Fatımiler kim nerede ne zaman kuruldu, ne zaman yıkıldı?

Fatımiler kim nerede ne zaman kuruldu, ne zaman yıkıldı? Fatımileri kim yıktı sorusu onların kuruluşundan hatta kurucularından çok daha büyük önem taşıyan bir sorudur. Çünkü onların sonunu getiren hükümdar İslam dinine en büyük hizmeti yapan isimdir.

Google Haberlere Abone ol
Fatımiler kim nerede ne zaman kuruldu?

Fatımiler kim nerede ne zaman kuruldu, ne zaman yıkıldı? Fatimileri kim yıktı veya kim tarafından yıkıldılar soruları en az onları kimin kurduğu sorularına verilecek cevaplar kadar önemlidir. Çünkü bu sapkın topluluğun İslam dünyasındaki fitneleri yüz yıllar boyunca yüzbinlerce Müslümanın kanının akmasına neden olmuştur. Fatımiler kim nerede ne zaman kuruldu, ne zaman yıkıldı? İşte Fatımileri yıkan o şanlı hükümdar: 

Fatımiler Devleti Mısır'da kuruldu. Ancak kökeni İran topraklarına dayanıyordu.

Fatımiler Aslen mecûsî bir göz doktoru olan Meymûn el-Kaddâh’ın neslinden olan Ubeydullah Sa’îd tarafından miladi takvime göre takriben 300 yılında kuruldu.

Kurucusunun ismine nisbetle Ubeydîler denildi.

Kendilerinin neseben hazret-i Fâtıma’ya dayandığını iddia ettikleri için Fâtımîler adını aldılar.

Kuzey Afrika, Mısır, Filistin ve Suriye’de 910-1171 (H. 298-567) seneleri arasında hüküm sürdüler.

Asten İranlı bir mecûsî olan Meymûn el-Kaddâh, mecûsîlikteki sapık fikir ve inanışları, İslâm dînindenmiş gibi göstererek Bâtınîlik adı altında İran’da yaymaya başladı.

Kısa zamanda tarafdâr da topladı. Fikirlerini oğlu Abdullah’a da aşılayıp onu istediği gibi yetiştirdi.

Babasının ölümünden sonra, bu bâtıl fikirleri yaymağa çalışan Abdullah bin Meymûn; İran’ın Horasan ve dağlık bölgelerinin a-hâlisi arasında meşhûr oldu. Asıl maksadını gizleyebilmek için de Ehl-i beytden olduğunu iddia ederek, halkı kendine çekmeye çalıştı, Sonunda peygamber olduğunu iddia etti. Münafıklığı halk tarafından anlaşılınca Basra’ya kaçtı.

Basra’da Muhammed bin İsmail bin Ca’fer es-Sâdık neslinden geldiğini iddia edip, şiîler arasında tarafdâr topladı; Yedinci imâmın, İsmail bin Ca’feres-Sâdık olduğunu ve ondan sonra imametin İsmail bin Ca’fer es-Sâdık’ın neslinden gelenlere âid bulunduğunu söyledi. Böylece ona tâbi olup fikirlerini benimseyenlere İsmâilî ve Bâtınî denildi.

Sapıklık ve hileleri anlaşılınca, Basra’da tutunamayıp Şam’a kaçarak fikirlerini yaydı. 871 (H. 258) senesinde ölümü üzerine oğlu Ahmed ve müslüman ülkelerinin her tarafına dağılan dâîler bu fikirleri yaymağa devam ettiler. Daha sonra, Abdullah bin Meymûn’un torunlarından Sa’îd adlı birisi, kendisinin Resûlullah’ın evlâdından olduğunu söyleyerek Neseb ilminden anlamayan halkı kandırdı. İsminin Ubeydullah olduğunu bildirerek tarafdâr topladı. Ubeydullah ve tarafdârlarının fitnesini gören Bağdâd’daki Abbasî halîfesi, Ubeydullah’ı tâkib ettirince, Mısır’a kaçtı. Sonra Mısırlı bir tüccar kılığında Kuzey Afrika’ya geçti. Sapık fikirlerini yaymak için müslümanlar arasına fitne ve huzursuzluk tohumları ekti. Bu sebeple Sicilmasa şehrinin valisi Ziyâdetullah el-Yera tarafından yakalattırılıp hapse atıldı. Fakat taraftarlarından Ebû Abdullah eş-Şiî ve diğer Bâtınî dâîleri, validen memnun olmayan halkı da tahrik ederek isyan ettiler. Ubeydullah’ı hapisten kurtarıp, Ağlebîler Devleti’ne son verdiler. Ubeydullah’ın âhır zamanda geleceği beklenen Mehdî olduğunu söyleyip, Emîr-ül-mü’minîn ünvanıyla 910 (H. 298)’de tahta geçirdiler. Hâkimiyeti ele geçirip Fâtımîler Devleti’ni kurdular. Ehl-i sünnet müslümanlara zulüm ederek, onları kendi sapık fikirlerini kabule zorladılar. Ubeydullah el-Mehdî halifeliğini îlân edip, Abbasî halîfelerini tanımadığını açıkladı. Diğer taraftan da insanların kalblerini kazanmak için adalet ve ihsan sahibi gibi göründü. Saltanatı sağlamlaşınca, kendini başa geçiren Ebû Abdullah eş-Şiî ile kardeşi Ebû Abbâs’ı katlettirdi. 912 (H. 300) senesinde Mısır’ı almak için üç defa sefer yaptı fakat muvaffak olamadı. 913 (H. 301)’de kırk bin kişilik bir orduyu tekrar Mısır’a gönderdi. Nil nehrinden geçemeyen ordu, İskenderiyye’ye gelip şehrin müslüman ahâlisini insafsızca katl etti. Bağdâd’daki Abbasî halîfesi bunlar üzerine asker gönderdi. Kuzey Afrika’da büyük savaşlar oldu. Aynı yıl içinde İskenderiyye ve Feyyûm şehirlerini alan Ubeydullah el-Mehdî, Rakked şehri yakınlarında deniz kenarında bir şehir inşâ ettirip, Mehdiyye ismini verdi. Bir çok Ehl-i sünnet âlimini ve müslümanı katlettiren Ubeydullah el-Mehdî, 934 (H. 322) senesinde yirmi dört sene saltanat sürdükten sonra altmış dört yaşında öldü.

Ubeydullah Mehdî’nin ölümünden, sonra, onun yerine kan dökücülükte, küfür ve sapıklıkta babasından daha ileride bulunan ve Eshâb-ı kiram düşmanı olan Kâim bi-emrillah Muhammed geçti. “Mağaraya ve içindekilere lanet ediniz” diyerek, sevgili Peygamberimize ve en yakın arkadaşı hazret-i Ebû Bekr’e lânet edecek kadar ileri gitti. Zamanında, Sardünya, Korsika ve Cenova zabt edilerek Fransa sahillerine kadar gidilmişse de bu hâkimiyet fazla sürmedi. Ebû Yezîd isminde bir Haricî, taraftarlarıyla, Fatımî Devleti’nin en önemli şehirlerini ele geçirdi. Fatımî hükümdarı Kâim bi-emrillah’ın bulunduğu Mehdiyye şehrini muhasara etti. Muvaffak olamayınca Kayrevân’a çekildi. Bu sırada Kâim bi-emrillah on senelik bir saltanattan sonra, 944 (H. 333)’de öldü. Ölümü üzerine yerine oğlu Mansûr-billah İsmail geçti. Batıda Kayrevân’ı zabt ederek, orada bir şehir kurup Mansûriyye ismini veren ve bu şehirde oturan Mansûr; dede ve babasının Ehl-i sünnet müslümanları üzerindeki zulüm ve baskılarını kaldırdıysa da Bâtınîlikten ayrılmadı. Yedi yıllık bir saltanattan sonra 952 (H. 341) yılında öldü.

Yerine geçen oğlu Mu’izz Li-dînillah da babası gibi Bâtınî fikirlerin savunuculuğunu yaptı. Zamanında Fâtımîler Devleti’nin sınırları genişleyip, Atlas Okyanusuna dayandı. Endülüs Emevî hükümdarı Üçüncü Abdurrahmân, Fâtımîlere karşı çıktıysa da bir başarı sağlayamadı. Mu’izz Li-dînillah’ın başkumandanı Cevher, 969 (H. 358) senesinde yüz bin askerle Mısır üzerine yürüyüp, İhşidîlerin hâkimiyetine son vererek Mısır’ı ele geçirdi. Şimdiki Kahıre şehrinin bulunduğu yerebirşehir inşâ edip, Kâhire-i Mu’izziyye adını verdi. Ezandaki Hayyealassalâh ibaresini kaldırarak yerine, Bâtınîliğin alâmeti olarak, Hayye âlâ hayr-il-amel ibaresini koydurdu. Mısır’ın iktisadî durumunu düzeltti. Sapık inanışlarının propaganda merkezi olarak, Câmi-i Ezher’i yaptırdı.

Mu’izz Li-dînillah 973 (H. 363)’de Kâhire’yi başkent yaptı. Baba ve dedelerinin tabutlarını da getirtip Mısır’da sarayı içine defn etti. Daha önce Bâtınî dâîlerinin propagandalarına aldanan ve Abbasî idaresinden memnun olmayan Hicaz bölgesi idarecileri de gelerek, Mu’izz Li-dînillah’a tâbi olduklarını bildirdiler. Böylece Arabistan yarımadasının batı kısmı da Fatımî hâkimiyeti altına girdi.

Dâima müneccimlerin sözleriyle hareket eden Mu’izz Li-dînillah yirmi dört yıl saltanattan sonra 975 (H. 365) senesinde öldü.

Yerine oğlu Azîz-Billah Nizâr geçti. Bunun zamanında Suriye üzerine de sefer düzenlendi. Aynı sapık inancı benimsemiş olmalarına rağmen, bâzı siyâsî sebeplerden dolayı kendilerinden ayrılan Karmatîlerin direnmesiyle karşılaştı. Uzun ve çetin mücâdelelerden sonra 993 (H. 383)’de, Şam da, Fatımî sınırları içine alındı. Azîz-billah bâtınî sapık fikirlerinin müdâfaasını yaptı ve Sünnî müslümanlara olan düşmanlığından, devletin mühim işlerini yahûdî ve hıristiyanlara verdi. Hıristiyan Îsâ bin Nasturus’u kâtip, yahûdî Mişâ’yı Şam’a hâkim ve nâib tâyin etmekle, İslâmiyet’e ne derece düşman olduğunu açıkça ortaya koydu. Nihayet yirmi bir yıllık bir saltanattan sonra, 996 (H. 386) senesinde öldü. Yerine henüz çocuk olan on bir yaşındaki oğlu Hâkim bi-emrillah Mansûr geçti. Babası, ölmeden önce Ercivân adlı bir kimseyi ona Atabeg tâyin etmişti.

Hâkim bi-emrillah’ın çocuk yaşta olması sebebiyle ülkede iç karışıklıklar ve isyanlar çıktı. Zamanla duruma hâkim olmasına rağmen, sefahate düşkünlüğü ve kan dökücülüğü Fâtımîler arasında nefret uyandırdı. Hattâ babasının Atabeg tâyin ettiği Ercivân’ı da öldürttü. Eshâb-ı kiram düşmanı olan Hâkim bi-emrillah, Şam valisi Mağribî’yi eşeğe bindirip; “Ebû Bekr’le, Ömer’i sevenin hâli budur” diyerek şehirde gezdirip, öldürmekten çekinmedi. Aslen bir yahûdî olan Dırar’ı kendisine vezir tâyin edip, hıristiyan ve yahûdîler için mâbedler yaptırdı. Sünnî müslümanlara çok zulmetti. Eshâb-ı kiram, Tabiîn devirlerinde ve geçmiş İslâm devletlerinde görülmemesine rağmen, paralar üzerine mübarek kelimeler ve cümleler, âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfler yazma sapıklığını gösterdi.

Ahâlinin hâllerini öğrenmek için casus kadınlar tutup, herkesin gizli yönlerini araştırdı. Casuslardan bir çok şeyleri öğrenip, gâibleri bildiği iddiasında bulundu. “Filan kişi bugün evinde şöyle yaptı” diye gizli şeyleri ortaya koyunca, câhil insanları kendisine bağladı. 1005 (H. 395) senesinde şehrin ileri gelenlerini toplayıp bir çoklarını hapis ve bâzılarını katlettirdi. Eshâb-ı kiramı kötüleyen sözleri mescid ve çarşı duvarlarına yazdırıp, aynı şekilde yapmaları için etrafta olan beylerine de haber gönderdi. 1006 (H. 396)’da Mısır, Mekke ve Medîne halkına kendi ismi anıldığı zaman, herkesin ayağa kalkıp secde etmesini emretti. Dengesiz ve silik bir kişiliğe sâhib olduğu için, hıristiyanların kiliselerini yıktırıp, boyunlarına, götürülmesi güç haçlar astırdı. Yahudilerin boyunlarına da ağır buzağı başı suretinde bir ağaç asıp siyah tülbend sarınmalarını emretti. Hâkim bi-emrillah, daha sonra kiliselerin yeniden yapılmasını emretti. Bir ara derviş ve zâhid gibi yaşamaya başladıysa da tekrar eski dengesiz hâline döndü. Medreseleri kapatıp bir çok âlimi şehîd ettirdi.

Onun bu dengesiz hâlinden istifâde eden derezîler (dürzîler) Mısır’a yerleştiler. Sonra çevreye dağılarak sapık fikirlerini Mısır, Suriye ve Lübnan’a yaydılar. 1017 (H. 408) de derezîlerin telkîn ve teşviki ile Hâkim bi-emrillah kendisini tanrı îlân etti. 1021 (H. 411)’de esrarengiz bir şekilde kayb olan Hâkim bi-emrillah’ın cesedi bulunamadı, fakat gaybûbiyyetinden bir ay kadar sonra elbiseleri bıçakla parçalanmış olarak bulundu. Derezîler (dürzîler) onun ölmeyip gizlendiğine inandılar ve âhır zamanda gelmesi beklenen Mehdîyi muntazar olduğunu söylediler.

Hâkim bi-emrillah’ın öldüğü anlaşılınca yerine 18 yaşındaki oğlu Zâhirgetirildi. Fakat iktidar; muktedir, zekî ve kurnaz bir kadın olan halası Sitte Melik’in elindeydi. Bu yüzden saltanat zayıflayıp, Şam, Haleb ve Mağrib’de bâzı vilâyetler elden çıktı. Zahir, 1036(H. 428)’de on beş yılı aşkın bir saltanat sürdükten sonra öldü.

Ölümü üzerine yedi yaşında bir çocuk olan oğlu Mustansır-billah tahta geçti. Onun zamanında Mısır’da yedi sene süren görülmemiş bir kıtlık oldu. İnsanlar çok sıkıntı çektiler. Mısır ülkesi yıkılmaya yüz tuttu. Türk asıllı Büveyhî kumandanı Besâsirî 1056 (H. 448)’de Bağdâd’ı ele geçirip, Fatımî Mustansır billah adına hutbe okuttuysa da, Selçuklu sultânı Tuğrul Bey şehri geri alıp, Abbasî halîfeliğini, Fâtımîlerin ve Büveyhîlerin tasallutundan kurtardı. Selçukluların batıya doğru ilerlemesi, Fâtimî hâkimiyetini sarsmaya başladı. 1071 (H. 464)’de, Kudüs, Selçukluların eline geçti. İç karışıklıklardan bunalan Mustansır-billah, 1074 (H. 467)’de Bedr’ül-Cemâli’yi başvezir tâyin etti. Bedr’ül-Cemâli, iç karışıklıkları önleyip devlet Otoritesini yeniden sağladıysa da, dışta Fâtımîlerin îtibârı zayıflamıştı. Şam şehrinin 1076 (H. 469)’da Selçuklular tarafından fethi ile Fatımî hâkimiyeti Suriye’de son buldu. Ayrıca Kuzey Afrika’daki Zîrîler ve İtalya Normonları da batıda Fatımî hâkimiyetine son verdiler. Mekke, Medîne, Şam ve Haleb’de hutbede Fatımî sultanlarının isimlerinin okunmasına son verilerek Bağdâd’daki Abbasî halîfesi adına okunmaya başladı. Ezan da, Fâtımîler tarafından ilâve edilen “hayye âlâ hayr-il-amel” ibaresi de sünnete muhalif olduğu için, kaldırıldı. Mustansır billah 1094 (H. 487)’de elli sekiz yıl gibi uzun bir müddet saltanatta kaldıktan sonra öldü. Bunun zamanında İsmâilî misyonerleri Yemen ve Hindistan’da faaliyet göstermeye başladılar.

Mustansır-billah ölümünden önce oğlu Nizâr’ı veliahd tâyin ettiyse de diğer oğlu Müsta’lî’ye bî’at edildi. Bu durum karşısında bâtınî Fâtımîler ikiye ayrıldılar. Nizâr, hakkı olan Fatımî saltanatını elde etmek için mücâdeleye girişti, fakat başarılı olamadı ve Mustansır-billah’ın veziri el-Efdal tarafından öldürüldü. Nizâr’ın müdâfiiliğini yapan Hasen Sabbâh ve tarafdârları, isyan edip, Fâtımîlerden ayrıldılar. İran taraflarına gidip propaganda yapmaya başladılar. İnsanları; gizli imâm olarak kabul ettikleri Nizâr’a inanmaya davet ettiler.

Suriye bölgesinin Selçuklular tarafından alınmasına üzülen Müsta’lî billah, Avrupalı hıristiyanlara elçi gönderip, destek vâdederek Şam’ı almak üzere davette bulundu. Haçlı ordusu, Kudüs, Beyrut, Akka ve Şam bölgelerindeki bir çok şehri beş yıl içinde birer birer düşürdü. Hıristiyanlar Kudüs’de pek çoğu âlim ve sâlih olan yetmiş binden fazla insanı katl ve esir ettiler. Yahûdîleri havralarında toplayıp yaktılar. Haçlıların işgali üzerine Müsta’lî, ordu tertipleyip onlara karşı çıktıysa da sonuç değişmedi. Yapılan muharebe sonucunda pek çok askerini, kaybederek Mısır’a çekildi. Ehl-i sünnet olan Selçuklular karşısında hıristiyan haçlılara yaklaşmayı tercih eden Müsta’lî billah, yedi senelik saltanattan sonra 1102 (H. 495)’de öldü.

Yerine beş yaşındaki oğlu Âmir bi-ahkâmillah geçirildi. Vezir el-Efdâl ise, devlet işlerini yürütme yetkisini elinde topladı ve sünnîlere meyletti. Sapık inanışlarına ziyadesiyle bağlı olan ve hâkimiyetin başkasına geçmesini istemeyen Fâtımîler, 1121 (H. 515)’de Vezir el-Efdal’i öldürdüler. Vezirin öldürülmesini plânlayan Ebû Abdullah Betâyihî, Emir-ül-ümerâ yâni baş vezir oldu. Devri, Mısırlılar ve haçlılar arasındaki savaşlarda geçen Âmir bi-ahkâmillah da, 1130 (H. 524)’de bir Nizârî Bâtınî dâîsi tarafından öldürüldü. Bunun üzerine Sûr ve Askalan’da iç karışıklıklar baş gösterdi.

Âmir bi-ahkâmillah ölünce yerine geçecek oğlu olmadığından amcasının oğlu Hafız Li-dînillah tahta geçirildi. El-Efdal’in oğlu Ebû Ahmed’i vezir tâyin etti ve idarî işleri büsbütün ona bıraktı. Ebû Ahmed’in idareye tam hâkim olmaya çalışması sonucu, birçok iç karışıklıklar baş gösterdi. El-Ekmel lakabını alan Ebû Ahmed’in nüfuzu artınca, Hafız Li-dînillah’ı yakalayıp haps ettirdi. Daha sonra taraf darlarınca hapisten kurtarılan Hafız, 1132 (H. 526)’da onu katlettirdi. Yerine hıristiyan bir ermeni olan Behrâm’ı vezirliğe getirdi. Bu makama getirilen Behram, kısa zamanda kardeşlerine ve yakınlarına devlet idaresinde vazifeler verdi. İdareye hâkim olan ermeniler, müslümanlara pek çok zulüm ve işkence yaptılar. 1137 (H. 531) yılında Behrâm’ı vezirlikten zorla uzaklaştıran Hafız, yerine Rıdvan bin Vahşî’yi getirdi. Bir çok karışıklıklara sebeb olan Rıdvan ile Hâfız’ın arası açıldı. Kâhire’den ayrılıp Serhad valisine giden Rıdvan, büyük bir ordu ile Hâfız’a karşı harekete geçtiyse de, başarılı olamadı. İktidarı on dokuz yıl süren, zamanı iç karışıklıklarla geçen Hafız Li-dînillah 1149 (H. 544) yılında ölünce yerine oğlu Zâfir billah geçti. Fakat iç karışıklıklar büyük boyutlara ulaştı. Askerî isyanlar bir türlü durmak bilmiyordu. Fâtımîlerin son kalesi olan Askalan, haçlılar tarafından alındı. Sapık bir Bâtınî ve dengesiz bir kişiliğe sâhib olan Zâfir 1154 (H. 549) yılında veziri Abbâs Sanhâcî tarafından öldürüldü. Vezir Abbâs Sanhâcî’yi de, Şam tarafına kaçarken haçlılar öldürdüler. Zâfir’in öldürülmesi üzerine, yerine dört yaşındaki oğlu el-Fâiz bi-basrillah getirildi. İktidar ise, saray kadınlarının davetiyle vezirlik makamına getirilen Talâî bin Ruzzîk’in eline geçti. Bu vezir, Fatımî Devleti’nin yıkılışını önlemeye çalıştı. Gazze’de hıristiyanlara karşı zafer kazanıldı. Bu sırada 1160 (H,555)’de altı yıldan fazla saltanat süren Faiz öldü. Faiz li-dînillah çocuk yaşta öldüğü için yerine amcasının oğlu Adûd Li-dînillah getirildi. Vezir olan Talâî bin Ruzzîk, damadı Adûd Li-dînillah’ın hîleleri sonucu, 1161 (H. 556)’da öldürüldü. İbn-i Ruzzîk’in ölümünden sonra yerine oğlu Âdil geçti. Fakat aradan bir yıl geçmeden Şâver tarafından makamından indirildi. Nihayet Şâver’in oğlu Tayy eski vezîr Âdil’i 1163 (H. 558)’de öldürdü. Şâver’in davranışları halk arasında iyi karşılanmadı ve karışıklıklara sebeb oldu. Sonunda vezirlikten alındı. Yerine Emîn-ül-Bâb Dırgam vezir oldu. Fatımî Devleti’nin iyice zayıflaması üzerine haçlılar ve Haleb Atabeği Nûreddîn Mahmûd Zengî, Mısır’ın işlerine daha fazla müdâhale etmeye başladılar. Nûreddîn Zengi, Mısır’ın siyâsî ve stratejik önemini çok iyi bildiğinden, Şâver’in yardım isteği ve bâzı vâdlerde bulunması üzerine Esedüddîn Şirkûh idaresinde bir kuvvet gönderdi. Şâver ile Mısır’a varan Nûreddîn’in kuvvetleri, Dırgam’ın askerlerini mağlûb etti. Dırgam’ın kaçması üzerine Şâver yeniden vezir oldu. Fakat Nûreddîn Zengî’ye verdiği sözde durmadı. Şirkûh üzerine hücûm etmeleri için haçlılara haber gönderdi. Bilbis’de bulunan Şirkûh’u kıstıran haçlılar, Nûreddîn Zengî’den korktukları için, onu serbest bıraktılar ve askeriyle birlikte Şam’a gönderdiler.

1167 (H. 562)’de Nûreddîn Zengî tekrar Esedüddîn Şirkûh’u, emrindeki orduyla Mısır fethine yolladı. Şirkûh, Kâhire’yi iki ay kadar kuşattı. Bu durum karşısında Şâver, Frenklerden yardım istedi. Dimyat tarafından yardımına yetişmeleri, Şirkûh’u Port Saîd’e çekilmek zorunda bıraktı. Fakat tekrar Mısır üzerine yürüdü ve Fatımî askerleriyle aynı safta savaşan Frenkleri mağlûb etti. İskenderiyye’ye gelip kardeşinin oğlu Emir Selâhaddîn Yûsuf’u oraya hâkim yaparak Port Saîd’e döndü. Fâtımîlerle Frenkler yeniden toparlanıp, İskenderiyye’yi dört ay muhasara ettiler. Şirkûh bunu haber alınca kuvvetleriyle gelerek onlarla savaştı. Sonunda iki taraf Şirkûh’a elli bin dinar vermek karşılığında sulh yaptılar. Şirkûh Şam’a döndü. 1168 (H. 564)’de Frenkler Mısır üzerine tekrar sefer düzenleyip Bilbis’i aldılar. Şehri yakıp yıktıktan sonra sivil halkı kılıçtan geçirip, Fustat yâni yeni Kahıre şehrini muhasara ettiler. Şâver haçlılardan korktuğu için şehri ateşe verdi. Elli dört gün devamlı yandı. Halk eski Kâhire’ye göçtü. Bu sırada Fatımî hükümdarı Adûd Li-dînillah, Nûreddîn Zengî’ye mektup yazarak yardım istedi. Bunun üzerine Nûreddîn Zengî, yetmiş bin kişilik bir ordu hazırlayıp Şirkûh kumandasında tekrar Mısır üzerine gönderdi. Selâhaddîn Eyyûbî’nin de desteğiyle, Kâhire’yi muhasara eden Frenk ordusunu bozguna uğrattı. Şirkûh, halkın sevgi gösterileri arasında Kâhire’ye girdi. Adûd Li-dînillah, Şirkûh’a karşı suikast tertibi içinde olan Şâver’i öldürttü. Şirkûh’u kendine vezir yaptı. Şirkûh, bu vazifede kısa bir müddet kaldıktan sonra, 1169 (H. 564) yılında vefat etti. Bunun üzerine Adûd, Şirkûh’un yeğeni Selâhaddîn Eyyûbî’yi kendine vezir tâyin edip Melik Nasır lakabını verdi.

Devlet tamamen zayıflamış dış saldırılara karşı koyamaz hâle gelmişti. Selâhaddîn Eyyûbî haçlıları Mısır’dan çıkardı. Bunun için Hâmî-i İslâm ünvanını aldı. Fâtımîlerin itimâdını sarsmadan Mısır’daki karargâhını kuvvetlendirdi. İyilik ve ihsanları ile insanları kendine bağladı. Başvuran ihtiyaç sahiplerinin isteklerini yerine getirerek halkın sevgisini kazandı. Ayrıca devletin önemli işlerini yardımcılarına havale ederek Adûd’un nüfuzunu artırmaya ve daha sonra da bu nüfuzdan faydalanarak, Fatımî Devleti’ni yıkıp iktidarı ele geçirmeye çalıştı. Selâhaddîn Eyyûbî’nin, Fatımî Devleti’ni yıkıp yerine yeni bir devlet kurma niyetinde olduğunu tesbit eden Adûd ve ordudaki Sudanlılar, onu öldürmek için plânlar kurdular. Hattâ Selâhaddîn Eyyûbî’yi ortadan kaldırmak için haçlılarla birleşmeyi kararlaştırdılar. Onların kurdukları bu plânı zamanında haber alan Selâhaddîn Eyyûbî, Sudanlıların lideri baş hadımağası Necah’ı yakalatarak öldürttü. Bunun üzerine Sudanlılar’dan meydana gelen Fatımî ordusu isyan edip, liderlerinin intikamını almak için elli bin kişi Selâhaddîn Eyyûbî’ye karşı harekete geçti. Beyn-el-kavseyn denilen semtin bina ve. caddelerini yakıp yıktılar. Ancak zafer, Selâhaddîn Eyyûbî tarafdârlarına nasîb oldu. Sudanlılar yenilerek Güney Mısır’a kaçtılar.

Bu sırada Frenklerle anlaşan Bizanslılar bir donanmayla 1170 (H. 565)’de Mısır’a saldırdılar. Mutlak otoritesini kuran Selâhaddîn Eyyûbî Dimyat’a yığınak yaptı. Frenk ve Bizans ordusuna şiddetle karşı koyup geri çekilmeye mecbur bıraktı. Selâhaddîn Eyyûbî bu zaferden sonra Nûreddîn Zengî’ye haber göndererek babasının ve akrabalarının kendisine gönderilmesini istedi. İsteği yerine getirilerek ailesi yanına gönderildi. Babasını Beytülmâl’ın başına getirip, kardeşlerinin samîmî desteğini kazandı. Muhaliflerini isyan edemeyecekleri bir şekilde bertaraf eden Selâhaddîn Eyyûbî mutlak iktidarını kurdu. Yerli halkın desteğini sağlayıp, Mısır’da idareyi tam olarak ele aldı. 1171 (H. 566)’da müderrislik, kadılık gibi önemli mevkilere sünnî âlimleri tâyin edip, Fatımî baskısını tedrici olarak, ortadan kaldırdı. Devlet erkânını da etrafına toplayarak otoriteyi kuvvetlendiren Selâhaddîn Eyyûbî, güvenemediği bâzı kişileri de saf dışı ederek Adûd’un nüfuzuna son verdi. Bu gelişmeleri haber alan Nûreddîn Zengî’nin emri üzerine, hutbelerden, Fatımî hükümdarının adını kaldırıp, Abbasî halîfesi adına okuttu. Halk bu gelişmelerden memnun oldular. Zâten hasta olan Fatımî hükümdarı Adûd’un bu gelişmelerden haberi yoktu. Adûd’un ölümünden önce Bahâeddîn Karakuş’u saraya yerleştiren Selâhaddîn Eyyûbî, sarayı da kontrol altında tutuyordu. Hasta olan Adûd, 1171 (H. 567)’de öldü.

Aslen İranlı bir mecûsî olan Meymûn el-Kaddâh’ın ortaya attığı sapık bâtınî fikirleri üzerine onun soyundan gelen kimseler tarafından kurulup, iki yüz altmış sene müddetle Ehl-i sünnet müslümanlara zulm eden Fâtımîler, bir çok masum kimseyi öldürdüler. Abbasî halîfelerinin hilâfetini kabul etmeyerek, İslâm birliğini parçaladılar. Zaman zaman Abbasî halîfelerine ve Selçuklulara karşı hıristiyanlarla birleşerek müslümanlar aleyhine ittifak kurdular. “Küfür devam ederse de zulüm payidar olmaz” kaidesi gereğince yıkıldılar. Fâtımîler kurdukları medreselerde, İsmâilî dâîleri yetiştirdiler. Bilhassa Kayrevan, Câmi-ül-Ezher gibi medreseler yanında Şam medreseleri de onların bu gayelerine hizmet etti. Yetiştirilen bu dâîler, öğrendikleri sapık fikirleri Atlas Okyanusu kıyılarından Çin’e kadar yaydılar. Yemen’de Süleyhî hanedanını kurdular. Hicaz’a bile hâkim oldular. Fakat Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin güzel ilmi, keskin zekâsı, yılmaz ordusu karşısında yıkılıp gittiler. Eyyûbî medreselerinde yetişen Ehl-i sünnet âlimleri, onların bozuk fikirlerinin kökünü kazıdılar. Ancak, Eshâb-ı kiram düşmanlığı üzerine bina ettikleri sapık fikirleri savunan Fatımî kalıntıları, zaman zaman müslümanlar arasına fitne tohumları ekerek, onları birbirine düşürmeye çalıştılar. Bugün de bu sapık fikirlerin savunucusu pek çok İsmâilî (Bâtınî), seleflerinin yolunda yürüyerek fitne tohumlarını ekmeye devam etmektedirler. Fâtımîler insanlara zulm ederek topladıkları mallarla devletlerini zenginleştirdiler. Bilhassa yahûdî tüccarların desteği ile hıristiyân Avrupa ile Hindistan arasında mal akışında mühim rol oynadılar. Mısır’da kurulan atölyelerde çeşitli sınaî îmâlatta bulundular.

Yorumlar