Uluslararası Zeytindağı Barış Ödülleri Töreni

- Cumhurbaşkanı Erdoğan: (2) - "Peki ekonomik, siyasi ve askeri güç dendiğinde birbirleriyle yarışan bizim iki katımız, beş katımız, on katımız büyüklüğündeki devletler niye insani yardım dendiğinde gerimize düşüyor dersiniz? Çünkü tamamen bir vicdan, ahlak işi olan insani yardım para getirmez, petrol getirmez, altın getirmez, siyasi güç getirmez. Bunlar nerede elmas varsa, nerede altın varsa, nerede kendileri için petrol varsa oradalar" - "Bugün de birileri tercihini kötülükten, haksızlıktan, yanlıştan yana kullanıyor. Bize düşen daima Hakk'ın ve haklının yanında yer almaktır. Barışın anahtarı işte burada yatıyor. Gözümüzün önündeki bu hakikate ulaşmak genellikle öyle kolay olmuyor. Maalesef önce tüm olmazlar deneniyor, sonra da barış yoluna gidiliyor. Birinci ve İkinci Dünya savaşlarını hatırlayın. Tek dertleri pastadan daha çok pay almak isteyen muhterisler, dünyamızı yakıp, yıkarken geride on milyonlarca kurban bıraktılar" - "Bugün de benzer hırslar özellikle de coğrafyamız üzerinde oynanan oyunlarda kendini çok açık, net gösteriyor. Filistinlilerin 70 yıldır maruz kaldığı insanlık dışı saldırılar, Suriyelilerin, Iraklıların, Yemenlilerin son yıllarda yaşadığı trajediler hep bu oyunların birer tezahürüdür. Gerisinde insani hiçbir amacın olmadığı meydan okumalar, sadece bitip tükenmek bilmeyen bir güç iştahıyla yapılıyor"

Google Haberlere Abone ol
Uluslararası Zeytindağı Barış Ödülleri Töreni

İSTANBUL (AA) - Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, "Peki ekonomik, siyasi ve askeri güç dendiğinde birbirleriyle yarışan bizim iki katımız, beş katımız, on katımız büyüklüğündeki devletler niye insani yardım dendiğinde gerimize düşüyor dersiniz? Çünkü tamamen bir vicdan, ahlak işi olan insani yardım para getirmez, petrol getirmez, altın getirmez, siyasi güç getirmez. Bunlar nerede elmas varsa, nerede altın varsa, nerede kendileri için petrol varsa oradalar." dedi.

Erdoğan, Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nda düzenlenen Uluslararası Zeytindağı Barış Ödülleri Töreni ve "Kudüs'ün Son Yüzyılı" belgeselinin galasında yaptığı konuşmada, Filistinli kadın ve çocukların İsrail yönetimin zulmüne en çok maruz kalanların başında geldiğini söyledi.

Filistinli çocukların önemli bir bölümünün vatanlarının dışında, mülteci kamplarında veya başka ülkelerde hayatlarını sürdürdüğünü aktaran Erdoğan, vatanlarında kalabilmeyi başarmış olanların ise her gün evlerinden okullarına giderken, arama noktalarından bindiği toplu taşıma araçlarına, kapısından girdiği eğitim öğretim kurumuna kadar adımını attığı her yerde ayrımcılığa, psikolojik ve fiziki şekilde şiddete maruz kaldığını belirtti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Sokakta fanatiklerin tacizine uğrayan, okul çantasındaki kitabı, defteri, kalemi defalarca yerlere dökülüp aranan Filistinli çocuk kendisine nasıl bir gelecek tahayyül edebilir? Evinin ne zaman başına yıkılacağının, ekmeğini kazanmak için kapıdan çıkan eşinin, okula giden çocuğunun dönüp dönmeyeceğinin endişesi içindeki Filistinli kadın, nasıl geleceğine güvenle bakabilir? Hayatı bu şekilde geçen hangi Filistinli birey, kendine haksızlığı, hukuksuzluğu, korsanlığı politika haline getirmiş bir zulüm devletinin parçası olarak hissedebilir? Bırakınız kendi devletine sahip olmayı, kendi toprağının, mülkünün göz göre göre yağmalandığını gören hangi Filistinli çiftçi, esnaf, iş adamı, üretimin, kalkınmanın, gelişmenin peşine düşebilir?" diye sordu.

Kulaklarını Filistinli kadınların, çocukların, erkeklerin çığlıklarına kapatanlar, kendilerini daha huzurlu ve güvenli bir dünyada hissediyorlarsa, ortada çok daha vahim bir durum olduğunu anlatan Erdoğan, konuşmasını şöyle sürdürdü:

"Vicdanların nasır tuttuğu bir dünya daha güvenli değil, sadece daha acınacak durumda demektir. Allah'a şükür, bir kısmını bugün burada ağırladığımız gibi, mahşeri vicdanın temsilcileri ortaya çıkıyor da umutlarımızı koruyabilmemizi sağlıyor. Tıpkı bembeyaz karın içinden çıkmayı başarıp baharın müjdecisi olarak bizleri selamlayan kardelen çiçekleri gibi, zulmün ortasından birer vicdan ve adalet abidesi olarak yükselen bu insanlara müteşekkiriz. Her gün hayatta kalma ve geleceğine sahip çıkma mücadelesi veren Filistinlilere destek olan her birey, sadece kendisi saygıyı hak etmekle kalmıyor, aynı zamanda tüm insanlığın da onurunu kurtarıyor. Bizim inancımız umutsuzluğu yasaklıyor. İhtiyacımız olan sadece yalnız olmadığımızı hissetmektir. Nurların, Benjaminlerin, Russelllerin sayısı arttıkça, Filistinli mazlumlarla birlikte bizler de dünyada yalnız olmadığımızı görüyoruz. Hangi inançtan, coğrafyadan, milletten, kültürden, dilden olursa olsun umudumuzu diri tutan ve yükselten herkese buradan bir kez daha teşekkür ediyorum."

- "Bugün de birileri tercihini kötülükten, haksızlıktan, yanlıştan yana kullanıyor"

Cumhurbaşkanı Erdoğan, barışın, insanoğlunun bu dünyada ilk var olduğu günden beri aradığı, peşinden koştuğu, özlemini çektiği bir ideal olduğunu ifade ederek, "Hele hele bizim dinimiz İslam, 'silm' yani bir barış dinidir. Bizler bir barış dininin mensupları olarak Allah'a hamdediyoruz. Ona layık olmanın gayreti içerisindeyiz ama ne yazık ki o barış dininin mensupları birbirini yiyor. Bu da ayrıca bizim bir derdimiz. Tıpkı Habil'le Kabil'in hikayesi gibi. Güçsüzle güçlünün değil, haklıyla haksızın, mazlumla zalimin hikayesi gibi. Çünkü Habil aslında Kabil'den daha güçlüydü. Sadece Kabil, Habil'den daha hırslı, daha vicdansız, daha fesattı. Bunlar kötü ama kabul etmeliyiz ki hepsi insana dair hasletlerdir. Gerçek bu." ifadelerini kullandı.

İyi ve kötü, doğru ve yanlış, hak ve batıl arasında seçim yapma iradesinin, insanı diğer varlıklardan ayırarak mahlukatın en şereflisi yapan temel fark olduğunu dile getiren Erdoğan, binlerce yıldır insanlık tarihinde yaşanan savaşların, çatışmaların, haksızlıkların gerisinde hep bu iradenin olduğunu aktardı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, konuşmasına şöyle devam etti:

"Bugün de birileri tercihini kötülükten, haksızlıktan, yanlıştan yana kullanıyor. Bize düşen daima hakkın ve haklının yanında yer almaktır. Barışın anahtarı işte burada yatıyor. Gözümüzün önündeki bu hakikate ulaşmak genellikle öyle kolay olmuyor. Maalesef önce tüm olmazlar deneniyor, sonra da barış yoluna gidiliyor. Birinci ve İkinci Dünya savaşlarını hatırlayın. Tek dertleri pastadan daha çok pay almak isteyen muhterisler, dünyamızı yakıp yıkarken geride on milyonlarca kurban bıraktılar. Bugün de benzer hırslar özellikle de coğrafyamız üzerinde oynanan oyunlarda kendini çok açık, net gösteriyor. Filistinlilerin 70 yıldır maruz kaldığı insanlık dışı saldırılar, Suriyelilerin, Iraklıların, Yemenlilerin son yıllarda yaşadığı trajediler hep bu oyunların birer tezahürüdür. Gerisinde insani hiçbir amacın olmadığı meydan okumalar, sadece bitip tükenmek bilmeyen bir güç iştahıyla yapılıyor. İşte az önce Ruanda söylendi. Sadece Ruanda mı? Cezayir'de, Fransızlar 5 milyon Müslüman'ı orada katlettiler. Libya'da aynı Fransızlar orada da yine devasa bir katliam yaptılar. Dünyanın sesi çıktı mı? Çıkmadı, yine sessiz kaldılar. Bu her zaman aynı oyun. Yarın da aynısı olacak hiç endişeniz olmasın. Çünkü yapı bu, karakter bu, cibiliyet bu. Bunu değiştirmek mümkün değil."

- "Biz biliyoruz ki yaptıklarımız, verdiklerimiz bizim için kayıp değildir"

Bugün Türkiye'nin dünyanın 17. büyük ekonomisi olmasına rağmen insani yardımlarda geçen yılın rakamları itibarıyla muhtemelen ilk sırada yer aldığına dikkati çeken Erdoğan, şöyle konuştu:

"Halbuki bizim ne Amerika ile ne Batılı ülkelerle mukayese edilir bir yanımız yok. Onlar bizim çok önümüzde ama buna rağmen biz farklıyız. Biz biliyoruz ki yaptıklarımız, verdiklerimiz bizim için kayıp değildir, tam aksine o bizim inancımızın gereği olarak olması gerekendir. Peki, ekonomik, siyasi ve askeri güç geldiğinde birbirleriyle yarışan, bizim iki, beş, on katımız büyüklüğündeki devletler niye insani yardım dendiğinde gerimize düşüyor dersiniz? Çünkü tamamen bir vicdan, ahlak işi olan insani yardım para getirmez, petrol, altın getirmez, siyasi güç getirmez. Bunlar nerede elmas, altın varsa, kendileri için petrol varsa oradalar. İnsani yardım size sadece ve sadece en yakınınızdakilerden başlayarak, diğer insanlara karşı sorumluluğunuzu yerine getirmiş olmanın huzurunu verir. İşte biz bu huzuru duyuyoruz. Anlaşıldığı kadarıyla böyle bir anlayışın, parası ve silahı çok olanlar nezdinde bir karşılığı yok. Türkiye olarak biz Suriye ve Iraklı toplamda 4,5 milyon kişiyi yıllarca ülkemizde misafir ederken, Avrupa devletleri bir ara ciddi paniğe kapıldılar. Adeta bizden 'Ne olur siz onları orada tutun, sakın kapıları açıp da bırakmayın.' bu denli korktular. Biz zulmedecekler diye bizdeki bu muhacirlere, mültecilere kapıyı açıp da onları göndermedik. Tekrar onları kamplarımıza aldık. Çünkü zulmedeceklerdi. İşte bazı komşu ülkelerde o yaptıkları zulmü gördük. Bu mültecilerin kendi topraklarına yönelebilme ihtimali hepsinin de muvazenesini bozdu. Bize gelip yardım istediler. Türkiye olarak biz zaten hiçbir karşılık beklemeden bu kardeşlerimizle evimizi ve ekmeğimizi paylaşıyorduk. Çünkü biz ensar olmaya taliptik. Çünkü biz sevgililer sevgilisi Peygamberimizi ağırlayan o ensarı öğrenmiştik. Onları iyi biliyorduk ve muhacirlik bizim içindi, ensar o da bizim içindi ve bunun gereğini yerine getirmek de bizim asli görevimizdi."

(Sürecek)

Yorumlar