Vizontele Tuuba gerçek mi? Vizontele ne demek, hikayesi nerede geçiyor?

Vizontele Tuuba gerçek mi, vizontele ne demek, hikayesi nerede geçiyor? Vizontele filmi gerçek bir hikayeden mi kurgulandı yoksa tamamen hayal ürünü mü? İşte Vizontele filminin hikayesi:

Google Haberlere Abone ol
Vizontele Tuuba gerçek mi? Vizontele ne demek?

Vizontele Tuuba gerçek mi, vizontele ne demek, hikayesi nerede geçiyor? Yılmaz Erdoğan'ın yazıp yönettiği Vizontele filminin gerçek mi yoksa tamamen hayal ürünü mü olduğu hep merak edilir. Hakkari'nin 1970'li yıllardaki halini anlatan filmin ana unsuru kasabaya ilk kez bir televizyon gelmiş olmasıdır. Filmde, dağların orta yerindeki kasabada televizyonun çekmemesi ve çekmesi için gösterilen çaba anlatılıyor. Peki, Vizontele gerçek mi, Vizontele ne demek, anlamı nedir, hikayesi nerede geçiyor?

VİZONTELE GERÇEK HİKAYE Mİ?

Başta şunu belirtelim film sadece bir kişinin ya da olayın bütün hikayesinden oluşmuyor. Yılmaz Erdoğan'ın anlattığına göre film bir dönem farklı zamanlarda yaşanmış olayların derlenerek kurgulanmasından oluşuyor. Filmdeki olayların tamamına yakınının gerçek olduğunu söylemek ise mümkündür. İşte Vizontele filminin ana konusuna ilham kaynağı olan gerçek hayat öyküsü:

Milyonların izlediği Vizontele’nin esin kaynağı olan gerçek hikâyenin kahramanı Köy Hizmetleri’nden emekli makine şefi Necip Cidal, 1976 yılında Hakkâri’ye televizyon getirmek için yaşadıkları serüveni anlattı. Necip Cidal, Hakkâri’deki yaşamı sihirli bir şekilde değiştiren televizyona kavuşmak için büyük bir mücadele verdiklerini söyledi. Cidal’ın ağzından 32 yıl önce yaşananlar:

“Televizyon vericisi kurmak için, Elazığ’dan bir usta getirdik. Görüntü yakalamak için komite kurduk. İçinde Vali eşi ve Binbaşı da vardı. Altı ay boyunca gece-gündüz dağlarda, tepelerde görüntü aradık. Sonunda yolun ortasında görüntüyü yakaladık. Ne bir metre aşağısında, ne de bir metre yukarısında çekiyordu. Mecburen vericiyi oraya yerleştirdik. Bir dozer çağırıp yolu aşağıya çektik.”

Yılmaz Erdoğan’ın yazıp yönettiği Vizontele, gişe rekorları kırarken, televizyonun insan hayatında nasıl bir değişim yarattığını da gösteriyordu. Erdoğan, filmde Hakkârililerin televizyonun gelişiyle birlikte yaşadıkları büyük heyecanı ve bu uğurda verdikleri mücadeleyi mizahi bir şekilde anlatıyordu. Hakkârililerin televizyon için büyük bir mücadele verdiği hikâyenin gerçek serüveni de en az Vizontele’de anlattığı kadar ilgi çekici ve eğlenceli.

Hakkârileriler başka şehirlerde gördükleri veya duydukları televizyonun büyüsüne öyle bir kapılmışlar ki, içerisinde Vali eşi ve Binbaşı ile birçok memurun yer aldığı bir komite kurmuşlar. Bu komitenin adı ise, ‘Hakkâri ve Yöresine Televizyon Görüntüleme Komitesi’. Komitenin teknik elamanları, ellerinde televizyon ve akülerle altı ay boyunca dağ tepe dinlemeden, gece gündüz demeden görüntü aramışlar. Sonunda görüntüyü buldukları yer ise bir yolun ortası. Hikâyeyi bize anlatan Necip Cidal’in anlatımıyla “Ne bir metre aşağısı, ne bir metre yukarısı.” Bu yüzden dozer çağırıp yolu değiştirmişler, vericiyi de buraya kurmuşlar. Cidal, “Gidin bakın 30 yıldır vericiler bizim bulduğumuz noktada duruyor” diyor.

Eski adıyla Yol, Su, Elektrik (YSE), şimdiki adı ile Köy Hizmetleri’nden emekli makine şefi Necip Cidal, Yılmaz Erdoğan’ın babası Nazım Erdoğan’ın hem akrabası hem de çok yakın arkadaşı. Kurdukları komitede Erdoğan’ın amcası Adil Erdoğan da görev almış. Cidal, “Vizontele’yi her izlediğimde o günleri yaşıyor gibi oluyorum. Yılmaz Erdoğan elimizde büyüdü. Her halde Yılmaz hikâyeyi babasından dinledi” diyor. İşte Cidal’in anlatımıyla Hakkârililerin “vizontele” macerası:

‘DAĞDA ARARKEN YOLDA BULDUK’

“Ankara’ya yedek parça almaya giderken, toplantılara giderken televizyonla tanıştık. Hakkâri’de 8-9 ay kıştı, yollar kapalıydı. Arada ev gezmelerine gidiliyordu onun dışında herkes evinde oturuyordu. Bir tane sinema vardı, o da haftada bir film değiştiriyordu. Onun için Hakkâri’de televizyon seyretmek büyük bir meseleydi. Televizyon yayını Van’da vardı ama Hakkâri’de yoktu. Ne olacak bu halimiz diye düşündük ve Elazığ’da verici kuran bir şirket bulduk, şirketle anlaştık. Onlar bize bir kalfa gönderdi. Adam geldi 5-6 ay kaldı. Küçük bir televizyonu vardı aküyle çalışıyordu. Biz, görüntüyü bulabilmek için onunla birlikte dağlara, yüksek tepelere çıktık. Anteni sağa sola çeviriyorduk. İran, Irak ve Suriye kanalları fevkalade çekiyordu bir tek TRT çekmiyordu. Bütün Yüksekova’nın dağlarına tepelerine gittik. Oralarda görüntü almak için çok uğraştık. En sonunda Selahiye Tepesi’nden aşağı inerken, Hakkâri’de eski hapishanenin yanında bir dinamit ambarımız vardı. Orada akşam saat sekizdi bir baktık ki akşam haberlerini veriyor. Görüntüyü bulduğumuz yerin ne bir metre aşağısında ne bir metre yukarısında çekiyordu. Hemen orda durduk Vali Derviş Yalım Bey’e haber verdim. Vali Bey bu işle doğrudan ilgileniyordu. Telsiz vermişti görüntüyü bulduğunuz zaman hemen haber verelim diye. Vali Bey hemen geldi. “Aman Necip ne yapın edin bu işi halledin. Buraya yarın sabah bir direk dikin” dedi. Bir dozer çağırıp yolu değiştirdik. Van’dan yansıtıcılar istedik, oraya kurduk. Van’ın Başkale ilçesinde yansıtıcı vardı. Gece eski araba lastiklerini yakarak, birbirini gören dört noktaya yansıtıcılar yerleştirdik ve Hakkâri’ye vericileri getirdik. Hala aynı yerde yansıtıcı var ama cihazlar değişmiştir.”

‘KOMİTE KURMUŞTUK’

“Biz bir komite kurmuştuk. Komitenin ismi, ‘Hakkâri ve Yöresine Televizyon Görüntüleme Komitesi’ydi. İçerisinde 5-6 kişi görev almıştık. Hepimiz memurduk. Vali Beyin hanımı, Binbaşı ve Yılmaz’ın (Erdoğan) amcası Adil Erdoğan da bu komitede yer alıyordu. Teknik elemanının ismi Mehmet’ti. Teknik eleman dediğim de öyle tahsilli falan değildi, kalfaydı. Deli Emin gibi bir şeydi. Maaşını ödemek için biz vatandaşlardan para topluyorduk.

Memurdan maaş aldıkları zaman 5 lira 10 lira gönlünden ne koparsa makbuz karşılığında alıyorduk. Esnaftan da aynı şekilde para topluyorduk. Kalfa otelde kalıyordu. Altı ay boyunca biz ona baktık. Bazen de para toplayamıyorduk. O zaman bir iki ay para veremedik. Ta ki, Vali Bey’in hanımı bize yanılmıyorsam 100 bin lira para getirene kadar.”

‘YÜKSEK TEPELERDE AKÜLERİMİZ DURUYOR’

“Görüntü aramak için tepelere çıktığımızda gece kaldığımız da oldu. Dağlara tepelere çıkmaktan hiç vazgeçmedik. Hatta gitme isteğimiz her gün daha da artıyordu. Aküleri götürürken, adamların sırtına veriyorduk. İki bin üç bin rakıma çıkıyorduk. Akünün içinde asitli su var. O asit de adamların sırtına döküldüğünde elbiseleri olduğu gibi yanıyordu. Bazılarının vücudu yandı. Görüntü filan bulamıyorduk, dönerken mecal kalmıyordu aküleri de orda bırakıyorduk. Şimdi 30 sene geçti ama o yüksek tepelerin başında hala bizim akülerimiz ordadır. Baktık olmuyor sonra at ve katır sırtında çıkarmaya başladık. Bazen onları da çıkaramıyorduk. Akünün ağırlığı da 20 kg’dan aşağı değildi.”

‘PERVANE YAPARAK AKÜ ŞARJ ETTİK’

“Yansıtıcılar akü ile çalışıyordu. Aküler üç günde bitiyordu. Bazen de filmin en güzel yerinde bitiyordu. İki günde gidip aküye değiştirme olanağımız yoktu. Aküler de o kadar fazla değildi. Akünün şarjda kalması için de 24 saat geçmesi gerekiyordu. Binbaşı vasıtasıyla Tabur’a dedim ki gece saat 12’de kutup başlarını çekin, böylece akü kendi kendini şarj eder. Karakoldaki nöbetçi gece saat on ikide kutup başlarını çekiyordu tam da filmin ortasında. Peşinden bizim eve telefon geliyordu. Aman işte ne olursun film en heyecanlı yerde kaldı diye. O dönem de Türk filmleri revaçtaydı. Biz hemen binbaşıya telefon açıyorduk. Nöbetçi asker tekrar aküyü çalıştırıyordu. Sonunda nöbetçi askere de bir küçük televizyon aldık, film bitmeden kesmesinler diye. Akü için de bir çare bulalım dedik. Ben tuttum sacdan pervaneden yaptım birer metre uzunluğunda. Dinamo koyduk. Pervane döndükçe dinamo şarj ediyor. Dolayısıyla akü doluyordu.”

‘TRT GENEL MÜDÜRÜ BİZE ŞAŞIRDI’

“Ondan sonra herkes televizyon almaya başladı. Fakat karlı gösteriyordu televizyonlar. Onun da bir yöntemini bulduk. Televizyon camlarının önüne mika koyduk. O görüntüdeki karlanmayı önlüyordu. Herkes renkli mika koyuyordu. Birkaç ay sonra ben Ankara’ya geldim. Ağabeyim senatördü. Bana TRT Genel Müdürü’nden randevu aldı. Belki daha kaliteli cihazlar vardır, daha iyi görüntü elde ederiz diye TRT’den yardım istedik. Anlattık neler yaptığımızı. Genel Müdür dedi ki, ‘Böyle bir şeyi tasavvur bile etmiyoruz. Yansıtıcı, görüntü bulma, böyle bir şey teknikte yok’ dedi. Sonra TRT bir ekip gönderdi onlar da aynı yerlerde araştırmalar yaptı. Aynı yerlere direk ve yansıtıcılar koydular. Demek ki sağlam iş yapmışız.”

‘KÖRTİNG MARKA OCAĞIMIZI YIKTI’

“O dönem insanlar ekmeğinden suyundan kesiyordu taksitle televizyon alıyordu. Ben de Körting diye bir televizyon markası aldım fakat ses var görüntü yok. Evin önünde koca uzun kavak ağaçları var. Anteni en tepeye dikiyorum, yükselticiler koyuyorum. Buna rağmen ses var görüntü yok. Herkesin evinde iyi kötü çıkıyor bende hiç çıkmıyor. Sonra gittim başka bir markayla takas ettim üstüne de para verdim. Benden sonra başkaları da almış ama yine ses var görüntü yok. Nasılsa çalışır diye belki 15 kişiye satmış bunu. Her satışta fark da alıyor. Yılmaz’ın babası Nazım bakıyor bekçi oturmuş böyle kara kara düşünüyor. Nazım diyor, ‘Ne oldu Hüsso yoksa sen de mi Körting marka televizyon aldın,’ ‘Yahu sen nerden biliyorsun’ diyor. Adam borç etmiş, harç etmiş almış fakat görüntü yok. O televizyon çok kişinin evini yıktı. En sonunda bir tane başçavuş tayini çıkmış, giderken bir de televizyon alayım demiş. Gidiş o gidiş…”

VİZONTELE NE DEMEK?

Vizontele, televizyon kelimesinin "Deli Emin"in literatüründe uğradığı değişim sonrası ortaya çıkan kelimedir.


 

Yorumlar