"Üstat, Risalelerin neşrini manen ve vasiyeten talebelerine bıraktı"

Turgut Özal Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Battal, Bediüzzaman Said Nursi'nin Risale-i Nur Külliyatı eserlerinin basım hakkının Bediüzzaman’ın ‘varislerim’ dediği talebelerine ait olduğunu söyledi.

Google Haberlere Abone ol
"Üstat, Risalelerin neşrini manen ve vasiyeten talebelerine bıraktı"

Turgut Özal Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Battal, Bediüzzaman Said Nursi'nin Risale-i Nur Külliyatı eserlerinin basım hakkının Bediüzzaman’ın ‘varislerim’ dediği talebelerine ait olduğunu söyledi. Risalelerin ticarî amaçla neşrinin engellenmesi konularında en makul çözümün mevcut Risale yayıncılarının kendi aralarında bir meslekî birlik oluşturma olduğunu belirten Battal, "Oyçokluğu esası ile ve meşveret prensipleri ile çalışacak olan ve dolayısıyla Bediüzzaman’ın hizmet metoduna da uygun olan bu meslekî birlik, hem üyeleri arasında otokontrol ve disiplin mekanizmaları işletecek, hem de uzmanlık gerektiren dâvâlarda bilirkişi sıfatıyla mahkemelere ve gerekirse kamuoyuna yapacağı açıklamalarla kötü niyetli ya da iyiniyetli de olsa asıl metni tahrif eden yayıncıları deşifre ve men eden bir otorite (authority) oluşturabilecektir." diye konuştu.

Kültür ve Turizm Bakanlığı yaklaşık 20 gündür yayınevlerinin Bediüzzaman Said Nursi'nin Risale-i Nur Külliyatı eserlerinin basımı için gerekli bandrol başvurularına reddediyor. Bakanlık, kanuni mirasçı, hak sahiplerinin iznini gösterir sözleşmeler olmadığı gerekçesiyle yayınevlerinin bandrol başvurularını kabul etmiyor. Turgut Özal Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Battal, Köprü dergisinin 121. sayısında yer alan Fikri Haklar Mevzuatı Açısından Nur Risaleleri'nin Neşri ve Şerhi başlıklı makalesinde konu ile ilgili önemli değerlendirmelerde bulunuyor.

Bediüzzaman Said Nursî tarafından 1900’lü yılların ilk yarısında telif edilmiş olan Risale-i Nur Külliyatına dahil eserlerin, gerek muhtevası ve telif biçimi ve gerekse hukuk düzeni açısından yaşadığı yasaklama ve engelleme gibi zorlu süreçler sebebiyle oldukça özgün olduğunu belirten Battal makalesinde, “Bu müstesna niteliğine bir de bu eserlerin her tür engellemeye rağmen çok okunan ve çok kişi tarafından sahiplenilen, çok dile tercüme edilen, üzerinde çok çalışılan ve işlenilen ve dolayısıyla çok satılan eserler olduğu gerçeği eklendiğinde, bu eserler üzerindeki fikrî haklar konusu, kendiliğinden, oldukça önemli bir hale gelmiş olmaktadır. Diğer ifadeyle Risalelerin kendisi kadar, bu eserler üzerindeki telif hakları konusu da ilginç ve müzakereye muhtaç bir konudur. Konu hakkında bu güne kadar hukukçularca herhangi bir akademik çalışma yapılmamış olması da ihtiyacı arttırmaktadır.” ifadelerini kullanıyor.

Kitap ve benzeri fikir ve san’at eserlerine ilişkin fikrî hak korumasının ilk olarak 8 Mayıs 1910 tarihli Hakk-ı Telif Kanunu ile düzenlendiğini kaydeden Battal, “Daha sonra da bu kanunu geliştiren 05.12.1951 tarihli ve 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu (FSEK) ile düzenlenmiştir.” diyor.

Bediüzzaman’ın telifi olan Risale-i Nur Külliyatının ve Külliyata dahil etmediği diğer eserlerinin FSEK mânâsında eser sahibinin ‘Bediüzzaman Said Nursî’ olduğunu belirten Battal, "Vefatından önce bu sahiplik tartışma konusu olmadığı gibi bir mânâda ‘ateşten gömlek’ gibi idi. Ancak vefatından sonra sahipliğin ve dolayısıyla hakların kime geçeceği ve geçtiği önemlidir ve ayrı bir husustur. Bediüzzaman’ın 23 Mart 1960’ta Şanlıurfa’da vefatından sonra Tereke Hakimliğince listesi düzenlenen terekesinde, vefatı esnasında yanında bulunan menkul eşyası kaydedilmiş, ancak telifatı listeye dahil edilmemiştir. Sonraki tarihte de eserlerinin bir listesi çıkarılmış ve resmen beyan ya da tescil edilmiş değildir. Bu durum kanaatimizce bir ‘unutma’dan değil, vakfetmeye bağlı olarak, yanında bulunan talebelerince ortaya konulan bilinçli bir tercihten kaynaklanmaktadır." diye konuşuyor.

Bediüzzaman’ın vefatından önce vasiyetname yazdığını ve manen vakfettiği eserlerinin ‘neşri işini’ yine manen ve vasiyeten görevlendirdiği bazı talebelerine bıraktığını vurgulayan Battal, “Emirdağ Lâhikası’nda yayınlanmış olan vasiyetlerden, neşir hakkı hususunda yetkinin kimde ya da kimlerde olduğu, dolaylı da olsa anlaşılmaktadır. Şöyle ki: Bediüzzaman Emirdağ Lâhikası’ndaki (s. 118) ilk vasiyetinde şunları söylemektedir: ‘Aziz, sıddık kardeşlerim ve varislerim, Ecel gizli olmasından, vasiyetname yazmak sünnettir. Benim metrukatım ve Risale-i Nurdan olan benim hususî kitaplarım ve güzel ciltlenmiş mecmualarım ve sair şeylerimin bütününü, Gül ve Nur fabrikaların heyetine, başta Hüsrev ve Tahiri olarak o heyetten on iki kahraman kardeşlerime (Kardeşim Abdülmecid, Zübeyir, Mustafa Sungur, Ceylan, Mehmed Kaya, Hüsnü, Bayram, Rüştü, Abdullah, Ahmed Aytimur, Atıf, Tillolu Said, Mustafa, Mustafa, Seyyid Salih) vasiyet ediyorum. Onlara bırakıyorum ki, emr-i Hak olan ecelim geldiği zaman, benim arkamda o metrukatım, benim bedelime o sadık ve mübarek ellerde hizmet-i Nuriye ve imaniyede çalışsın ve istimal edilsin.’ Bu vasiyetten çıkan en önemli mânâ, Bediüzzaman’ın, vasiyetini, dünyevî hukuk kuralları karşısında hukuken değer taşısın diye değil, Allah katında ve Risalelerin kıymetini bilecek kişiler nezdinde kıymet ifade etsin diye ve sünnet olarak yazmış olduğudur.” açıklamasında bulunuyor.

Risale-i Nurların Kur’ân tefsiri ve iman ilmine dair eserler olduğunu bu sebeple Risalelerin Kur’ân’ın malı olduğunu belirten Battal, "Yine bu sebeple Risaleler üzerinde şeklen müellifinin sahip olduğu ve Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu ile korunan malî ve manevî haklar ve bu kapsamda Risaleleri neşir hakları Bediüzzaman’ın kanunî mirasçılarına değil, kendisinin vasiyetname ile belirlemiş olduğu ve ‘vârislerim’ dediği talebelerine aittir. Bediüzzaman’ın vasiyetnamelerine ve Risalelerin genel yaklaşımına nazaran, Bediüzzaman’ın vârisleri sınırlı sayıda kişiden ibaret değildir. Zira Bediüzzaman bir tür tüzel kişilik olarak gördüğü ‘Risale-i Nur’un şahs-ı manevisi’ni yine bir tür tüzel kişilik olarak tarif edip teşkilâtlandırdığı ‘Risale-i Nur Talebelerinin şahs-ı manevisi’ne emanet etmiştir.” diye konuşuyor.

"NUR TALEBELERİ NEŞİR GELİRLERİNİ VAKFİYEYE UYGUN SARF ETMEYE GENELDE MUVAFFAK OLMUŞLARDIR"

Nur talebelerinin şahs-ı manevisi, risaleleri neşretmek ve telif haklarından elde edilecek bedelin bir kısmını hayatını Risalelerin neşrine vakfetmiş olan ve ihtiyaç sahibi durumunda olan talebelere dağıtıp geri kalanı da Risale neşrinde kullanmakla görevli olduğunu ifade eden Battal, "Nur Talebeleri, Risaleleri bu kurallara uygun olarak tek elden ya da elbirliği ile neşretmek hususunda tam bir işbirliğine hiçbir zaman muvaffak olamamışlardır. Yayıncı çokluğu ve yayın çeşitliliği bilhassa 1980’den sonra yaşanan hadiseler ve 2000’li yıllarda gelişen teknoloji ve internet yayıncılığı dolayısıyla artmış ve bu durum Risalelerin makbuliyetine delil olarak görülmüştür. Nur Talebeleri neşir gelirlerini vakfiyeye uygun sarf etmeye genellikle muvaffak olmuşlardır. En azından bu hususta ciddî bir tartışma yaşanmamıştır. Bu durum Risalelerin istinat ettiği en önemli prensip olan ihlâs prensibinin de sonucudur.” şeklinde konuşuyor.

Farklı tanzim tarzlarıyla Risale yayıncılığı yapan Nur Talebelerinin ve gruplarının her birinin, Risalelerin kıymetini bilen ve dost, kardeş ve talebe halkalarından oluşan küçük ya da büyük bir kitleye istinat edip, ticarî olarak da bu kitleye hitap ettiklerini vurgulayan Battal, "Yayıncı ekipler durumundaki Nur Talebeleri, bazı küçük istisnalar dışında birbirlerini genellikle hoş görmüşler ve ihtilâflı konuları yargıya taşımaktan kaçınarak risale alıcısı durumundaki kamuoyunun takdirine bırakmışlardır. Bu fiilî durum, salt ticarî sebeple ve kâr amacıyla Risale yayıncılığına girişecek olan bir müteşebbise de izin verilebileceği ya da bu tür bir teşebbüsün engellenemeyeceği mânâsına gelmemektedir. Ancak kötü niyetli sayılacak böyle bir teşebbüsün kim tarafından ve nasıl engellenebileceği hususunda hukukî boşluk vardır. Risalelerle ilgili yapılan ve FSEK açısından ‘işlenme eser’ niteliği taşıyan; şerh, izah, tanzim, tercüme yayıncılığı faaliyetlerinde de, asıl metne dokunulmamış, genellikle yukarıdaki prensiplere uyulmuştur. Buna karşılık Risaleleri ‘sadeleştirerek’ ve ‘bu da Risalelerin aslı gibidir’ denilerek yayınlama teşebbüsleri, iyiniyetli de olsa, bilhassa asıl metni tahrip ya da tahrif etme riski sebebiyle, mevcut Risale yayıncısı Nur Talebelerinin tepkisini çekmektedir. Ancak bu tür bir işlenmenin tümüyle engellenmesi ya da tahrif ve tahrip içermeyecek biçime dönüştürülmesi için hukuku ve adliyeyi yardıma çağırmak hususunda da kısmen hukukî boşluk vardır." diyor.

"KÜLTÜR BAKANLIĞI BÜROKRATLARI RİSALELERİ KORUMAK HUSUSUNDA DA GÖREV BİLİNCİNE KAVUŞTURULMALI"

Risalelerin ticarî amaçla neşrinin engellenmesi ve aslı tahrif/tahrip eden işlenme eserler üretilerek neşrinin engellenmesi konularında en makul çözümün mevcut Risale yayıncılarının kendi aralarında bir meslekî birlik oluşturma olduğunu anlatan Battal şu ifadeleri dile getiriyor; "Oyçokluğu esası ile ve meşveret prensipleri ile çalışacak olan ve dolayısıyla Bediüzzaman’ın hizmet metoduna da uygun olan bu meslekî birlik, hem üyeleri arasında otokontrol ve disiplin mekanizmaları işletecek, hem de uzmanlık gerektiren dâvâlarda bilirkişi sıfatıyla mahkemelere ve gerekirse kamuoyuna yapacağı açıklamalarla kötü niyetli ya da iyiniyetli de olsa asıl metni tahrif eden yayıncıları deşifre ve men eden bir otorite (authority) oluşturabilecektir. FSEK’e göre ‘memleket kültürü için önemi haiz görülen bir eser üzerindeki’ hakları korumak Kültür Bakanlığının görevleri arasındadır. ‘Memleket kültürü’ kavramına jakoben laik bir yaklaşımla bakanlar için Risaleler kültürel bir eser sayılmayacaktır. Ancak ülkemizde demokrasinin gelişmesiyle birlikte laiklik kavramının tarifi de uygulaması da değişmekte ve makul hale dönüşmektedir. Yeni ve makul yaklaşımda kültür dinden uzak değildir. Memleket kültürünün en önemli yapı taşı dindir. Dinî eserler hiç şüphesiz kültürel açıdan önemlidir. En önemlilerinden biri ise hiç şüphesiz, bütün baskılara direnen, bütün olumsuzluklara ‘rağmen’ ayakta kalan ve karşıladığı ihtiyaç sebebiyle toplumun gönlünde yer tutan Nur Risaleleri'dir. O halde, Kültür Bakanlığı bürokratları Risaleleri korumak hususunda da görev bilincine kavuşturulmalı, Bakanlık hangi siyasî partinin elinde olursa olsun, memleket kültürüne ve bu kapsamda dinî eserlere karşı vazifesini—Diyanet İşleri Başkanlığı ile de işbirliğine giderek—hakkıyla yapmayı vatandaşına karşı siyasî ve anayasal bir görev bilmelidir.”

Kültür Bakanlığı'nın görevlerinden birinin de Risale yayıncıları arasında kurulması gereken meslek birliğinin kuruluşuna yardımcı olmak olduğunu hatırlatan Battal, “Zira bu birlik, Risale yayınını denetim altında tutmak suretiyle, Bakanlığa da kendi görevi açısından yardımcı olmuş olacaktır. Bu amaçla gerekirse mevzuat değişikliği de yapmak ve böylece ‘Risale Yayıncıları Meslek Birliği’nin kuruluşunun önünü açmak, Bakanlığın görevidir." değerlendirmesini yapıyor.
CİHAN

Yorumlar