1900’lü yılların ortalarından bu yana Pakistan ve Hindistan’daki
dış politika ve iç güvenlik tartışmalarının en önemli gündemini
oluşturan Keşmir, son üç aydır yaşanan olaylarla, iki ülke
gündeminin yeniden en önemli tartışma konusu haline geldi. Temmuz
ayı başlarında, bölge halkının çok sevdiği, Hizbu’l-Mücahidin’in
üst düzey sorumlularından Burhan Vani’nin Hindistan güvenlik
güçleri tarafından öldürülmesiyle tırmanan olaylar, iki ülke
ilişkilerini büyük bir çıkmaza soktu.
Ancak Keşmir’de yaşanan gelişmeleri sadece Pakistan-Hindistan
ilişkileri çerçevesinde değerlendirmek, hem gelecekte bölgede
yaşanabilecek yeni çatışmaların hem de küresel düzlemde atılması
gerekebilecek adımların gözden kaçırılması sonucunu doğurabilir. Bu
açıdan, meseleye bölgede etki kapasitesi olan diğer uluslararası
politik aktörlerin küresel hedefleri ve son yıllarda bölgede
yaşanan jeopolitik dönüşümler açısından bakmak, sorunun bugünkü
noktaya nasıl geldiğini ve gelecekte neden Güney Asya’nın daha
büyük bir önem arz edeceğini anlamak açısından daha zihin açıcı
olabilir. Böylece Pakistan ve Hindistan arasında yaşanan
geriliminin temel nedeni olan küresel boyut daha net anlaşılmış
olacaktır.
Keşmir’de artan gerilim
Oldukça çalkantılı bir tarihe sahip olan Keşmir, bugünlerde en
sancılı dönemini yaşıyor. Türkiye’nin yaşadığı 15 Temmuz sürecini
bir kenara koyarsak, Hindistan yönetiminde bulunan Cammu Keşmir, şu
an dünyadaki en büyük sosyal hareketin yaşandığı coğrafya olarak
karşımıza çıkıyor. Yoğun şiddet uygulayan Hindistan güçlerine karşı
belki yer yer halkın silah kullandığı görülebilir, ancak Hindistan
tarafının iddia ettiği gibi halkta kesinlikle bir irrasyonelliğin
olmadığı en başta söylenilmelidir. Oradaki halkın tek bir isteği
var: O da kendi geleceklerine kendilerinin karar vermesi.
Yıllardır iki ülke arasında bitmek bilmeyen sınır çatışmalarına ev
sahipliği yapan bölgede, son yaşanan gelişmelerle birlikte yepyeni
bir evreye geçilmiş oldu. Olayların başlangıcının kısa tarihi,
Hindistan’ın Keşmir politikasında gittiği değişiklikle
başlatılabilir. Cammu Keşmir’deki güvenliğin tamamen sert
önlemlerle sağlanmaya çalışılması ve akabinde Burhan Vani’nin
öldürülmesi, halkta büyük bir tepki dalgası doğurdu. Pakistan’ın
Vani’yi ‘şehit’ ilan ederek BM dahil her platformda bu konuyu ve
Keşmir halkının taleplerini dile getirmesini içişlerine müdahale
olarak gören Hindistan ise bu girişimlerden rahatsız oldu.
Hindistan’ın da aynı sertlikte, hem Vani’yi ‘terörist’ hem de
Pakistan’ı ‘terörist devlet’ olarak ilan etmesi ise gerginliğin
daha da büyümesine neden oldu.
Keşmir'deki bağımsızlık yanlısı direnişçilerin, 18 Eylül'de
Hindistan'ın Uri askeri üssüne düzenlediği saldırıda 17 askerin
ölmesiyle, artık Hindistan tarafında terörle mücadelede bir
paradigma değişikliğinin şart olduğu tartışılmaya başlandı.
Hindistan, Uri saldırısına benzer şekilde, daha önce Pathankot
saldırısıyla karşılaşmıştı. Ancak Uri saldırısına karşı vermiş
olduğu ‘Nokta Operasyonu’ cevabı, bölgedeki çatışmanın öncekilerden
farklı bir düzeyde gerçekleşeceğinin habercisiydi. Nitekim bu
operasyonla Hintli taraf ilk defa iki ülke arasındaki ‘kontrol
hattı’nın ötesine, Pakistan sınırlarını geçerek saldırgan avına
çıkıyordu. İki ülke arasındaki gerilimin bu kadar üst seviyeye
çıkmasından sonra BM, ABD ve Çin, bölgede sükunetin sağlanması ve
konunun diyalogla çözülmesi çağrısında bulundu . Ancak bugün
tartışılan, ‘Büyük Güçler’in çağrılarının, barışı arzulamaktan
ziyade, bölgede oluşan yeni ittifaklarına sahip çıkan bir içeriğe
sahip olduğudur. Dolayısıyla bu ittifakların doğuşuna öncülük eden
jeopolitik dönüşümler, ortaya çıkan kutuplaşmanın anlaşılması için
hayati önem arz ediyor.
Bölgede yaşanan jeopolitik dönüşümler
2015 yılı itibariyle bölgede başlayan jeopolitik, hatta
jeo-ekonomik dönüşümler sadece Pakistan ve Hindistan’ı değil, tüm
Güney Asya bölgesini etkilemiştir. Örneğin İran’ın P5+1 ülkeleriyle
varmış olduğu nükleer anlaşma ve akabinde ülkeye yönelik ekonomik
yaptırımların kaldırılması, sadece İran ekonomisini canlandırmamış,
diğer ülkelere de ekonomik ve ticari alanlarda işbirliği ve yatırım
alanları açmıştır. Yine Çin Cumhurbaşkanı Şi Cinping’in Pakistan
ziyaretinde Pakistan ile ilan ettikleri ‘Çin-Pakistan Ekonomik
Koridoru’ girişimi ve Çin’in Pakistan’a ulaşım, toplu taşıma ve
enerji sektörlerinde 46 milyar dolarlık yatırım yapacağını
açıklaması, başta Keşmir olmak üzere, bölgedeki birçok coğrafyanın
stratejik önemini artırmıştır. Çin ve Pakistan yakınlaşmasından
büyük rahatsızlık duyan Hindistan’ın İran ve Afganistan ile
imzalamış oldukları Çabahar Limanı Anlaşması ise hem Çin ve
Pakistan’ın Gwadar Limanı’yla çizmiş oldukları koridora alternatif
bir yol ortaya çıkarıyordu hem de Hindistan’ı Afganistan
aracılığıyla Orta Asya’ya ulaştırıyordu.
Görüldüğü üzere, bölgedeki ilişkilerin yeniden dizaynıyla, Çin’in
sahnede daha çok boy göstermesi arasında oldukça yakın bir ilişki
var. Özellikle Çin’in ‘Bir Kuşak Bir Yol’ projesiyle tartışılmaya
başlanan yeni bir küresel yönetişim mevzusu, şüphesiz Hindistan’dan
çok ABD’yi rahatsız etmiştir. Nitekim küresel gücün Doğu’ya
kaydığının tartışıldığı günümüz uluslararası siyaset sahnesinde,
ABD de bölgeyle ilgili çokça konuşulan ‘Yeniden Dengeleme’
politikasını ortaya koymakta gecikmemiştir. Bu kapsamda Çin’i ve
çevresini çevreleme amacını güden bu politikanın en dikkat çeken
noktalarından birisi de Hindistan’ın Çin’in yükselişine karşı
teşvik edilmesidir. Böylece Çin’in 2016 Nisan’da Hindistan’ın Mesud
Azhar’ın BM terör listesine konulmasını dile getiren teklifini
bloke etmesi ve ardından Hindistan’ın Nükleer Tedarikçiler Grubu’na
üyeliğine engel olmasıyla yükselen Çin-Hindistan ilişkilerindeki
gerilim, ABD’nin geçtiğimiz günlerde Hindistan’la vardığı savunma
alanındaki anlaşmayla en üst seviyeye ulaşmış oldu. İşte Burhan
Vani’nin öldürülmesinin, tam da bu gelişmelerin akabinde,
Pakistan-Hindistan ilişkilerinde yıkıcı etki yapması
kaçınılmazdı.
Bölgenin geleceği
Aslında 2015 yılında İran ve P5+1 ülkeleri arasında varılan
anlaşmayla ortaya çıkan iklim ve yeni seçilen Pakistan ve Hindistan
iktidarlarının kalkınmaya daha fazla endeksli programları, iki ülke
arasında bir barış sürecini doğurmuştu. Bugün geldiğimiz noktada
ise bölgede Çin-Pakistan ve periferilerinin yükselişini önlemeye
çalışan ABD-Hindistan ve periferileri arasındaki mücadele, tüm
çatışmaların gerçek müsebbibi gibi duruyor. Bölgede var olan Rusya
ve İran gibi aktörler ise şimdilik her iki tarafla da ilişkilerini
yöneten pragmatik bir tutum içerisinde. Dolayısıyla Cammu Keşmir
bölgesindeki şiddet de, Pakistan-Hindistan arasındaki gerilim de,
bu jeopolitik ittifak ve kaymaların gidişatıyla yakından ilgili
olacağa benziyor. ABD’nin kontrolündeki IMF ve Dünya Bankası ile
Çin’in kontrolündeki Asya Kalkınma Bankası arasında süren ülke
kapma yarışı ise, bu büyük mücadelenin henüz yeni başladığı
izlenimini tüm uluslararası kamuoyuna hissettiriyor.
Bu büyük oyunun altında değerlendirilecek Pakistan-Hindistan
gerilimi için ide iyimser olmak oldukça zor görünüyor. Tarafların
birbirlerine karşı takip ettiği politikalara bakıldığında,
Hindistan’ın Cammu Keşmir’deki operasyonları sırasında yol açtığı
insan hakları ihlallerini her platformda dile getiren Pakistan’ın,
Hindistan’ın meşruiyetini yitirmesi için çalıştığını görüyoruz.
Hindistan’ın ise özellikle Uri saldırısında sorumlu olduğunu iddia
ederek, ‘terörist devlet’ ithamıyla, Pakistan’ın uluslararası
izolasyonu için çaba sarf ettiği söylenebilir. Ayrıca Modi yönetimi
tarafından Pakistan’ı konvansiyonel yöntemlerin dışında, ekonomik
açıdan da çökertmenin gerekliliği her fırsatta dile getiriliyor. Bu
doğrultuda Modi’nin halka yaptığı konuşmada, Pakistan’la yapılan
İndus Su Anlaşması’nın yeniden gözden geçirilmesi gerektiğinin
altını çizmesi de bu yönde değerlendirilebilir. Güney Asya
ülkelerinin işbirliği adına kurumsallaştırılmaya çalışılan ve
İslamabad'da Kasım ayında on dokuzuncusu düzenlenecek olan Güney
Asya Bölgesel İşbirliği (SAARC) zirvesine Pakistan ve Nepal gibi
ülkelerin katılacaklarını açıkladı. Hindistan liderliğinde
Afganistan, Bangladeş ve Butan gibi ülkeler ise zirveye
katılmayacaklarını duyurdu. Bu durum, iki ülke arasındaki gerilimin
kolay kolay aşılamayacağına işaret etmesinin yanı sıra, gerilimin
iki ülkenin ötesinde bir seviyeye ulaştığını da gösteriyor.
Ayrıca Modi’nin Bağımsızlık Günü konuşmasında, Pakistan’ın
Belucistan eyaletinde Beluç halka karşı yaptığı kötü muamelenin
vurgulanması ve bundan sonra Beluç halkının yanında olunacağının
açıklanması, Pakistan’ın müdahalede bulunduğu Cammu Keşmir’e karşı
Belucistan hamlesi olarak yorumlanmıştı. Belucistan bölgesinin de
gerek Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru üzerinde bulunması, gerek ise
bağımsızlığı istenen Beluç halkının
Pakistan-İran-Afganistan-Hindistan’da nüfusunun olması, gelecekte
bölgenin yeni mücadelelere sahne olabileceğinin önemli
kanıtlarından biri. Bu doğrultuda, bölgedeki çatışmanın, bölgenin
en kronikleşmiş çatışma sahaları olan Keşmir ve Afganistan’da devam
edeceği, buna ek olarak, başta Belucistan gibi kimi yeni çatışma
alanlarında da yoğunlaşabileceği tahmin edilebilir. Sonuç olarak,
bugün Keşmir’de olup biten her şey belki de resmin sadece küçük bir
parçasıyken, bölgesel arenada yer alan tüm aktörlerin de belirttiği
gibi, bölgedeki barışın sağlanmasındaki yegane anahtarın Keşmir
olduğu da unutulmamalıdır.
Bu site deneyimlerinizi kişiselleştirmek amacıyla KVKK ve GDPR uyarınca çerez(cookie) kullanmaktadır. Bu konu hakkında detaylı bilgi almak için tıklayın. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.
Yorumlar