Diyanet: Müslüman, kazancını dinin meşru saydığı yollardan elde etmekle yükümlü
Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu, Müslüman'ın, kazancını dinin meşru saydığı yollarla elde etmekle yükümlü olduğunu vurgulayarak,"Allah, Müslüman'ın malını nerelerde harcadığını soracağı gibi, nerelerden kazandığını da soracaktır.
Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu, Müslüman'ın,
kazancını dinin meşru saydığı yollarla elde etmekle yükümlü
olduğunu vurgulayarak,"Allah, Müslüman'ın malını nerelerde
harcadığını soracağı gibi, nerelerden kazandığını da soracaktır.
Dinin haram saydığı maddelerin ticareti, hırsızlık veya gasp,
kumar, faiz ve fuhuş dinin yasakladığı kazanç yollarından
bazılarıdır. Bu yollarla elde edilen kazanç haramdır. Müslüman’ın
bu mallardan yararlanması caiz değildir." açıklamasını yaptı.
Bir vatandaşın 'Dinin haram saydığı yollarla kazanılan malın cami
inşası ve tefrişi gibi hayri hizmetlerde kullanılması caiz midir?'
sorusunu cevaplandıran Din İşleri Yüksek Kurulu, haram yollardan
elde edilen gelirle hayır işlerinin yapılamayacağını, yapılsa bile
bu hizmetlerden sevap beklenilmemesi gerektiğine hükmetti. Kurul
kararında, "Dinimize göre Müslüman, kazancını dinin meşru saydığı
yollarla elde etmekle yükümlüdür. Allah Müslüman'ın malını
nerelerde harcadığını soracağı gibi, nerelerden kazandığını da
soracaktır. Dinin haram saydığı maddelerin ticareti, hırsızlık veya
gasp, kumar, faiz ve fuhuş dinin yasakladığı kazanç yollarından
bazılarıdır. Bu yollarla elde edilen kazanç haramdır. Müslüman’ın
bu mallardan yararlanması caiz değildir. Bir kimsenin elinde bu
yollardan birisi ile elde edilen bir mal varsa, onu; 'haram yolla
elde edilen kazancın sarf yeri yoksula vermektir' kuralı gereği,
yoksullara vermesi gerekir. Ancak bundan bir sevap beklemek doğru
değildir. Çünkü haram yolla elde edilen kazanç, kişinin malı olmaz.
Malı olmayan bir şeyi hayri bir hizmette kullanması karşılığında
sevap beklemesi de mümkün değildir. Haram kazançla satın alınan
halı üzerinde veya inşaatına haram maldan da sarf edilen camide
namaz kılındığında bu namaz sahihtir. Çünkü buradaki mahzur,
namazın kendisi ile ilgili değil, onu çevreleyen başka bir husus
ile ilgilidir. Bir mekanın veya elbisenin dinen meşru olmayan bir
yolla kullanılması, namazdan ayrı bir husustur." ifadeleri yer
aldı.
ALLAH'IN HUZURUNA KUL HAKKIYLA ÇIKMANIN AĞIR VEBALİ VARDIR
Din İşleri Yüksek Kurulu, "Kul hakkı yemenin hükmü nedir? Kul hakkı
nasıl ödenir?" sorusunu da cevaplandırdı. Hz. Peygamber'in (sas)
üzerinde kul hakkı bulunan kişilerin, hak sahibi olan mazlumlardan
helallik almalarını öğütlediğine dikkat çeken Kurul, bunun
yapılmaması durumunda haksızlık yapan kişinin salih amellerinin,
haksızlığı ölçüsünde alınarak hak sahibine verileceğini, eğer
verilecek salih amel bulunamazsa o zaman da mazlumun günahlarının
zalime yükleneceğini belirttiğini bildirdi. Kurul şu açıklamada
bulundu: "Peygamberimiz (sas), imkanı olduğu halde zamanı gelmiş
bir borcu ödemeyenlerin kul hakkını ihlal ettiğini şöyle ifade
eder: 'Ödeme gücü olan zengin kişinin, ödemeyi ertelemesi
zulümdür.' Görüldüğü üzere kul hakkı, kişinin Cennet ya da
Cehennem’e gidişinde önemli ölçüde belirleyici bir rol
oynamaktadır. Allah’ın huzuruna kul hakkı ile çıkmanın, çok ağır
bir vebali vardır. Çünkü böyle bir günahın Allah tarafından
bağışlanması, hak sahibinin affetmesi şartına bağlanmıştır. Hak
sahibi, hakkını almadıkça veya bu hakkından vazgeçmedikçe, Allah
kul hakkı yiyenin bu günahını affetmemektedir. Çünkü ilahi adalet,
bunu gerektirir."
Peygamber Efendimiz'in (sas) Veda Hutbesi'nde; 'Ey insanlar, sizin
canlarınız, mallarınız, ırz ve namuslarınız, Rabbiniz'e kavuşuncaya
kadar birbirinize haramdır (dokunulmazdır)' buyurduğunu hatırlatan
Din İşleri Yüksek Kurulu, gasp, hırsızlık veya izinsiz alma gibi
yollarla elde edilen haram para veya mal, sahipleri biliniyor ise
kendilerine yahut mirasçılarına, bilinmiyor ise fakirlere veya
hayır kurumlarına onların namına sadaka olarak verilmesi
gerektiğine hükmetti. açıklamada, "Yapılan bu kusurlardan dolayı da
Allah’tan af ve mağfiret dilenmelidir. Mal ya da darp gibi şeylerle
ilgili olmayan gıybet, bühtan gibi hak ihlallerinde en doğrusu, hak
sahibine durumu anlatıp helalleşmek olmakla beraber, her zaman bu
şartı yerine getirmek mümkün olmadığından ya da insanlar bundan
çekindiklerinden, kendi adına tövbe edip, hak sahibi namına da
istiğfar etmek, dua etmek ya da hayır hasenat yaparak sevabını ona
bağışlamak, bu tür hak ihlallerine keffaret olur." denildi.
CİHAN
Yorumlar