GÖRÜŞ - Helsinki sonrası yeni kutuplaşma dönemi

- Helsinki sonrası süreç aslında yeni dönem kutuplar dünyasının ilk habercisi. Rusya Batı'nın tam tersine, "ortaklarını korumak için her türlü riski göze alırım" mesajını verdi - Amerikan basını ve muhalefet tarafından ABD başkanının bir ayıbı olarak değerlendirilen Helsinki zirvesi, Rus basını tarafından ise Putin’in başarı hanesine yazılmış durumda - Suriye’deki savaş başta olmak üzere, ABD/AB ve Rusya arasında yaşanan gerilimin meyvelerinden hep İsrail faydalandı

Google Haberlere Abone ol
GÖRÜŞ - Helsinki sonrası yeni kutuplaşma dönemi

İSTANBUL (AA) - SASLANBEK İSAEV - Bekletilme, toplum tarafından bir nevi küçük düşürme olarak algılanır. Psikoloji uzmanlarının, hatta insan kaynakları uzmanlarının da bildiği basit bir terbiye yöntemidir, bu. Sıkça kullanılan bu sıradan yöntemi aslında istihbarat birimlerinin de kullandığı söylenir. Siviller bekletmeyle terbiye ederken, istihbaratçılar bu yöntemle “hedef”’i çileden çıkarır, yani psikolojik dengesini kaybetmesini sağlar. Söz konusu psikolojik baskı yöntemi, diğer istihbarat örgütlerinin olduğu gibi KGB’nin de en basit yöntemlerinden biriydi.

Putin, Helsinki zirvesine geç kaldı. Eski mesleğinin alışkanlıklarından mı, yoksa yoğunluktan mı bilinmez; fakat Rus lider Trump’a bu bilinen basit yöntemi uygulamış oldu. Trump, NATO zirvesinden ve AB ülkelerinden, taş üstünde taş bırakmadan esip geçerken Helsinki’de çok sakin (ve bir Hollywood yıldızının sözlerine göre “ezik”) görünüyordu. Sonuçta Helsinki zirvesi, Putin’in ülkesinde bir zafer olarak kabul edilirken Trump’ın memleketinde başkanlarının bir ayıbı olarak algılandı; en azından ABD’li muhaliflerin çoğunluğu bu zirvenin adını “rezalet” koydu.

Hiçbir anlaşmaya veya yazılı metine imza atılmayan ABD-Rusya zirvesi, şimdilik Rusya’nın zaferi olarak algılanıyor. Fakat uluslararası ilişkiler ve siyaset uzmanları, Putin-Trump zirvesinde katı bir pazarlık yaşandığını ve ABD lideriyle Putin arasında bir alışverişin olduğunu dile getiriyor. Suriye, İran, Ukrayna, Kuzey Kore ve İsrail’in güvenliği meselelerinin ele alındığı iddia edilen zirvede neler konuşulduğu ve hangi kararlara varıldığı tabii tartışma ve merak konusu. Her uzman kendi alanıyla alakalı bir değerlendirme yapıyor. Somut verilere dayanmayan veya tam tersine çok güvenilir kaynakları referans göstererek analizler yapılıyor. Yazılan analiz ve yorumların tutarlılığı gelecekte belli olacak. Bu yazıda ise var olan durumun değerlendirmesi yapılacak.

- Savaşların meyvelerinden hep İsrail faydalandı

Kırım’ın ilhakı sonrası Rusya ağır yaptırımların hedefi oldu. Putin ise Rusya’nın lideri olarak dünya siyasetinden dışlanmak istendi. Çin ve İran’ın yanında Ankara’da da üst seviyede ağırlanan Putin için Batı tarafından dışlanmış izlenimi verildi. Soğuk Savaş sonrası Rusya ve Batı bloğu arasında yaşanan bu en büyük gerilim sırasında “üçüncü dünya savaşı çıktı/çıkacak” söylemleri, birkaç yıl boyunca uluslararası kamuoyunu meşgul etti. Rusya’ya ağır suçlamalar yöneltildi. Özellikle ilk başta dolaylı, daha sonra açıkça kimyasal silahı kullanmakla suçlanan Rusya, Batı tarafından yaptırım yağmuruna tutuldu. Putin gelişen olayların Rusya’ya karşı yürütülen bir hibrid savaşı olduğunu ve ülkenin hedef alındığını doğrudan veya dolaylı olarak kendi vatandaşlarına anlatmak zorunda kaldı. Diktatör ilan edilen Rus lider birçok Batılı medya organı tarafından ötekileştirilmenin hedefi olarak seçildi. Sonuçta iç kamuoyuna "Hibrid savaşı yaşanıyor ve biz bir tarafız" diyen Rus lideri savaşa dahil oldu. Batı’nın Kırım'ın ilhakı sonrası terbiye etmeye çalıştığı Rusya, bu terbiye çabalarını hibrid savaşı olarak algılayarak karşılık vermeye başladı.

Doğu Ukrayna ve Suriye, hibrit savaşın sıcak çatışma sahalarına dönüşürken, savaşın propaganda, siber savaşlar ve ekonomik çatışma ayakları ise dönem dönem “savaşa dahil” olan ülkelerin topraklarında ve dünya genelinde yaşanmaya başlandı. ABD başkanlık seçimlerinde Demokratların kaybetmesi de dünyaya bir nevi Rusların zaferi olarak duyuruldu. Suriye’de ise ABD ve Rusya kendilerince birer zaferi ilan ettiler. DEAŞ’ı yendiğini iddia eden bu iki devlet, her fırsatta "dünyayı biz kurtardık" mesajları vermekten geri durmadı. Rusya ve ABD, DEAŞ’ı yenerken Suriye’nin sivil yerleşimlerini haritadan silmekte adeta yarıştılar. Bazen de "hibrit savaşın gerçek bir sıcak üçüncü dünya savaşa dönüşmesine az kaldı" denilmesine sebep olacak adımlar atıldı, ama bunların her biri Netanyahu'nun bir Moskova ziyaretiyle ya da Suriye’deki İran milislerinin ve Esed’in boş üslerinin vurulmasıyla sonuçlandı.

Suriye’deki savaş başta olmak üzere, ABD/AB ve Rusya arasında yaşanan bu hibrit savaşların meyvelerinden hep İsrail faydalandı. Sözde Rusların seçime müdahalesiyle başkan seçilen Trump, Rusya’ya karşı sert bir tavır sergilerken, İsrail’in bir dediğini iki etmedi. Obama’nın DEAŞ'ı ve Rusya’yı aynı çizgiye koyması ve Suriye ile Ukrayna krizlerinin yaşanması, İran’ın yayılmacı siyaseti derken, İsrail’in Filistinlileri vahşice katletmesi, dünya kamuoyunun gündeminde aşağı sıralara itildi. Hatta İran’dan korkan Arap ülkelerinin İsrail’le barışmaya niyetlenmelerine sebep oldu. "Yüzyılın Anlaşması" kavramın ortaya çıktığı Ortadoğu’da bütün kozlar sanki İsrail’in elindeymiş gibi görünüyor. İran ve Rusya ile korkutulan Ortadoğulu Araplar, ABD’den yüklü miktarda silah almaya mecbur bırakıldı. Özellikle Trump’ın Ortadoğu ziyareti, sanki çek tahsil eden bir mafya babasının mahalle esnafı gezisine benzemişti. Trump Ortadoğu mahallesini gezerek, çeklerini tahsil ederken, Putin ise "ezilen esnafı koruma altına alan iyi baba" rolüne büründü. Koruması altına aldıklarının caniliğine bakmayan Rusya, kendisine sığınan herkese kucak açtı. Böylelikle dünyada tek kutuptan yeniden çift kutuplu sisteme geçilmiş gibi algı oluşmaya başladı.

- Helsinki zirvesinin asıl sebebi İran

Bu yeni kutuplar savaşının kaymağını yemeye çalışan İsrail’in başbakanı, artık Moskova’da sünnet düğünü yapılsa, davet beklemeden katılır oldu. Yahudi damadı üzerinden Trump ve Beyaz Saray üzerinde bir nüfuza sahip olan Netanyahu, artık Putin’le yaptığı görüşmelerde bu kozu kullanmaya başladı. Putin’in uluslararası siyasetten dışlanmaktan duyduğu rahatsızlığı örtecek ve tazmin edecek tek şeyin ABD başkanıyla karşılıklı bir masaya oturmak olacağını iyi okuyan Netanyahu sonunda Kremlin’in bu isteğini yerine getirdi.

Amerikan basını ve muhalefet tarafından ABD başkanının bir ayıbı olarak değerlendirilen Helsinki zirvesi, Rus basını tarafından Putin’in başarı hanesine yazıldı. İki başkanın top paylaşarak zirveyi noktaladığı ortak basın açıklamasında bile, anlaştıkları veya müzakere ettikleri somut bir konu zikredilmedi. Helsinki zirvesinin asıl sebebi olarak ise Netanyahu’nun 11 Temmuz'da ve Velayeti’nin ise 12 Temmuz'da Kremlin’de ağırlanması zikrediliyor. İki liderin basın açıklamasında da Golan tepelerine değinilmesi, yine zirvenin asıl konusunun İsrail’in güvenliği olduğunun başka bir işareti.

Trump ve Putin'in başbaşa ne konuştuklarını bilen insanların sayısı çok az. Fakat Rus RİA haber ajansının yayınladığı, Putin’in daha önce tanıtımını yaptığı kıtalar arası füzeler, ultrasonik hıza sahip füzeler ve lazer silahları gibi yeni nesil silahların Rus ordusuna teslim edildiği haberi, zirve öncesi ve sonrası karşılıklı iltifatların aslında derin bir krizin örtüsü olduğunun göstergesi. Putin zirve sonrası yaptığı Rusya Federasyonu Güvenlik Konseyi toplantısı ve Büyükelçiler toplantısında yine dışarıya yönelik net mesajlar vermiş oldu. Putin bu açıklamaların satır arasında ise Rusya’nın bundan sonra kendi çıkarlarını ne pahasına olursa olsun koruyacağı ve her türlü savaşı göze alarak ortaklarını da koruyacağı mesajını vermiş oldu.

Post-Helsinki süreci aslında yeni dönem kutuplar dünyasının ilk habercisi. Bu yeni kutuplar döneminde Batı, kendi çıkarları uğruna satmayacağı ortakların olmadığını göstermiş oldu ki ABD-YPG/PKK ilişkisi bunun en somut örneği. Rusya ise tam tersine, "ortaklarını korumak için her türlü riski göze alırım" mesajını verdi. Bunu da İran’a sahip çıkarak yapıyor. Putin "onlar satar, ben satmam" derken aslında "mahalleye bizden başka çek senet tahsilatçıları giremez; girerse sonuçlarına da katlanır" diyor.

[Grozni ve İstanbul'da yaşayan araştırmacı gazeteci Saslanbek İsaev, Rusya, Kafkasya ve Türkiye ilişkileri alanında uzmanlaşmıştır]

“Görüş” başlığıyla yayımlanan makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansı’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Yorumlar