Ergenekon Kararı Onaylandı
Ergenekon Davası'nın 16 bin 600 sayfalık gerekçeli kararı Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'nde (UYAP) onaylandı.
Sadece Danıştay Saldırısı faili Alpaslan Arslan'ın tutuklu
olduğu, toplam 275 sanığın yargılandığı Ergenekon Davası'nın 16 bin
600 sayfalık gerekçeli kararı açıklandı. Gerekçeli kararın
önsözünde yapılan yargılamada sanıklar hakkında, Ergenekon Terör
Örgütü üyeliği ve işledikleri suçları nedeniyle
cezalandırılmalarına karar verildiği belirtilerek, "Sanıkların
işlediği sabit görülen suçların en önemlisi, “cebir ve şiddet
kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya
görevlerini yapmasını kısmen veya tamamenengellemeye teşebbüs etme"
suçudur. Mahkememizde karara bağlanan davada, Ergenekon Terör
Örgütü' nün özellikle Bülent Ecevit başbakanlığındaki 57. Hükümeti
ve Abdullah Gül ve Recep Tayyip Erdoğan
Başbakanlıklarındaki 58. ve 59. hükümetleri hedef alan
faaliyetlerini yoğunlaştırdığı anlaşılmaktadır" denildi. Gerekçeli
kararda, "Türkiye'de adi suçlar hakkında toplumun genel bir
bilgisi, algısı ve kültürü söz konusuyken, özellikle yasama ve
yürütme organı aleyhine işlenen suçlar hakkında aynı şeyin
söylenmesi mümkün değildir. Çünkü bugüne kadar maalesef bu tür
suçlar yargılama konusu yapılamadığından, toplumsal algı
şekillenmemiştir. Bu yüzden kamuoyunun bir kısmının bu suçlara
neden ağırlaştırılmış müebbet hapis öngörüldüğü konusu hakkında
yeterli bilgiye sahip olmadığı görülmektedir.
"HÜKÜMETLERİN FAALİYETLERİNİN DURDURULDUĞU VE/VEYA
ENGELLENDİĞİ "ASKERİ DARBE ÖNCESİ - SIRASI VE SONRASI"
DÖNEMLERDİR"
Gerekçeli kararda, "Oysa, sosyo-psikoljik bir gerçekliktir ki, adi
suçların tavan yaptığı dönemler hükümetlerin faaliyetlerinin
durdurulduğu ve/veya engellendiği “askeri darbe öncesi - sırası ve
sonrası" dönemlerdir. Bu süreçte, cinayet, gasp, hırsızlık,
dolandırıcılık, ırza müteallik eylemler, rüşvet, zimmet gibi adi
nitelikli suçlar toplumda yaygınlaşır ve bunaltıcı hale gelir,
ardından insanlar bu dönemin sona ermesi için silahlı güçlerin
yapacağı her türlü müdahale için tepkisiz ve hazır olduğunda ise,
artık hükümetler bu gücün telkin, yönlendirme, istek, baskı ve
talimatlarına açık hale gelir. Demokrasiyle uyumlu olmayan bir
rejimi ortaya koyan ve demokrasiyi işlevsiz kılan veya ortadan
kaldıran bu tür müdahaleler birçok temel insan hakları ihlalleri
doğmasına neden olur. Böyle bir dönemde hukukun üstünlüğü ilkesi
göz ardı edilir, insanlar hiçbir hukuki kurala dayanmaksızın
soruşturulur, göz altına alınır, işkencelere maruz kalır,
tutuklanır, kurdurulan hukukilikten uzak yargı mercilerince idam
dahil bir çok sıra dışı cezalara çaptırılır. Daha tahrip edici ve
büyük hırsızlıklar, zimmetler, gasplar, cinayetler görülmeye
başlanır. Bu periyotta toplum sindirilmiş ve yargı işlevsiz
bırakılmış olduğu için
silahlı güçler ile destekçilerinin oluşturduğu gücü elinde
bulundurun azınlık, ülke kaynaklarını kendi menfaatleri için
kullanır, haksız makam ve mal gaspları gerçekleşir, birçok suç
teşkil eden eylemler işler, kendilerinin soruşturulamaması için
tedbirler alır.
Nihayetinde ülkenin en az bir 20 yılı heba edilmiş olur. Bunu
yapanların hesap vermesi için ortaya konan çabaların demokratik
gelişime katkısı yadsınamaz ise de, mağdurlar açısından, geciken
adalet ne kadar adalet olacaksa o kadar anlam ifade eder"
ifadelerine yer verildi.
"SAVUNMALARDA SANKİ TÜRKİYE'DE HİÇ DARBE OLMAMIŞ GİBİ BİR
YAKLAŞIM SERGİLENMİŞTİR"
"Yapılan savunmalarda, Ergenekon Terör Örgütü'nün faaliyetlerinden
dolayı sanıkların suçlandıkları hususu görmezden gelinerek, Türk
ordusuna büyük bir bühtan (iftira) yapıldığı iddia edilmiş ve sanki
Türkiye'de hiç darbe olmamış ve hükümetlerin görevi sekteye
uğratılmamış gibi bir yaklaşım sergilenmiştir. Oysa ülkeyi darbeye
götüren süreçte gelişen acılarla dolu olaylar ve bu olayların
ardından gerçekleşen müdahalelerin izleri hala tam olarak
silinememiştir. Bu gerçekliği kim görmezden gelebilir. Buna karşın
sanıkların
özellikle belli bir kısmının gerek telefon konuşmalarında, gerek
yazılarında ve gerekse savunmalarında 1960 askeri darbesini, bir
devrim olarak değerlendirdikleri, bu tür bir müdahalenin
gerçekleşmesini açıkça ifade ettikleri, ordu millet el ele bir
araya gelmesiyle
ordunun gidişata 'dur' demesi gerektiğinden bahsettikleri
görülmüştür" denildi.
"ÖRGÜTÜN YÖNETİCİLERİ VE ÜYELERİ DARBE ORTAMININ OLUŞMASINI
İSTEMEKTE"
Gerekçeli kararda, "Bunun yanında Ergenekon Terör Örgütü' nün gerek
yönetici ve gerekse üye konumundaki hemen hemen
tüm mensupları ülkede bir askeri müdahale veya darbe ortamının
oluşmasını istemekte, hatta memleketin kurtuluşu için bunun olmazsa
olmaz olduğunu düşünmekte ve yaptıklarını bir Kuva-yı Milliye
Harekatı olarak değerlendirmektedirler. Dosyada bu tür
yüzlerce delil mevcuttur. Sanıklar bu kastlarını, hem nefret ve
şiddet içeren söylemleri hem de eylemleriyle açıkça ortaya
koymaktadırlar. Hatta bazı sanıklar söz konusu bu yöndeki isteğin
“düşünce ve ifade özgürlüğü" kapsamında değerlendirilmesi
gerektiğini belirtmişlerdir. Oysa Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
ifade ve örgütlenme özgürlüğünün şiddete ve nefrete çağrı olarak
kullanılması durumunu korumamış ve hatta değil şiddete çağrıyı,
ifadeler şiddete çağrı içermese dahi, yapılmış bir terör eylemini
doğru bulmayı ifade etmenin de ifade özgürlüğü kapsamında
değerlendirilemeyeceğini belirtmiştir. Kanun koyucu, gerek dünya
gerek ülke tecrübeleriyle sabit böyle bir ortamın doğmasına fırsat
vermemek için, bu suçun ihlal ettiği hukuki yararın önemini dikkate
alarak, bu tür eylemler için en ağır yaptırımı uygun görmüştür. Bu
ülkemizde olduğu gibi demokrasinin geçerli olduğu devletlerde de
böyledir4. TCK 311. ve 312. maddeler incelendiğinde, bu suçların
bir tehlike suçu olarak kabul edildikleri ve teşebbüsün tamamlanmış
suç gibi
cezalandırıldığı anlaşılmaktadır. Kanun, cebir ve şiddet kullanarak
yasama ve yürütmenin sadece “ortadan kaldırılmasına teşebbüs
edilmesi"ni değil, bunun yanında bu organların “görevlerini
yapmasını tamamen veya kısmen engellemeye teşebbüs edilmesini
dahi
aynı şekilde cezalandırmaktadır. Yani bir anlamda kanun koyucu bu
suçu işlemeye niyetlenenlere, “kanunun caydırıcı olması" ilkesi
gereği bir ikazda bulunmakta ve suçun oluşumu için “cebir ve şiddet
kullanarak TBMM veya Hükümetin görevlerini kısmen yapmasını
engellemeye teşebbüs edilmesinin bile suç için yeterli olacağını
belirtmektedir" ifadelerine yer verildi.
Gerekçeli kararda Genelkurmay Eski Başkanı İlker Başbuğ ile ilgili
bölüm de dikkat çekmekte. Gerekçeli kararda, "Sanıklar tarafından
'Bir genelkurmay başkanından nasıl terörist olur?' söylemleriyle
oluşturulan bir algı söz konusu olmuştur. Öncelikle ifade etmek
gerekir ki, 'terörist' kelimesi hukuki değil, basın yayın
organlarının kullanmayı tercih ettiği siyasi bir kavramdır. Hukukta
ise 'terör suçlusu' kavramı tercih edilir" denildi.
"HERKESİN, HER TÜRLÜ SUÇUN SANIĞI OLMASI
MÜMKÜNDÜR"
Gerekçeli kararda şu ifadelere yer verildi:
“Terörle Mücadele Yasası kapsamında “terör örgütü" olarak
değerlendirilen suç örgütlerinin mensuplarının belirli eylemleri de
terör suçu sayılmaktadır. Bu kapsamda yasa koyucu devlet aleyhine
işlenen TCK 309, 311, 312 gibi maddelerdeki suçları terör suçu
olarak kabul etmektedir. Anayasal düzene, yasama organı ve yürütme
organına karşı işlenen bu tür suçların gerek işleniş biçimi ve
gerekse vahim sonuçları dikkate alınarak doktrinde, yazılı hukukta
ve uygulamada bunlar terör suçları arasında yer almaktadır. İkinci
olarak gerek teoride ve gerekse pratikte herkesin, her türlü suçun
sanığı olması mümkündür. Terör suçları siyasi içeriği de olan
suçlardır. Bu yüzden yukarıda da değinildiği üzere bu suçun
failleri işledikleri eylemleri suç kapsamında kabul etmezler. Bu
suçların hemen hemen tüm sanıklarının sahip olduğu ortak düşünce,
“işledikleri eylemlerin insanlık, vatan ve memleket için" faydalı
olduğu yönündedir. Bu yüzden bu suçların sanıkları kendilerini bir
terör suçlusu saymazlar"
Yorumlar