Söğüt nerede, tarihteki önemi nedir? - Tarihçesi

Cihan devletinin kurulduğu Söğüt, Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat tarafından Kayı Boyu Beyi Ertuğrul Bey'e mülk olarak verilmişti. Dizide Söğüt'ün Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubat tarafından Ertuğrul Bey'e verilmesi ve Ertuğrul Bey'in de Kayı Boyu'nu buraya yerleştirmeye çalışacak.

Google Haberlere Abone ol
Söğüt nerede, tarihteki önemi nedir? - Tarihçesi

TRT 1 Kanalında her Çarşamba günü ekrana gelen tarih dizisi Diriliş Ertuğrul'un son bölümlerinde sık sık dillendirilen Söğüt vatandaşlar tarafından merak ediliyor. Peki Söğüt nerededir, tarihteki önemi nedir şu anki durumu nedir? Cihan devlet Osmanlı'nın tohumlarının atıldığı Söğüt, Diriliş Ertuğrul dizisinde Kayı Boyu Beyi ve aynı zamanda devletin Uçbeyi olan Ertuğrul Bey'e Sultan Alaaddin Keykubat tarafından mülk olarak veriliyor. Ancak Bizans tekfuru Kayı Boyu'nun buraya taşınmasına engel olmaya çalışacaktır.

Söğüt, Bilecik ilinin bir ilçesidir. Osmanlı Beyliği’nin ilk başkenti olarak bilinir. 1231 yılında Thebasion adını taşırken Anadolu Selçuklukomutanı Ertuğrul Gazi tarafından İznik Rum İmparatorluğu’ndan alınmıştır ve kendisine Anadolu Selçuklu hükümdarı III. Alaeddin Keykubad tarafından Domaniç ile birlikte verilmiştir. Osmanlı döneminde önce Sultanönü sancağının merkeziyken, sonra merkezin Eskişehir’e taşınmasıyla bu sancağa bağlı bucağa dönüşmüştür. 1648 yılında Anadolu vilayeti Bursa sancağının Lefke (bugün Osmaneli) kazasına bağlı bıcaktı. Daha sonra Anadolu eyaletine bağlı merkezi Bilecik olan Ertuğrul sancağının sınırlarına katıldı. En son Hüdavendigâr vilayetine bağlı Ertuğrul sancağına bağlı kaza idi. Kurtuluş savaşında üç kez Yunan işgaline uğramış ve 6 Eylül 1922’de işgalden yanmış bir şekilde kurtulmuştur. İlçeye bağlı Kızılsaray köyünün girişinde, hem Osmanlıca, hem de Rumca yazılar taşıyan bir Yunan karakolu bulunmaktadır ve bu karakol harap haldedir.

Konumu : Yurdumuzun kuzeybatısında yer alan ilçe kuzeyinde Gölpazarı, kuzeydoğusunda İnhisar ilçesi, güneyinde Eskişehir’in Merkez ilçesi, güneybatıda Bozüyük ve batıda Merkez ilçe ile komşudur. İlçenin yüzölçümü 484 km2 olup, denizden yüksekliği 665 metredir. İl merkezine 31, ekonomik olarak bağlı olduğu Eskişehir’e 52 km uzaklıktadır.

Osmanlı Devleti’nin ilk kurulduğu yer olarak bilinen, bugün Bilecik’e bağlı ilçe merkezi. Sakarya ırmağının güneyinde etrafı tepelerle çevrili çok derin ve dar bir boğazın (Söğüt deresi) ağzında, denizden yaklaşık 650 m. yükseklikte yer alır. Bilecik ile Eskişehir arasındaki ana yolun dışında kalır, ancak tâli yollarla güneyde Bozüyük ve doğuda orta Sakarya vadisi üzerindeki yerleşim yerlerine bağlanır. Kasabanın adı muhtemelen söğütgiller ailesinden olan ve genellikle su kenarlarında yetişen bir ağaçtan gelir. Söğüd / Söğüt’ün Sagouados adlı bir eski yerleşme yeri olduğu iddiaları ispat edilememiştir. Bununla birlikte buranın Bilecik gibi İznik-Eskişehir-Kütahya yolu üzerinde teşekkül etmiş bir kasaba olabileceği belirtilir. XV ve XVI. yüzyıl kaynaklarında Bey Söğüdü, Söğüdlü, Söğüdcük ve Söğütcük gibi adlara rastlanması (166 Numaralı Muhâsebe-i Vilayet-i Anadolu Defteri, s. 55; Hüdavendigâr Livası, s. 267-269) yer isminin menşei hakkında belirleyicidir.

SÖĞÜT’ÜN TARİHİ SÜREÇ İÇİNDEKİ YERİ

Söğüt’ün tarihî süreç içinde bir yerleşme yeri halinde ne zaman ortaya çıktığı kesin olarak bilinmemektedir. Eskiçağ’da orduların geçtiği güzergâh üzerinde olduğu belirtilen Söğüt yöresinin tarihi, Bilecik’i de kapsayacak biçimde Bitinya (Bithynia) bölgesinin genel tarihi içinde yer alır. Fakat buranın bir yerleşme yeri olarak ortaya çıkışı, Osmanlı Beyliği’nin kurulma aşamasının yaşandığı XIII. yüzyılın ikinci yarısında gerçekleşmiş olmalıdır.

SÖĞÜT'ÜN ERTUĞRUL BEY'E VERİLMESİ

Bu hususta ilk Osmanlı tarihçilerinin müşterek rivayetlerinden biri, Kayı aşiretinin beyi olan Ertuğrul Gazi’nin Karacahisar’ın kuşatması sırasındaki başarısı ile Selçuklu Sultanı Alâeddin’i etkilemesi, bunun üzerine Sultan Alâeddin’in Ertuğrul Gazi’ye kışlak olarak Bilecik ve Eskişehir arasında verimli bir dere yatağını içine alan Söğüt vadisini ve yaylak olarak da Domaniç dağlarını vermesidir.

Bir diğer rivayet ise Ertuğrul Gazi’nin Selçuklu Devleti sınır boylarına uç beyi olarak yerleşmesi sırasında buraya gelmesi ve mahallî Bizans güçleriyle savaşıp Bilecik’i alması olayıdır. Söğüt’te Ertuğrul Gazi’nin türbesinin bulunması, Şeyh Edebâlî ile Sultan Osman, Orhan ve Murad Hudâvendigâr’ın vakıflarına gelir olarak tahsis edilen yerlerin mevcudiyeti, ayrıca XVI. yüzyıl tahrir verilerine göre burada Kayı aşiretinin yerleşmiş olması, Osmanlılar’ın tarih sahnesine çıktığı ilk dönemlerde Söğüt’ün belirleyici önemini ortaya koyar. Bu durumda Söğüt’ün, Ertuğrul Gazi’nin aşiretinin başında olduğu sıralarda bir uç yerleşmesi ve ardından oğlu Osman Gazi’nin ilk idarî merkezi şeklinde öne çıktığı söylenebilir.

Osman Gazi’nin XIV. yüzyıl başlarında batıda Bizanslılar üzerine yapılan gazâ hareketini yayması ve süratle Marmara bölgesine doğru genişlemesi, arkasından oğlu Orhan Bey döneminde Bursa’nın fethi (726/1326) gibi sebepler, Söğüt ve yöresinin giderek idarî ve siyasî bakımdan arka planda kalmasına yol açmış olmalıdır. İstanbul’un fethinden sonra ise İstanbul’dan Anadolu’ya doğru “sağ kol” veya “hac yolu” olarak bilinen meşhur yolun üzerinde bulunduğundan hacca giden hacıların konakladığı yerlerden biri haline gelmiştir.

OSMANLI DÖNEMİNDE SÖĞÜT

Osmanlı döneminde Söğüt, idarî bakımdan Anadolu eyaletine bağlı Bursa (Hudâvendigâr) sancağının kaza veya nahiyeleri arasında yer alıyordu. 892’de (1487) nahiye merkezi muhtemelen bugünkü kasabanın ilk nüvesini oluşturan Bey Söğüdü / Söğüt adlı köydü. Burada yaklaşık elli beş kişi yaşıyordu (dört ellici, iki kesimci, iki bağban, bir haraçgüzâr ve iki kötürüm olmak üzere on bir hâne). Bu tarihte şehirleşmenin işareti olacak şekilde bir merkez konumunda değildi (a.g.e., s. 267, 269, 276). Söz konusu tahrir kayıtlarından buranın bir “ellici yeri” olduğu, yani devlet tarafından toprak işçiliği statüsü tanınmış küçük bir grup tarafından (ortakçı kullar) iskân edildiği anlaşılır. 1530’da bu köyün nüfusu yirmi hâne, dört mücerret (bekâr erkek) olmak üzere yaklaşık 100 kişiye yükseldi (166 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Anadolu Defteri, s. 55-58, 202). Bu nüfus içinde “cemâat-i ehl-i vezâif” adı altında kaydedilenler de vardı (üç hâne, bir imam ve bir müezzin). Söz konusu vazifelilerin nerede görevli olduklarına dair bir işaret olmamasına rağmen bunların köyde başta Ertuğrul Gazi Türbesi olmak üzere köyde mevcut mescidde vazifeli oldukları söylenebilir. Bu tahrir kayıtları, Osmanlılar’ın erken dönemlerinde Söğüt’ün esasında bir köy yeri olduğunu ve konar göçer grupların geçici (kışlak) iskân birimi halinde bulunduğunu gösterir. Daha sonra buraya toprağı işlemek üzere kul asıllı ortakçılardan oluşan küçük bir grubun yerleştirildiği anlaşılmaktadır.

981’de (1573) Söğüt idarî durumunu korudu. 936’da (1530) otuz sekiz köy, dört konar göçer grubun bulunduğu nahiyede 1573’te otuz yedi köy ve on mezraa kayıtlıydı. Bu tarihte Söğüt yine bir köy statüsündeydi. Fakat merkezin “nefs-i Söğüt” diye geçmesi buranın yavaş yavaş bir kasaba olma sürecine girdiğini gösterir. Bu süreç içinde 1573’te Söğüt’ün vergi veren erkek nüfusu 124’e ulaşmıştı. Bunun 113’ü müslüman (altmış dokuz hâne, kırk dört mücerret), on biri gayri müslimdi. Burada müslüman nüfusun on bir hâne ve on mücerredi muhtemelen Söğüt’teki türbe ve mescidde vazifeliydi. On dört kişiyse sipahi ve sipahizâde statüsünde bulunmaktaydı. Bu nüfus yapılanması içinde Söğüt’ün 1573’te 450-500 arasında nüfusu vardı. Cizye vergisi ödemekle mükellef olan gayri müslimler arasında Karaca, Karagöz ve Kurd gibi Türkçe adları taşıyanların varlığı bunların gayri müslim Türkler olabileceği intibaını uyandırmaktadır (Hüdavendigâr Livası, s. 268; Yinanç, sy. 34 [1985], s. 65-73).

ERTUĞRUL GAZİ'NİN TÜRBESİ DE ORADA

Ertuğrul Gazi Türbesi’nin Söğüt’te olmasından dolayı Ertuğrul Gazi’ye mensup olduklarına inanılan Poyrazlı, Tolazlı, Özbekli, Sazlı, Akçini (Akçainli), Hacı Halil obası, Veliler, Karabağlı, Softalı ve Akçakoyunlu adlarıyla bilinen yörük gruplarının zamanla burasını bir ziyaret ve tören yeri haline getirdikleri, ancak 1863’te Ahmed Vefik Efendi’nin (Paşa) Anadolu’nun sağ kol müfettişliği döneminde bunlar iskân edildikten sonra yavaş yavaş bu geleneği unutmaya başladıkları, II. Abdülhamid döneminde ise zayıflayan aidiyet bağının tekrar kuvvetlendirilmesi düşüncesiyle bunun yeniden canlandırıldığı bilinmektedir.

Yorumlar