Ömer Faruk Yılmaz: Kurtuluş savaşını Sultan Vahdeddin başlattı
Tarihçi yazar Ömer Faruk Yılmaz, kurtuluş savaşını Sultan Vahdeddin Han’ın başlattığını ifade etti.
Tarihçi yazar Ömer Faruk Yılmaz, kurtuluş savaşını Sultan
Vahdeddin Han’ın başlattığını ifade etti. Yılmaz, Vahdeddin’in
örgütlenme adına İstanbul’dan Anadolu’ya heyet gönderdiğini dile
getirdi.
Yedikıta dergisi Sultan Vahdeddin’in siyasi hayatı ile ilgili bir
dosya ortaya koydu. Dosyada tarihçi Ömer Faruk Yılmaz’ın kaleme
aldığı ‘Sultan’ın Tabutuna Haciz’ başlıklı makaleye yer verildi.
Makaleye göre Vahdeddin Han, ülkeyi İstanbul’dan kurtarmanın mümkün
olamayacağını bildiği için Anadolu’da örgütlenmeye karar verdi.
İngilizler, kendisinden işgalci güçlere karşı mücadele veren halkı
silahları bırakmaya davet etmesi talebinde bulunuyordu. Bundan
yararlanan Vahdeddin, sözde direnişleri yatıştırmak; esasında
devleti kurtaracak örgütlenmeyi başlatmak için Anadolu’ya bir heyet
gönderdi. Heyete el altından yardım da etti. İstanbul’dan silah,
para, mühimmat ve insan gücü göndertti. Öyle ki Hilal-i Ahmer
Cemiyeti topladığı paraları ve muhtelif ürünleri bir şekilde illere
dağıtıyordu.
Anadolu harekâtı İstanbul’un katkıları ile örgütlenmiş, Osmanlı
Devleti’ni düşmandan kurtarma umudu artmıştı. Fakat harekât, bir
anda İstanbul’a karşı bir tavır içine girmeye, sultanı dışlamaya
başladı. Nihayetinde Osmanlı saltanatı lağvedildi (1 Kasım 1922).
İki sene sonra da Hilafet kaldırılarak Osmanlı Devleti’nin bütün
resmî devlet hukuku tarihe intikal ettirildi (3 Mart 1924).
Hilafetin ilgası kararı ile Osmanlı hanedan mensupları da sınır
dışı edildi. Bu tarihten itibaren gerek basında ve gerekse resmî
idarede İstanbul’a ve Vahdeddin’e karşı çok ağır hakaretler sarf
edilmeye başlandı. ‘Görevi bıraktı, kaçtı’ gibi yalan ve uydurma
haberler yaptırıldı. Bütün bu eylemleri yapanlar yine kendisinin
görevlendirdiği isimlerdi. Vahdeddin Han, bunlara karşı mücadelenin
kendi evlatlarına karşı mücadele olduğunu dile getirerek, hicret
etmeyi uygun buldu. 15 Kasım 1922’de hicret tercihini İngiliz işgal
makamlarına bildirdi ve 17 Kasım’da İngiliz Malaya1 Zırhlısı’na
binerek yola koyuldu. Yanına hazineden veya devletin malından tek
kuruş para veya mücevher almadı. Son okuduğu mücevherlerle süslü
bir kitabı bile hazineye iade etti. Gemi 20 Kasım’da Malta’ya
vardı.
Hükümdar, Malta Adası’nda bir buçuk ay kadar kaldı. Hicaz Kralı
Hüseyin’in davet mektubunun ardından Malta’dan bir gemi ile Mısır’a
geldi. Mısır idaresi, onunla ilgilenmedi, karşılama bile yapmadı. O
da buradan Süveyş’e oradan Mansura’ya, 15 Ocak 1923’te de Cidde’ye
gitti. Cidde’de bir müddet kaldı, ardından Mekke-i Mükerreme’ye
yöneldi. Mekke-i Mükerreme’de bir müddet oturdu, burada
barınamayacağını İngiliz makamlarına bildirip Filistin’e gitmeyi
talep etti. Hicaz’da İngilizlerin bir oyunu olduğunu ve burada
kalırsa Hilafet makamını Şerif Hüseyin’e kullandırtacaklarını
anlamıştı.
Sultan, Filistin’e gitmek temennisini iletti ancak onay alamadı.
Mekke-i Mükerreme’de döneminde umre yapma imkânı buldu. O, yeni
ikamet yeri tam olarak belli edilmediği halde Hicaz’dan 20 Nisan
1923’te vapurla ayrıldı. İlk olarak İskenderiye’ye oradan da 28
Nisan’da İtalya’ya gitti ve 2 Mayıs’ta İtalya’nın Cenova şehrine
vardı. Cenova’da bir otelde kalan hükümdar daha sonra San Remo
şehrinde kiralanan Villa Nobel isimli mekâna yerleşti ve vefatına
kadar burada kaldı.
Vahdeddin, 16 Mayıs 1926’da vefat etti. 65 yaşında ölen sultan,
otopsi sonrası bir tabuta konuldu. Cenaze haczettirildi. Villada ne
varsa her şeye el konuldu. Padişahın naaşı bir ay kadar villanın
giriş katında mahsur kaldı. Abdülmecid Efendi Fransa’dan bir miktar
para gönderdi fakat yetmedi. Cenazenin haczini kızı Sabiha Sultan
mücevherlerinden birini ve bir çift küpesini satarak kaldırdı.
KABRİ TÜRKİYE DIŞINDA KALAN TEK SULTAN
Bir taraftan hacizle meşgul olan sultanın yakınları, diğer taraftan
da defin yeri araştırıyordu. Cenazeyi Türkiye’nin almayacağı
belliydi. Yapılan araştırma ve yazışmalardan sonra cenazenin
Suriye’nin Şam şehrinde Yavuz Sultan Selim’in yaptırmış olduğu
caminin haziresine defnedilmesine karar verildi ve hemen resmi
müracaatlar yapıldı. Suriye’de Sultan Abdülhamid Han’ın kızıyla
evlendikten sonra ayrılan Ahmed Nami Bey devlet başkanı idi ve bu
talebi kabul etti. Fakat Fransa işgalinde olan bu topraklara defin
için Paris’ten izin alınması gerekiyordu. İzinlerin alınması,
haczin kalkmasıyla padişahın naaşı bir arabayla istasyona getirildi
ve Trieste’den gemiyle Beyrut’a ve oradan da trenle Şam’a
nakledildi. Şam istasyonunda cenazeyi hanedanın eski damadı ve
Suriye devlet başkanı Ahmed Nami Bey askerî merasimle karşıladı.
Naaş, Yavuz Sultan Selim Camii’ne getirildi ve Kâbe-i Muazzama’nın
örtüsü ile örtüldü. Ardından cami avlusunda açılan kabre
defnedildi.
CİHAN
Yorumlar