
Her gece yatağının yanında ona La Fontaine’den masalları, Binbir Gece Masalları’nı okurdu. Ama 11 yaşında babasını kaybetti. Annesiyle temizlikçilik, çamaşırcılık yaparak geçindiler. 14 yaşında ise Kopenhag’a gitti. Kopenhag’da dansçı olmayı denedi, sonuç hüsrandı, çünkü yeteneği yoktu. Oyunculuğu denedi küçük rollerde, söylenenlere bakılırsa bu bakışlar ve uzun boyuyla ondan asla oyuncu olmazdı. Pes etmedi.

17 yaşında yazdığı bir oyunu bir dergi tarafından yayınlanması ile bu yetenekli gence Kopenhag Üniversitesi burs sağladı. Sadece oyun değil, şiirler de yazıyordu. Hep beklediği başarıyı, “Holmen Kanalı’ndan Amager’in Doğu Noktasına Yürüyüş” adlı eserinin çok satmasıyla yakaladı. Kopenhag sınırları içinde ünlüydü artık.

Andersen kraldan yurtdışına çıkmak için izin istedi. Paris’ten başladı, İtalya, Prag diye devam etti. 12 yıl sonra ülkesine dönünce romanları dışında, birçok masalıyla her kesimden alkış topladı. Eserleri Almanca, Fransızca’ya çevrildi. Asıl ününü 1835’de basılan içinde “Kibritçi Kız”,“Güzel Prenses ve Bezelye”, “Küçük Deniz Kızı” gibi masalların bulunduğu Çocuk Masalları kitabıyla sağladı. Bildiğimiz diğer önemli masalları “Parmak Çocuk”, “Sinderella”, “Kurşun Asker”, “Çirkin Ördek Yavrusu”dur. Ülkesinde bir müddet kaldıktan sonra yine kraldan izin alarak Fransa, Almanya, İtalya’ya gitti. Hep görmek istediği Atina ve İstanbul’a da geldi. Bu geziden 2 yıl sonra yazdığı “Bir Şairin Çarşısı” adlı kitabı ile Kapalıçarşı, Üsküdar, Galata’daki Mevlevihane, Boğaziçi’ni, o dönem İstanbul’unu tanıttı.

Son yılları korkularla dolu bir adam olarak geçti. Diri diri gömülmekten korktuğu için komodininde şu not duruyordu: “Ölmedim, uyuyorum.” Bir yangında çıkışı bulamamak korkusuyla bir ucunu yatağa bağladığı ipi camdan sarkıtmadan uyumuyordu. Andersen romanları, seyahatnameleri, oyunlarından ziyade 200’ün üzerinde masalları ile tanınıyor.