PKK daha önce 8 rehin askeri ne için kullanmıştı?

Terör örgütü PKK'nın 1993 yılında kaçırdığı 8 askeri kendini meşrulaştırmak için nasıl kullandığını o dönemin aktörlerinden Fethullah Erbaş anlatıyor.

Google Haberlere Abone ol
PKK daha önce 8 rehin askeri ne için kullanmıştı?

Dönemin Refah Partisi Van Milletvekili Fethullah Erbaş, 9 Aralık 1996 yılında terör örgütü PKK'nın elinden 8 askerimizi hangi girişimler sonucu kurtardığını detaylarıyla anlattı.

9 Aralık 1996 yılında terör örgütü PKK'nın 18 ay önce kaçırdığı 8 askeri, örgütün elinden kurtarıp ve ailelerine kavuşturan Saadet Partisi Genel İdare Kurulu Üyesi ve dönemin Refah Partisi Van Milletvekili Fethullah Erbaş'ın ismi, geçtiğimiz günlerde 5 yıldır alıkonulan 13 askerimizin PKK tarafından katledilmesinin ardından yeniden gündeme geldi.

ERBAŞ: 8 ASKERİ TERÖR ÖRGÜTÜNÜN ELİNDEN KURTARDIK

Terör örgütü PKK tarafından kaçırılan 8 askerin 18 ay sonra nasıl kurtarıldığını anlatan Fethullah Erbaş, “O süreçte ölmeyi bile göze aldım. Çocukları esir edilmiş ailelere sözüm vardı. O sözümü tutmalıydım, ülkenin barış ortamına katkı sağlamalıydım. 8 askeri terör örgütünün elinden kurtardık.” ifadelerini kullandı.

HAİN İLAN EDİLDİM, İSTİFAYA ÇAĞRILDIM

Dönemin RP Van Milletvekili Erbaş, “Hain ilan edildim. İstifaya çağrıldım. Küfürler yedim ama kaçırılmış askerlerimizin ailelerine verdiğim sözü tuttum. Allah'a askerlerimizi kurtarmak için çok dua ettim, dualarım kabul oldu.” dedi.

Fethullah Erbaş, 8 askerin tarihi kurtarılma sürecini şöyle anlattı: “Kaçırılan askerleri, anne ve babalarına kavuşturma olayının oluşu bir günde olmadı. Bizim ailesine kavuşturduğumuz askerler, vatani görevini yapmak için askere gitmişti. Hakkâri’nin Şemdinli ilçesinde bulunan Ortaklar Karakolu'nda bir baskın yemişler. Ses bombası atılmış. Bomba, herkesi sersemleştirmiş. Silaha falan ellerini atmadan, PKK askerlerimizi almış, kaçırmış. İki seneye yakın bir süre içinde askerlerimiz farklı farklı kamplara götürülmüş. En son Zap kampına götürülmüşler.

Namık (Durukan) diye Diyarbakırlı bir gazeteci vardı. Soyadını hatırlamıyorum. Bu gazeteci Milliyet Gazetesi çalışanıydı. Kuzey Irak'a geçiyor, oradan da Zap kampına kadar gidiyor. Kaçırılan askerlerin fotoğraflarını çekiyor. Bu fotoğraflar da gazetede yayınlanıyor. O güne kadar kaçırılan askerlerin aileleri, yetkililere hep çocuklarını sormuşlar. Çocuklarını bulmak için başvurmadıkları merci kalmamış. Ailelere “bunlar şehit oldular, gelin size şehitlik parası bağlayalım” demişler. Bu fotoğraf ortaya çıktıktan sonra aileler, çocuklarının yaşadıklarını öğrendi. Çocuklarını PKK'nın elinden kurtarmak için aileler bir kampanya başlattı. Bir baskı unsuru oluşturmaya çalışıyorlardı.

Erbakan Hoca 1994 seçimlerine gitmeden önce bizim ne kadar üyemiz var dedi. 3 milyonu biraz geçer oranda üyemiz var cevabı verildi kendine. Belge istedi. Partimizin üye sayısı, 3 milyondan az çıktı. Rahmetli hocadan üye sayısını artırmak için görev istedim. Seçime çok kısa bir süre kalmış. 1 buçuk ay içinde üye sayımızı artırmak için çalışmaya başladık. Üye sayımızı kayıt altına almak için bir sistem geliştirmek adına arkadaşlarla parti merkezinde çalışmaya başladık. Yine çalışma yaptığımız bir gün bir arkadaş yanımıza geldi. Partinin önünde durdurulması güç bir grubun olduğunu söyledi. O grubun bir yetkili ile görüşmek istediğini söyledi. O grup, çocuklarını arayan ailelermiş. Yanlarına indim, bizden destek istediler. Ben de kendilerine seçime az bir zaman kaldı, seçim sonrası sizin sorunlarınızla ilgileneceğim dedim. Aile, benden söz istedi. Ben de söz verdim. Erbakan Hocaya bir şey söylemedim. Hocamı sıkıntıya sokmak istemedim.

APO’yu hedef aldım, Erbaş gelsin, verelim dediler

Seçim oldu. Biz iktidar olduk. Seçimden sonra aileler bir daha bize geldi. 'Söz vermiştiniz' dedi. Evet, söz vermiştim ve o sözü yerine getirmeliydim. Mecliste basın bölümü var. Normalde ailelerin o bölüme girişi yasak. Aileleri götürdüm. İktidar partisi vekili olarak açıklamaya başladım. Kameralar aileleri de çekiyor. APO’ya seslendim. “Bu anaların gözyaşını durdur. Yazık, günah değil mi? Hangi yürek buna dayanır? Senin de annen var” gibi şeyler söyledim. APO'yu hedef aldım. Basın, büyük bir ilgi gösterdi. Açıklamalarımın hemen ardından konu ülke gündemine bomba gibi düştü. APO, o dönem Suriye'de kalıyordu. Talimat vermiş. Özgür Gündem gazetesinde bir haber çıktı. “Erbaş gelsin, verelim” diye bir yazı çıktı. Basın toplantısı yaptıktan sonra 'görevimi yerine getirdim artık' deyip, çok rahatlamıştım. Aslında süreç daha yeni başlıyordu.

Nerede bu insan hakları derneği dedim, beni aradılar

Bir basın toplantısı daha düzenledim. Bu işin tamamı benim üzerime mi kalacak? Türkiye'de hiç STK yok mu? Nerede bu insan hakları derneği, nerede MAZLUMDER? dedim. İhsan Arslan, Akın Birdal aradı. Abi, biz seninle birlikteyiz dediler. Mardin'den de bir insan hakları savunucusu bizimle yola çıktı. Ayrıca Irak'tan Türkiye'ye Saddam döneminde kaçıp gelen bir arkadaşımız daha vardı. Arapçası, Farsçası iyiydi. O da bizim tercümanız oldu. Adı da Şivan'dı. Onlar da benimle yola çıktı. Şırnak’ta bizim il kongremiz vardı. Oraya katıldım. Ardından Kuzey Irak’a gideceğim, gazeteler televizyonlar hepsi haber almış. 10-12 televizyon vardı. Askerlerin anneleri babaları kardeşleri de gelmiş.

Bana sarılanlar Karayılan, Kalkan ve Altun imiş

Irak’a gittim 2-3 gün Dohuk’ta otelde bekledim kimse gelmedi. Aileler de orada. Ben Dohuk'ta teslim alacaktım. Kampa gitmeye falan niyetim yoktu. Gelen giden olmadı. Şivan'a 'Bunların yerini bize bul' dedim. 'Erbil'e gidelim' dedi. Gittik, orada bir büroları vardı. Daha sonra Amed'e gittik. Gece Amed'de dağ başında kaldık. Sabaha kadar yatmadık. Kamptan haber bekliyorduk. Araç telefonundan haber geldi. Bizi kampa çağırdılar. Planı öyle kurmuşlar. Mecburen gittik. Arabalarımız var ama belli bir noktadan sonra 'Buradan araç gitmez' dediler. Ne ile ilerleyeceğimizi sordum. Katırla gideceğimiz söylendi. Katıra bindim. Gece vaktiydi. Tam uçurumun kenarından gidiyordu katır. Sağa doğru çekiyorum, katır yine uçuruma doğru gidiyordu. İndim katırdan. Yürümeye başladım. Ağustos ayının sıcağında bizim için çileli bir yolculuk oldu. Kampa kavuştuk. Gelen bana sarılıyor. Başımıza iş açtık. Sarılan kişiler Murat Karayılan, Duran Kalkan, Rıza Altun ve örgütün üst düzey isimleriymiş.

Kurtuluş İslam’da diye düşünüp, Es Selamünaleyküm dedim

İhsan, Akın, Şivan ve diğer arkadaşla birlikte aşağıya doğru indik. ‘Buyurun askerlerin yanına gidelim’ dediler. Ben, bizim askerler sandım ama 500 kişilik PKK birliği var. Ellerinde silah, dikkat çektiler. Elime mikrofonu tutuşturup ‘bunları selamla’ dediler. Aldım mikrofonu bunlara ne diyeyim diye düşünüyorum. Asker desen değil, gerilla desen bunlara statü vermiş olacağım, olmaz. Terörist diyeceğim herifler beni vuracak. Hepsini aklımdan geçirirken, ‘kurtuluş İslam’da diye düşünüp, ‘Esselamünaleyküm’ dedim. Ellerindeki kaleşnikoflar bir anda yere indi. Bana bir çuval inciri berbat ettiğimi söylediler. 'Neden' dedim? Bu tarz bir karşılama töreninin iki kez yapıldığını söylediler. Birini APO için yapmışlar diğerini de benim için yapmışlar. 'Sağlık olsun' dedim.

Askerlerimizi görünce ağlamaya başladım

Vursalar direkt şehit olurdum. Bir dava için gittim ben oraya. Barışa giden yolu açmak için uğraştım ben. Bu anlattığım vakte kadar esir askerlerimizi görmedim ben. Daha sonra bizi esir askerlerimizin yanına götürdüler. Onlar, ayrı bir yerde tutuluyordu. Askerlerimizi görünce ağlamaya başladım. Esir askerlerimiz, annelerine babalarına sarılmaya başladı. O an Allah'a dua ettim. 'Yarabbi, izin ver, ben bunları götüreyim' dedim.

Bayrağın altında oturan adam dediler

Askerlerimizi gördükten sonra bize sizi istirahat edeceğiniz yere götüreceğiz dediler. Dağa doğru yukarı çıktık. Mağaraya gelin dediler. Geçtik, serin bir yerdi. Karanlık bir yere girince gözlerimiz alışamadı pek çok şeyi sonradan fark ettik. Ayağıma bir şey takıldı. Battaniyeydi. Oturdum. Ayakkabılarımı, çoraplarımı, ceketimi çıkardım. Belimi de duvara dayadım. Basın mensuplarının hepsi fotoğraf çekmeye başladı. 'Çocuklar, hayırdır, ne çekiyorsunuz' dedim. Dediler 'Arkana bak' Baktım, arkamda sadece duvar vardı. 'Başını yukarı kaldır' dediler. Kaldırdım baktım ki PKK'nın sözde bayrakları var. Basın o anı çekiyormuş. 'Çekmeyin' dedim. Bu fotoğraf, Türkiye'de en çok konuşulan fotoğraf oldu. 'Bayrağın altında oturan adam' dediler.

Örgüt propagandası yapmadım diye 2 askeri vermek istediler

Daha sonra 'Askerlerimizi verin biz gidelim' dedim. APO ile görüştüler. Selamlama meselemi gerekçe göstererek, sadece 2 askeri vermek istediler. Örgüt propagandası yapmamızı istemişler. Biz de onu yapmayınca 'Askerlerin hepsini vermeyin' demişler. Diğer askerlerimizin anneleri bekliyor. Anneleri 'Biz gelmiyoruz, çocuklarımızın yanındayız' dedi. Askerler, 'Gitmeyin bizi öldürürler' dedi. Riskli bir işti yaptığımız. Dünya basını oradaydı. Oradaki herkese bağırdım, 'Siz, insan değilsiniz' dedim. Katırları getirdiler, canımdan vazgeçmiştim. Katıra bindik, otele döndük.

Mesut Barzani otel masraflarımızın hepsini ödedi

Otele gidince bazı gazeteciler her gün viski isteyip içmiş. Viski de çok pahalıydı. Parasını vermeden çekip gitmişler. O günkü parayla 56 milyon otel masrafı çıktı. Benimle gelen 4 kişi vardı bir de aileler. Bizim 5 kişi ve ailelerin otel masrafı 2-3 milyondu. Hesap 56 milyon çıktı. Yanımızda o kadar para yoktu. Şivan'a 'Sen, Türkiye'ye git. Al parayı, verelim, çıkıp gidelim buradan' dedim. Şivan, 'Dur ben bir yetkililerle konuşayım' dedi. Mesut Barzani ile telefon görüşmesi yaptı. Mesut Barzani ile daha önce bizim bir yolculuğumuz olmuştu. Şivan, Barzani'ye 'Fethullah beyin başına böyle böyle bir şey geldi. Kefil olabilir misiniz? Türkiye'ye gidelim parayı gönderelim. Eğer olmazsanız, Fethullah bey burada kalacak, ben Türkiye'ye gideceğim para getireceğim' dedi. Barzani, 'Olmaz öyle şey. O borçların hepsi benim' dedi. Otel sahibini aradı 'Borçlar benim, Fethullah beygilin borçları yoktur' dedi. Çıktık, daha sonra Türkiye'ye geldik.

Askerleri kurtardım beni hain ilan ettiler, istifam istendi

Beni hain ilan ettiler. 9 yaşında bir kızım vardı. Kanser hastasıydı. Onun tedavi süreci vardı. Kendimin, kızımın ve ailemin psikolojisini yüksek tutmalıydım. Çok yıpranmıştım. Evde televizyon izlemeyi yasakladım. Çünkü her gün benimle ilgili aslı astarı olmayan haberler televizyonlarda yer alıyor, gazetelerde boy boy fotoğraflarım veriliyordu. ‘Terör örgütüyle pazarlık yaptın’ diye suçladılar. İstifam istendi, küfürler yedim. Bir hata yaptım. Ama görmedim gerçekten o bayrakları.

APO’ya sen insan değilsin dedim

Bir basın toplantısı yaptım. APO'ya verdim, veriştirdim. 'Sen insan olamazsın, sen dediğin gibi bir Kürt değilsin' dedim. Kürtlerin nasıl sözünü tutan insan olduklarını söyledim. Kürtler, söylemlerimden çok gurur duydu. Onlar da destek oldu. Apo'ya büyük bir baskı geldi. Daha sonra 'Gelin askerleri vereceğiz' dediler. Kasım ayına kadar gitmedim. 'Kampa kadar değil, sınıra kadar gelin verelim' dediler. Çok pişman olmuşlardı. Herkes örgütü o süreçte protesto etti.

Kıbleye olan yere PKK bayrağı asmışlar

Kasım ayında merhamet damarım tuttu. Çıktık gittik. O gün de orucum. Dağın eteğinde bir çadır kurmuşlardı. Bisküvi yedim. Akşam namazını kıldım. Kıbleye olan yere PKK bayrağı asmışlar. Gazetecilerin çadırın olduğu yere gelmesi yasaktı. Bir gazeteci aradan sıyrılarak, çadırın yanına gelmiş. Namaz kılarken, benim fotoğrafımı çekmiş. Gazeteciyi yakaladım, filmi aldım elinden. O fotoğrafla örgüte anlaşılan o ki prim yaptıracaklardı. Askerleri aldık, anneleri ile buluşturduk. Bu buluşma kuzuların koyunlara kavuşması gibiydi.

Fethullah Bey sizi öldürmek için bizi görevlendirdiler

Türkiye'ye döndük. Bir gün meclise giderden siyah bir Mercedes'in beni takip ettiğini gördüm. İlk etapta tesadüf olduğunu düşündüm. Sonra yol değiştireyim diye düşündüm. Nereye gitsem arkamda siyah bir Mercedes beni takip ediyordu. 10 gün boyunca beni takip ettiler. Son gün tanıdıklarımın işletmesine doğru arabayı sürdüm. Arabayı durdurdum ve işletmenin içine gittim. Ben, silahı olan, silah taşıyan birisi değildim. Elimi göğsüme koydum. Silah varmış, gelirlerse beni takip edenleri vuracağım izlenimi verdim. Beni takip eden arabadan iki kişi indi. 'Fethullah bey, sizi öldürmek için bizi görevlendirdiler. Biz, sizin samimiyetinize inanıyoruz. İzinizi yok edin. Saklanın. Bizden sonra görevlendirilecek kişiler çok daha acımasız olabilir' dediler.

Akın Birdal’ı vurdular ama asıl hedef beni öldürmekti

Hedef bendim. Evden çıkmamaya başladım. Daha sonra benimle birlikte askerleri kurtarmaya gelen Akın Birdal'ın vurulduğunu duydum. Yine diyorum, asıl hedef beni öldürmekti.”

Kaynak: Merhaba Haber - Emre Özgül

Yorumlar