sevgili gibi görüp ona türkü yakan şehirlerin sayısı belki
de bir elin parmaklarını geçmez yeryüzünde. Çocukluk yıllarımda
ortaokul sıralarında sesi duyguları kadar yanık bir arkadaşımın
‘Bitlis’te Beş Minare, Beri Gel oğlan Beri Gel’ dizeleriyle bu
şehrin adını ilk kez duymuştum.” diye başlayan Yurdakul şöyle devam
etti: “Yaşımın küçüklüğü bir o kadar da bilgisizliğime rağmen bu
türküyü ilk duyuşumda sanki içime hasret ve gurbetlikten oluşan bir
halita damlatılmıştı. Bu ne biçim bir türküydü? İçinde ayrılığı,
garipliği ve derdi birleştiren ve bir o kadar da insanın gönül
sazını titreten ikinci bir türkü yakılmış mıydı bu yörede? Doğrusu
bu konuda fazla bilgi sahibi değildim o günlerde.
Zaman içinde bu aydınlık şehrin minarelerle ne kadar da çok
bütünleştiğini gördüm. Bir bakıma Bitlis deyince hemen ‘Bitlis’te
beş minare’; minare deyince de Bitlis şehri akla geliyordu.
Geçen hafta Kuşadası ziyaretimizde uğradığımız Şirince köyünde o
kadar bar ve şarap dükkanı arasında gördüğümüz bir cami minaresi
bizi ne kadar mutlu etmişti. Aslında minare demek mabet demek,
mabetse o beldenin İslam olduğunun en bariz nişanıdır. Bu yüzden
camiler ve minareler İslam’ın en kutsi remizleridir ki Bitlis şehri
hep bunlarla anılmıştır.
Bir şehirdeki minarelerin varlığı, sayılarının fazlalığı hatta
onların üzerindeki motif ve figürler doğrudan o şehrin ruh ve mana
dünyasındaki derinliğini yansıtır. Bu gün Mardin, Hasankeyf ve
Bitlis bunun en canlı örnekleriyle doludur. Minareler aynı zamanda
asırlara meydan okuyan mimari yapılarıyla bir duruşu temsil
ederler. Semaya bir sivri kalem ucu gibi uzanan, kılıç kadar
keskin, bir kanaviçe gibi taşa işlenmiş; bir bakıma inanç
köklerimizin zarif tezahürleri olmuş desenleriyle aradan geçen
yıllarla sanki her yeni yılda daha da fazla mesajlar veriyorlar
bizlere.
Zaten öyle dememiş miydi yıllar önce Bitlisli büyük düşünür? ‘Zaman
ihtiyarladıkça Kur’an gençleşiyor.’ Müslümanlar artık
tembelliklerini geri atıp; emin ve istikrarlı adımlarla geleceği
kucaklamaya hazırlanıyorlar. İşte Bitlis’in minareleri, mabetleri,
hanları ve diğer sivil mimari örnekleri gelen bu yeni çağın
müjdecisi sanki. Bu eserler ruh kökümüzle bizleri birbirine
bağlayan altından zincirler sanki. Kadim medeniyetimizin müşahhas
temsilcileri gibi arz-ı endam ediyorlar. 9 asır tevhide
bayraktarlık yapmış bu aziz milletin ortaya koyduğu çabalardan
sızmış birkaç örnek öylece bu şehirde ‘Biz buradayız’ deyip bizlere
göz kırpıyorlar.
‘Bitlis’te Beş Minare’ türküsündeki daüssıla dolu dizeler Bitlis’le
ilgili her şeyi bize özetliyordu aslında. Rus işgaliyle birlikte
Ermeni çetelerinin insafına terk edilen Bitlis halkının
yaşadıkları; özellikle şehirden hastalığı ve yaşı dolayısıyla
ayrılamayan halka reva görülen muamele bu türküde detayıyla
anlatılıyor. Göç eden halkın götüremediği 1000'den fazla çocuğunu
köprü altlarında kar kümelerinin yanında ölüme terk edilmek
mecburiyetinde kalınması ne büyük bir dramdır.
Benim gibi çok değişik memleketlerde görev yapanların Bitlis için
yaptığı önemli tespitlerden birisi de onların ‘aşk’ derecesinde
şehirlerini sevmesidir. Haklıdırlar. Çünkü onlar çok büyük bir
bedel ödeyerek şehirlerini geri kazanmışlardır. Bu bedel; Rus ve
Ermeni işgalcilerinin sayı ve silah üstünlüğü karşısında harekete
geçen ordumuzun yanında; inanç ve azimle gerilmiş eli silah tutan
bir avuç Bitlislinin canlarıyla ödedikleri büyük bir bedeldir.
Bir bakıma Bitlis yeniden fethedilmiş ve mukabilinde sadece şehrin
gençleri değil; yaşlılar, hastanede tedavi gören hastalar ve masum
çocuklar canlarını vermiştir. Dünya savaş tarihi bu kadar değişik
toplum katmanının etkilendiği pek az işgali bize haber vermektedir.
Bunun için Bitlisliler toprağına bir sevda ile bağlıdırlar. Bunun
için türkülerine sevgilinin kaşı-gözü yerine şeair-i İslam olan
minareleri koymuşlardır. Beş minare bu kadim şehirde bir istiklal
mücadelesinin sembolü ve dünya durdukça bütün işgal güçlerine karşı
bir meydan okumanın adıdır aynı zamanda.
Bu sebeplerdir ki Feshane’de ‘Bitlis Tanıtım Günleri’ açılış
töreninde ‘İmanı Kâinata meydan okuyan adamın’ şehrine hizmet etmek
boynumuza takılmış en büyük bir şeref madalyasıdır dedim. Adamları
da minareleri gibi dimdik ayakta ve Eşref Edip’in ifadeleri içinde
‘Harp meydanlarında, mücahitlerin önünde, kılınç elinde, dimdik
ayakta düşmana saldıran bir kahramanla’ derin mavi göklere ser
çeken Bitlis minareleri nasıl da birbirini tamamlıyor.
Van ‘denizi’ der yöre insanı Van Gölü'ne. Gönlündeki derinlik ve
duruluğu suya yansıtır bu deyişle aslında. Bir umman ufku, bir
derya düşüncesi yıllar önce atılmıştır bu şehrin munbit
topraklarına. Bu yüzden ‘Milletimin imanını selamette görürsem
cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım diyen’ Asrın Fedaisi'ni
bize bu aziz topraklar armağan etmiştir.
Gönül ve tasavvuf dünyamızın Sultanları Pir Muhammed Küfrevi ve
Şeyh Fethullah Verkasani Hazretleri yine bu aziz şehrin manevi
koruyuculuğunu yapmaktadırlar. Zülkif'in (AS) makamının şehir
merkezinde bulunması, İstanbulumuzun manevi koruyucusu Eba Eyüp-El
Ensari'nin kardeşi Feyzullah Ensari'nin yine bu şehirde metfun
olması; geçmişten geleceğe uzanan bir çizgide Bitlisin ebedi İslam
beldesi olduğunun birer simgeleridirler.
‘Hizan beyin; Ahlat gönüldür’ demiştik Bitlis-Eren Üniversitesi'nde
‘Ahlat Günleri’ açılışında. Dilimize pelesenk olmuş bu söz o kadar
anlamlı ve gönül alıcı idi ki bölge insanı için. Bir bakıma İslam
dünyasının son iki asrını yaydıkları meşale ile aydınlatmış birçok
gönül eri bu mütevazi şehirden çıkmıştı. Üstad Necip Fazıl’ın
ifadesiyle ‘Kullara kapalı Allah’a açık bir köy vardı Hizan’da’. Bu
şanlı köy ‘Nurs’ insanlığa’ ‘Bediüzzaman’ gibi bir iman abidesini
armağan etmişti. Yine bu münbit topraklar Abdurrahman Taği ve
Gavs-ı Hizani olarak da bilinen Seyyid Sıbğatullah Arvasi gibi nice
tasavvuf sultanlarını yetiştirmiştir. Mutki’de Ohin medresesinde
hala onlarca öğrenci mana büyüklerinin rahle-i tedrisinde
öğrenimlerine devam ediyor.
Geçen yıl Rahmeti Rahman'a kavuşan Şeyh Nimetullah Efendi’nin
hizmetini kardeşi Şey Fethullah Ayte Efendi deruhte ediyor. Eski
medrese sistemiyle çalışan bu ilim ve irfan ocağı dünyanın her
yerinden gelen insanlara kucağını açmış yorulmadan hizmetlerine
devam ediyorlar. Bir zamanlar Şeyh Abdurrahman Taği Hazretleri'nin
kendisine küçük yaşlarda ders verdiği Said-i Nursi’nin bir bakıma
ilk ilim-irfan durağı ‘Norşin Medresesi’ olmuştur. Şimdiki adıyla
Güroymak olan bu şirin ilçemizde Şeyh Nurettin Efendi; babası Şeyh
Masum Hazretleri'nden aldığı İslam’a hizmet bayrağını daha
yükseklere dikmek için mücadele vermekte ve kapısını ve gönlünü
dost-düşman herkese açmaktadır. Özellikle ülkemizde İslami
hizmetlerde haklı bir yere sahip merhum Sadrettin Yüksel ve oğlu
şehit Metin Yüksel bu medresenin ülkemize en değerli
armağanlarıdır.
Van ‘denizi’ kenarında inci-mercan misal sahile serpiştirilmiş
ilçelerimiz Adilcevaz, Ahlat ve Tatvan her biri kendi için çok özel
ve güzel zenginliklere sahiptirler. Şan ve şeref levhalarıyla dolu
tarihleri, tabii ve kültürel zenginlikleri özellikle Nemrut ve
Süphan dağlarının şahsında bir duruş ve vakar temsil eden bölge
insanımız bizim en değerli varlığımızdır. Bu ilçeler içinde
Ahlat’ın yeri çok önemli ve özeldir.
Ahlat’ın İslam’la buluşması Hz. Ömer (RA) zamanında bölgenin
fethine 641 yılına kadar geri gidiyor. Şu anda burada türbesi
bulunan ve binlerce mümin tarafında ziyaret edilen Abdurrahman Gazi
bu fetih sırasında şehit düşüyor.
El-Cezire komutanı olan İyaz Bin Ganem’in ordusunda yer alan bu
büyük mücahidin Anadolu'da birkaç yerde benzeri şekilde makamı
bulunmaktadır. Kendisi aynı zamanda Peygamber Efendimiz (SAV)'in
sancaktarı Muaz Bin Cebel’in oğludur.
Büyük komutan Alpaslan beyaz kefenini Ahlat’ta giyerek Kızıl
Mescit'te cemaatin karşısına çıkmış ve Malazgirt harekatını bir
bakıma buradan başlatmıştır. Yine şanlı Osmanlı İmparatorluğu'nun
kurucusu Osman Gazi’nin babası Ertuğrul Gazi Ahlatlı bir beydir.
Zor zamanlarında Ehl-i Beyt'e kucak açmış bu asil şehir Kubbet’ül
İslam unvanını boşuna almamıştır. Fahrettin Ahlati’den devrin
dertlisine kadar birçok ilim ve fikir adamı neş’et etmiştir bu
coğrafyada.
Bir bakıma Efendimiz’in asil soyuna olan vefasının karşılığını bir
avans olarak almıştır bu aziz belde. Bu yüzden yakın ve uzak
diyarların aydınlıkla buluşmasında hayati bir yere sahiptir bu
gönül şehri. Bu yüzden ‘Ahlat Gönüldür’ dedik. Bu can tende oldukça
‘Gönül Şehri’ gönüllerimizde yer almaya devam edecek tıpkı Hizan
gibi, Norşin gibi.
Görülen bir rüyadan sonra rüyaların şehri Bitlis’te aram eylemek
her faniye nasip olacak bir lütuf değil. Bu kadim şehir adalet ve
kahramanlık timsali Hz. Ömer döneminde fethedilmiş. İslam’ın daha
ilk yıllarında hicretten sadece 20 yıl sonra İslam’la müşerref
olmuş bir mübarek beldedir. Seyyidlere, Ensarilere ve Geylanilere
bağrını açmış bu muazzez topraklarda görev yapmak ne büyük bir
şereftir anlayabilene. Bir bakıma bu topraklarda valilik değil
sadece ve sadece hadimlik yapılır.
Bir mübahasede bendeniz için bir sevenim ‘Adam gibi adam’ deyince
onu bilmem ama ‘Bitlis toprağı’ adam olmak için uygun bir vatan
parçası demiştim tebessümle. Gerçekten yaşadıklarımızla bir kez
daha gördük ki burada hizmet vermeye çalıştığımız güzel Bitlis’in
güzel insanları ‘Adam gibi adamlar’. Bir Bediüzzaman, bir Küfrevi,
bir Arvasi terbiyesi yansımış insanların yüzüne ve yaptıklarına.
‘Müftüleri', 'Erenleri’, ‘Gencerleri’, ‘Özgürleri’ ‘Otoları’ ve
‘Kanıkları’ daha niceleri var bu vadide adını ve sanını
sayamadığımız. Bir aşk bir sevda ile memleketlerine hizmeti Hakk'a
hizmet gibi görenler oldukça Bitlis’in başı öne eğilmeyecektir.
Bir gün bu tatlı rüyadan uyanmak icap eder ve bir gün yolumuz asil
insanların kenti Bitlis’e yeniden düşerse Dideban Dağı'nın
eteğinden, Şer’i Bey Tepesi'nden şehre bakarak ‘Doğu Okuyor
Projesi'yle binlerin ‘meyveye durduğunu’ görüp mutluluktan sevinç
gözyaşları dökeceğiz.
Yolda, sokakta, obada camide ya da uçakta bizi görenler
‘Bitlisliler sizi çok seviyor’ diyorlar. Ben de diyorum ki ‘Ben onu
bunu bilmem ama ben gerçekten bu mütevazi insanları seviyorum’
diyorum. Sonuna da belki bizimki ‘karşılıksız bir aşktır’ cümlesini
tebessüm ederek ekliyorum. Bu vadide yanımızda olan tüm yazarlara,
mesai arkadaşlarımıza ve her hayırlı faaliyette ‘Ahmet’ ismine
yakışır bir şekilde servetiyle birlikte gönlünü bu aziz şehre veren
ve Bitlis’in gönül dünyasını yansıtan gerçek dostlara binler selam
olsun.”
Vali Yurdakul, makalesinin son dizelerinde ise veda niteliğindeki
şu mısralara yer verdi: “Her ayrılışta bir armağan verilir. Ben
öyle zengin biri olmadığım için her Bitlisliye bir armağan takdim
etmeye gücüm yetmez. Ama geçen yıl Kutlu Doğum anısına Peygamber
Efendimiz için yazmaya çalıştığım bu iki dizeyi tüm Bitlis’li
kardeşlerime armağan etmek isterim. Bilirim ki onlar hem bu
armağanın hem de armağan edilenin değerini benden daha iyi
bilirler. 'Aç perdeni cemali mah-i pakin görünsün. İzin ver
gözlerim taht-ı kademine sürülsün.' Hoşça kalın Bitlis’in erenleri,
evliyaları ve güzel insanları.” CİHAN
Yorumlar