“Hiçbir ülkede böyle bir direniş görmedim”
- Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Prof. Dr. Kuzu: - “Bir mantafon ineği düşünün, 50 kilo süt verir, bir tekme vurur döker. Sistem bu. 15 sene Tayyip bey çalışır, Özal çalışır biriktirir. Bir koalisyon gelir, bütün 15 yıllık emeğinizi 6 ayda bitirir mesele bu” - “Aziz milletimiz tanka tekme vurarak bunların üstesinden geldi. Ben bir siyaset bilimci olarak hiçbir ülkede böyle bir direniş görmedim. Rusya’da Yeltsin tankın üstüne çıktı falan filan, ciddi bir şey bulamazsın, bir başka örneği yoktur. Nobel ödülü verilecekse bu millete verilmeli” - “28 Şubat dozer gibi geçti üzerimizden. Benim 12 sene profesörlüğüm verilmedi, 10 sene derse sokulmadım, yeri geldi tuvalette namaz kılmak zorunda kaldım. Bunlar kimin baskısıydı. Özellikle FETÖ denen alçak, onun terör oluşturmasının bir sebebi de bu baskıcı laiklik uygulaması olmuştur” - “İki başlılık önemli sorundu. Özal ile Mesut Yılmaz, Akbulut ile Özal, Sezer ile malum Ecevit, Çiller ile Demirel. Çiller’i aşağı atıyordu Demirel. ‘Kızım’ dedi, 4. kattan gidiyordu kız aşağı. Allah’tan orada bir bakan vardı, etme yapma diye devreye girdi”
İSTANBUL (AA) - Cumhurbaşkanı Başdanışmanı ve AK Parti İstanbul
Milletvekili Prof. Dr. Burhan Kuzu, parmalenter rejimi mantafon
cinsi ineğe benzerek, “Bir mantafon ineği düşünün, 50 kilo süt
verir, bir tekme vurur döker. Sistem bu. 15 sene Tayyip bey
çalışır, Özal çalışır biriktirir. Bir koalisyon gelir, bütün 15
yıllık emeğinizi 6 ayda bitirir mesele bu.” dedi.
İmam Hatip Lisesinden arkadaş olan üniversite öğrencileri Sinan
Ergün ve Göktürk Çalışkan’ın farklı siyasi parti temsilcilerinin
görüşlerini derleyerek hazırladıkları, “Yeni Anayasa ve Başkanlık
Sistemi” adlı kitabın, Sultanahmet’teki Türkiye Yazarlar Birliği
İstanbul Şubesi’nde yapılan tanıtımına katılan Kuzu, yaptığı
konuşmada parlamenter rejim ile başkanlık sistemini kıyasladı.
Kuzu, İngiltere’de doğan, dolayısıyla İngiliz kanı taşıyan
parlamenter sistemin aksaklıklarına değinerek, “Bu sistemde mutlaka
bir kral olur. Öyle olunca da yürütmenin başı, yani başbakan her
şeyi kolaylıkla yürütüyor. Ama sistemi cumhuriyete enjekte
ettiğinizde sorunlar başlıyor. Çünkü çift başlılık doğuyor.”
değerlendirmesini yaptı.
Değiştirmek istedikleri şeyin bir hükümet sistemi değişikliği
olduğunu, bunun asla bir rejim değişikliği olmadığını vurgulayan
Kuzu, Türkiye’nin 7 düvelle mücadele etmesi gereken bir coğrafyada
yer aldığını, bu nedenle parlamenter sistemin problemsiz
bölgelerdeki ülkelerde olduğu gibi uygulamasının kolay olmadığına
dikkati çekti.
Prof. Dr. Kuzu şöyle konuştu:
“Başkanlık sistemi tartışması yeni değil. 28 Şubat sürecinde
Demirel’e ‘Sayın Cumhurbaşkanım, asker bu sisteme yani başkanlığa
karşı çıkar dedim’ dedim. ‘Zinde kuvvetleri bana bırak’ dedi.
Olmadı. Bugün eğer bu modeli biz şu en kıvamlı noktaya geldiğinde
hakikaten kaçırırsak, yarın ben görür müyüm bilemem ama Türkiye’nin
akıbeti hayrola. CHP’li arkadaşlarım hani diyor ya kavgalısınız
herkesle diye. İyi de ‘Ben bir işe karışmıyorum’ dersen kavga
çıkmıyor. ‘Ben de varım’ dediğin için kavga çıkıyor. Bu bölge
hassas bir bölge, burada hükümetçilik oynayamayız.”
Koalisyonların siyasi istikrara olumsuz etkisini anlatan Kuzu,
“Sandığı açıyorsun yine koalisyon çıkıyor. Sürekli kaos, 10 yılda
12 hükümet kurulduğu dönemler oldu. Hükümeti düşünün bir de. Biz
geldiğimizde 39 bakan vardı Türkiye’de, 25’e düşürdük, o da çok.
300 milyonluk ABD, 12 bakanla yönetiliyor. Meteoroloji bakanı olur
mu? Evde ninenin dizi sızlıyorsa kar geliyor dersin. Onu üzmeyeyim,
bunu kırmamalıyım diye Meteoroloji Bakanı yaptılar. Bunlar olmaz.
Ayrıca bakın Atatürk, İnönü, Menderes, Demirel hep yüzde 6, yüzde 7
büyüme. Ama aynı Demirel, koalisyon yaptığında eksi 4 büyüme. Ne
oldu, Demirel’in başı mı küçüldü.” ifadelerini kullandı.
-“Demirel, Çiller’i 4. kattan aşağı atıyordu”
Kuzu, iki başlılıktan doğan sıkıntıları anlatırken, şunları
söyledi:
“İki başlılık önemli sorundu. Özal ile Mesut Yılmaz, Akbulut ile
Özal, Sezer ile malum Ecevit, Çiller ile Demirel. Çiller’i aşağı
atıyordu Demirel. ‘Kızım’ dedi, 4. kattan gidiyordu kız aşağı.
Allah’tan orada bir bakan vardı, 'etme yapma' diye devreye girdi
filan. Bizim dönenimizde Abdullah bey, Tayyip bey ciddi bir şey
olmadı, biraz Ahmet Davutoğlu ile ilgili ufak tefek sorunlar dendi.
Şimdi muhalefet diyor ki Cumhurbaşkanının yetkilerini kısalım,
parlamento seçsin. Bu sistem yürüyecekse tamam ama, 2007’de
Cumhurbaşkanı’nı halk seçsin noktasına gelmişiz, seçmişiz, buradan
geri dönüş olmaz.”
Bu bölgeye 25 peygamber geldiğini, kıyametin de buradan kopacak
gibi gözüktüğünü ifade eden Prof. Dr. Kuzu, konuşmasını şöyle
sürdürdü:
“Gözünü yumdun çayın gitti. Kim aldı benim çayımı? diye
çırpınırsın. Nimet, külfet karşılığı, Mecelle bunu yıllar önce
koymuş ortaya. Dünyanın en güzel coğrafyasında yaşıyoruz, güçlü ve
uyanık olmak zorundayız. Sonra parlamenter rejimde 12 kez darbe
oldu. Başkanlık modeli gelirse darbe olur diyorlar ya, bu gelmeden
olmuş.”
Bölünme, dağılma tartışmalarını da doğru bulmadığını vurgulayan
Kuzu, “Bunun başkanlık sistemiyle alakası yok. 40 bin insanımız
öldü. Parlamenter rejimde oldu bu. Öz yönetim talepleri bizim
zamanımızda mı geldi yani? Bence aksine bu tartışmaları başkanlık
modelinin sonlandıracağına inanıyorum. İki parçalı merkez sağ,
merkez sol tarafında birleşmeler olur, marjinaller arada erir
gider. Sol ve sağ daha ortaya çekilmesi lazım elbette.” görüşünü
dile getirdi.
-“Tuvalette namaz kılmak zorunda kaldım”
Laiklikle bir sorunları olmadığını belirten Prof. Dr. Kuzu, ancak
laiklik uygulaması bakımından sorunlar yaşadıklarına dikkati
çekerek, şunları söyledi:
“28 Şubat dozer gibi geçti üzerimizden. Benim 12 sene profesörlüğüm
verilmedi, 10 sene derse sokulmadım, yeri geldi tuvalette namaz
kılmak zorunda kaldım. Bunlar kimin baskısıydı. Özellikle FETO
denen alçak, onun terör oluşturmasının bir sebebi de bu baskıcı
laiklik uygulaması olmuştur. Birçok arkadaşımız namaz kılıyor diye
ordudan atıldı, birçoğu emekli olabilmek için deli numarası
yaptılar. Yine bu FETO denen kardinal, başınızı açın, için, her
naneyi yiyin diyerek oraya buraya sokuşturduğu adamlarıyla
takiyyenin yolunu açtı. 15 Temmuz hiçbir darbeye benzemez.
Eskilerde seçim süreci, yeni anayasa falan devam ederdi, ama bu
anahtar teslimi memleketi Amerika’ya, şuna buna teslim edeceklerdi.
Millet buna rıza gösterir miydi göstermezdi. Aziz milletimiz tanka
tekme vurarak bunların üstesinden geldi. Ben bir siyaset bilimci
olarak, hiçbir ülkede böyle bir direniş görmedim. Rusya’da Yeltsin
tankın üstüne çıktı falan filan, ciddi bir şey bulamazsın, bir
başka örneği yoktur. Nobel ödülü verilecekse bu millete verilmeli.
“
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) halkın yüzde 97 oranında
temsil edildiğine dikkati çeken Kuzu şöyle devam etti:
“Mecliste Alevi’si, Sünni’si her şeyi var. Gel burada çalış
işte, beraber yapalım hangimiz gerçek idealimizi yapabiliyoruz ki.
Ortak akılla bir şey yapmaya çalışıyoruz, oluyorsa oluyor. Çok
parti oluyor da ne oluyor. Bak Amerika’da iki parti var,
İngiltere’de iki parti var. Tersini söyleyeyim 286 parti var
İtalya’da, pederler partisi, işi yokuşa sürenler partisi. İtalya
bıktı artık en son iki sene önce kanun çıkardı, ‘Yüzde 40’ı alan
hükümeti kurar,' dedi, kardeşim’. Şimdi 286 partisi olan İtalya,
ABD’den, İngiltere’den daha iyi demokrasiye sahip diyebilir
miyiz?”
Kuzu, başkanlık sisteminde tek adamlık meselesinin de olamayacağına
da değinerek, sözlerini şöyle tamamladı:
“Zenginler, medya patronları istemez başkanlık sistemini. Çünkü hükümet üzerinde baskı kurup ihale alırlar. Ama pijamayla başbakan karşılama dönemleri, hükümet listeleri verme işleri sone erdi. Sol da iktidara gelemeyiz bir daha diye korkuyor. Halbuki öyle değil. Sol Türkiye’de kesinlikle gelir. Net. çünkü zaten iki parçalı bir model, iki sağ gelirse bir sol gelir mutlaka. Bakın Güney Amerika’ya, önce sağla başladılar, şimdi hep sol. Ayrıca getirmeye çalıştığımız modelin bam teli meclisin güçlü olmasıdır. Meclise muhtaç bir başkan modeli getirilen model aslında. MHP’nin de isteğiyle buna Cumhurbaşkanı denildi, denilsin önemli değil, neticede başkandır. Metin ortaya çıktıktan sonra da görüşülebilir bu süreçte CHP ile bir irtibat kurulamamış olabilir ama bundan sonra da olabilir. Nihayetinde liderlerin bir araya gelmesinde fayda var.”
-“Bu ülkenin bir anayasa kültürü yok"
Toplantıda konuşan AK Parti İstanbul Milletvekili Metin Külünk de
bu ülkenin bu tartışmaları ev tartışması haline getirmek zorunda
olduğunu belirterek, “Bu ülkenin bir anayasa kültürü yok. Hep
kapalı kapılar arkasında yapılmış anayasalar. Oysa anayasa bu
milletin kendi sözleşmesi. Uzlaştığımız metinle ilgili hangimizin
haberi var. Türkiye orta gelir tuzağından da standardından da
yüksek gelir seviyesine köklü dönüşümü başararak çıkacaktır. Örnek
verilen Bolivya gibi, Güney Amerika, Afrika gibi ülkeler üzerinden
Türkiye’yi konuşmak en büyük haksızlıktır. Türkiye’nin bu sistem
tartışmasını Bolivya ile Afrika’daki bir takım başkanlık sistemi
ile yönetilen ülkelerle kıyaslayarak bir Türkiye tartışması ortaya
koymak son derece acı vericidir. Bu anlamda bu iki evladımızın
yaptığı çalışmaya, muhalefet partilerimizin de yaptıkları katkıları
için teşekkür ediyorum.” dedi.
-“Bütün partilerin oturduğu bir masada gerekir”
Külünk’ün ardından kürsüye çıkan Meclis Adalet Komisyonu Üyesi CHP
Balıkesir Milletvekili Namık Havutça, Türkiye’de şu anda anayasa
yapım sürecinin olağan şartlarda işlemediğini savunarak, şunları
söyledi:
“Ana muhalefet ve diğer muhalefet partilerinin dışlanarak köklü bir
rejim değişikliğini öngören anayasa değişikliği, meclisteki bütün
partilerin oturduğu bir masanın etrafında konuşulması gerekir ve
akademisyenlerin de buna katkı sunmaları gerekir. Türkiye şu anda
olağanüstü hal ile yürütülen bir ülke. Yargının, basının baskı
altında olduğu, 10 binlerce insanın kamu görevinden
uzaklaştırıldığı bir süreçte anayasa değişikliğine gitmek hele hele
bir başkanlık, yarı başkanlık sistemini öngören bir şekilde bir
anayasa değişikliğine gitmek kesinlikle kabul edilemez.”
Türkiye’nin bugüne parlamenter rejimle geldiğini vurgulayan
Havutça, konuşmasını şöyle tamamladı:
“Türkiye’de 2002 yılından beri istikrar yok mu. Eksik, aksak
varsa kendi yönetim anlayışına bakmak lazım. Türkiye şu anda Avrupa
Birliği ile ilişkilerinde kopmuş vaziyette. 12 yıldan beri yapılan
uygulamalara baktığımızda bireysel hak ve özgürlüklerin
zedelendiğini görüyoruz. İktidar partisinin yanında küçük bir
partinin uzlaşısıyla bir anayasa değişikliğini Türkiye’nin önüne
dayatmak, Türkiye’nin geleceğine en büyük haksızlıktır. Bunu
yapmamak lazım. Millet sayın Cumhurbaşkanını sevebilir, oy da
verebilir, ama biz Türkiye’nin 100 yıllık geleceğinin geniş,
toplumun her kesiminden geniş katılımlı bir ortamda yapılmasını
arzu ederiz.”
Yorumlar