Fahreddin Paşa ve Medine müdafaası

Birleşik Arap Emirlikleri Dışişleri Bakanı Zayed'in Medine Mudafisi Fahreddin Paşa'ya dil uzatması Türkiye'den büyük tepki çekti. Başta Cumhurbaşkanlığı olmak üzere birçok kesimden BAE'li bakana tepki verildi. Tarihçi Murat Bardakçı da bugünkü yazısını Fahreddin Paşa'ya ayırdı. Bardakçı, önce bu tarihi şahsiyete dil uzatan bakanın geçmişini yazdı. Daha sonra da Fahreddin Paşa'yı anlattı. İşte Bardakçı'nın o yazısı:

Google Haberlere Abone ol
Fahreddin Paşa ve Medine müdafaası

Sonhaberler | Haber Merkezi

Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Dışişleri Bakanı Zayed'in karihe Medine müdafaası olarak geçen ve 10 Ocak 1920’de Fahrettin Paşa’nın teslim olmasıyla sonuçlanan vakaya dil uzatması tepkilere neden oldu. Medine Müdafaası, Hicaz Şerifi Hüseyin'in 1916'da İngiliz desteğiyle isyan ederek Medine'yi hedef alması üzerine başladı. Müdafaa, 2 yıl 7 ay sürdü ve Mondros Mütarekesi'nin imzalanması üzerine Padişah VI. Mehmet'in, müdafaada ısrar eden garnizon komutanı Fahrettin Paşa'yı iknasıyla sona erdi. Medine'deki Osmanlı garnizonu, Mondros mütarekesine göre göre silah bırakan son Osmanlı birliği oldu ve Medine'de kısa süreli Haşimi iktidarı başladı. Çatışmalardan dolayı Medine halkının ciddi bir kısmı göç etmek zorunda kaldı. Kuşatma sonunda, garnizon komutanı Fahrettin Paşa İngilizler tarafından tutuklanarak Malta'ya sürgün edildi.

1916’da İngilizlerin kışkırttığı Şerif Hüseyin önderliğinde bazı Arap kabileleri bağımsız devlet kurma hayaliyle Osmanlı’ya karşı isyan etti. Savaş sırasında, Cemal Paşa tarafından Hicaz Cephesi kumandanlığına Fahreddin Paşa getirildi. Bu saldırılara karşı Fahreddin Paşa ve birliği Medine’yi bin bir zorlukla beraber savunmaya gayret gösterdi.

Medine’nin etrafını İngiliz birlikleri ve Araplardan oluşan silahlı gruplar sardığında, Osmanlı askeri de Medine içinde sıkışıp kaldı. Merkezi hükümetten yeterli yardımı alamayan Hicaz Cephesinin durumu gün geçtikçe kötüye gitti. Bu süreçte Fahrettin Paşa sadece İngilizlere ve isyancılarına karşı savaşmadı aynı zamanda askerleriyle beraber açlığa, susuzluğa ve sıcağa karşı da inanılmaz bir mücadele verdi. Kıtlığın had safhada olduğu bölgede halkın kimi zaman çekirge yediğine şahit olan Fahreddin Paşa kıtlıktan ve çaresizlikten askerlerine de çekirge yemelerini emretti ve askerlerine kendisi de eşlik etti. Kimi zaman tek besin kaynağı çekirge olan ordu, çöl sıcağında temiz su bulamayınca çamurlu sular içip, o muazzam sıcağa dayanmaya çalıştı.

Bu zor şartlar altında Hz Muhammed’in kabrinin bulunduğu Medine’yi iki buçuk sene düşmana karşı savunan Fahreddin Paşa, muhtemel yağmalara karşı tedbir mahiyetinde, mukaddes emanetlerin bir kısmını askeri bir birlikle İstanbul’a gönderdi. Bir sabah namazı sonrası askerlerini toplayıp onların bu zor şartlar altında yıpranmış olan maneviyatlarını yükseltmek ve duruşlarını sağlamlaştırmak için, adeta tüm insanlık duyuyormuşçasına, şu konuşmayı yaptı.

“Ey insanlar malumunuz olsun ki! Yiğit ve kahraman askerlerim, bütün İslam’ın sırtını dayadığı yer, manevi gücün desteği olan Medine’yi, son fişengine, son damla kanına, son nefesine kadar korumaya ve savunmaya memurdur. Bu asker, Medine’nin enkazı ve nihayet Ravza-i Mutahhara’nın yeşil türbesi altında kan ve ateşten dokunmuş bir kefenle gömülmedikçe Medine-i Münevvere kalesi burçlarından ve yeşil kubbesinden al sancağı alınmayacaktır. Ey Osmanlı ordusunun yiğit subayları! Ey her cenkte cihanı tir tir titretmiş, yiğit Mehmetçiklerim! Gelin hep beraber Allah’ın ve işte huşu ve aşk içinde gözyaşları döktüğümüz peygamberin karşısında, aynı yemini tekrar edelim ve diyelim ki; Ya Resûlallah biz seni bırakmayız!”

I. Dünya savaşından yenilmiş olarak çıkan Osmanlı Hükümeti ağır şartlar içeren Mondros mütarekesini imzaladı. Mütarekenin 16. maddesine göre; Hicaz-Yemen ve Irak’ta bulunan subaylar silahlarını bırakıp, bulundukları cephelerden ayrılarak en yakındaki itilaf devletleri birliklerine teslim olacaklardı. Bu maddenin bir gereği olarak Osmanlı Hükümetince tüm cephelere teslim ol çağrısı yapıldı. Çağrı Medine kumandanı Fahreddin Paşaya da ulaştı. Fakat Paşa, İstanbul Hükümeti tarafından ona gönderilen habere pek itibar etmedi. Ardından daha ciddi düzenlenmiş belgelerle durumdan haberdar edilen Paşa, yine de bizzat padişahın kendi emri olması gerektiğini söyleyerek Medine’nin müdafaasını bırakmadı. Ardından Paşaya bizzat padişahın Hatt-ı Hümayunu yollanarak ve Medine’yi müdafaadan vazgeçip teslim olması yolunda emirler verildi. Her şeye rağmen cepheyi terk etmeyen Fahreddin Paşa’nın ikna edilemeyişi; aslında onun biraz daha vakit kazanma taktiklerinden başka bir şey değildi. Medine kahramanı Fahreddin Paşa, Mondros Mütarekesi’ne rağmen 72 gün daha canı pahasına ve inandığı değerler adına, Medine’yi müdafaa etmeye devam etti.

Hicaz cephesi I. Dünya savaşının en son terk edilen cephesi oldu. Vermiş olduğu bu eşsiz mücadele örneğiyle Fahreddin Paşa, tarihe adını yazdırmış, çöl kaplanı diye tanınmıştır. İngilizler tarafından tutuklanarak Malta’ya gönderilen Medine Kahramanı, iki buçuk yıllık esaretten sonra 2 ağustos 1921’de İtalya, Almanya ve Rusya üzerinden gelerek ancak Kars’tan ülkeye girebildi. 1948 yılında seksen yaşındayken vefat eden Fahreddin Paşa Rumelihisarı mezarlığına defnedildi.

Fotoğraf çekmeyi çocukken öğrenen Fahreddin Paşa’nın Medine müdafaası sırasında çekmiş olduğu fotoğraflar, tarihe iz bırakmış paha biçilemez belgeler olarak değerlerini hala koruyor.

Savaş sırasında Kızılay görevlisi olarak Medine’de bulunan ve bizzat olaylara şahit olan olan Feridun Kandemir daha sonra bunları anı-roman tarzında kaleme aldı. Bu eser Fahreddin Paşa- Medine Müdafaası adıyla yayınlandı.

TARİHÇİ BARDAKÇININ YAZISI

Birleşik Arap Emirlikleri’nin Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayed dün akıl ve idrak dışı bir edepsizlik edip garip bir Iraklı’nın attığı tweet’i paylaştı. Tweet’te, Birinci Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru Vehhabi kuşatması ve İngiliz tehdidi altında bulunan Medine’deki kutsal emanetleri kurtarıp İstanbul’a getiren Fahreddin Paşa “hırsızlıkla” suçlanıyordu ve Zayed hakettiği cevabı Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’dan aldı.

Önce, Abdullah bin Zayed’in kim olduğunu söyleyeyim: Bu zat, Ortadoğu’da son zamanlarda yaşanan bütün tatsızlıkların gerisinde bulunan şahsın, Abu Dabi’nin veliahdı ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin perde arkasındaki asıl yöneticisi olan Muhammed bin Zayed’in biraderidir.

ÇEKİRGELİ MÜDAFAA

Fahreddin Paşa’nın kabahati, İngilizler’in desteğindeki Şerif Hüseyin’e bağlı çetelerin iki buçuk sene boyunca kuşattıkları Medine’yi bin türlü yokluk içerisinde ve hattâ açlıktan çekirge yiyerek muhafazaya çalışması, o meş’um Mondros Mütarekesi’ne rağmen teslim olmayı reddetmesi ama tâkatinin tükenmesi üzerine geçmiş asırlarda İstanbul’dan Hazreti Muhammed’in kabrine gönderilmiş olan hediyelerle kutsal emanetleri Vehhabi ve İngiliz tehlikesinden korumak için İstanbul’a getirmesi imiş!

Paşa bugün bir kısmı Topkapı Sarayı’nın Hazine ve Kutsal Emanetler Dairesi’nde sergilenen bu eşyayı İstanbul’a getirmeyip de Medine’de bıraksa idi neler olabileceğini tahmin edebilir misiniz?

Allah göstermesin, şimdi hemen hepsini büyük ihtimalle Londra’da, British Museum’da görürdük!

19. asrın ilk senelerinden itibaren Türk idaresine başkaldıran Vehhabiler’in hiç değişmeyen bir âdetleri vardı: Ele geçirdikleri şehirlerdeki tarihî yapıları, türbelere varıncaya kadar yıkıp bu mekânlardaki objeleri paramparça etmek!

Tahribattan kurtarılabilen eşyalardan güç-belâ İstanbul’a getirilenler bugün müzeler ve bazı aileler tarafından muhafaza edilmektedir ama giden gitmiştir!

Abdullah bin Zayed’in dün paylaştığı tweet işte bu yüzden sadece bizden değil, Arap dünyasından da tepki gördü ve geçmişten haberdar olan aklıbaşında Araplar bile sözkonusu ihtimalin üzerinde durdular ve “Fahreddin Paşa bu eşyayı götürmese idi, şimdi hepsi Londra’da British Museum’da olabilirdi” dediler.

Ama, Emirlikler Dışişleri Bakanı’nın edepsizliği bu kadarla da kalmadı ve Paşa’nın “Medine’deki elyazması eserleri çaldığını” iddia etme cür’etini gösterdi; ardından da meseleyi bugünün Türkiyesi’ne bağlayıp “İşte, Erdoğan’ın dedelerinin Müslüman Araplarla ilişkisi buydu” dedi.

KÜTÜPHANELERE NE OLDU?

Bir devlet adamının “Türkler’in Medine’deki elyazması eserleri çaldıklarını” iddia edebilmesi için Abdullah bin Zayed gibi cehlin sınırlarının ötesinde olması ve Türkiye’nin ille de aleyhinde bulunabilmek maksadıyla aklına geleni düşünmeden söylemesi gerekir.

Trump yönetiminin pışpışlaması ile bugün haşin pozlara bürünen bir Arap devlet adamı, Medine’deki elyazması eserlerden bahsetmeden önce bu kutsal şehirdeki çok önemli iki kütüphanenin, yani Mahmudiye Medresesi ile Arif Hikmet Kütüphanesi’nin âkıbetini bilmek ve çenesini ondan sonra açmak zorundadır!

Bu köşede, sözünü ettiğim kütüphanelerden birinin, İkinci Mahmud’un inşa ettirdiği Mahmudiye Medresesi’ndeki kitaplığın 20. asrın ilk senelerinde çekilip kartpostal yapılmış bir fotoğrafını görüyorsunuz. En yukarıdaki besmele ile besmelenin altında sağ ve sol taraflarda bulunan hatlar bizzat Sultan Mahmud’un eserleridir ve şimdi her iki kütüphanenin de yerinde yeller esmektedir!

“Fahreddin Paşa kutsal emanetler ile beraber keşke Medine’ye vaktiyle gönderdiğimiz bütün elyazmalarını da İstanbul’a nakletse idi” diyeceğim ama günün birinde ortalığa bu kadar nankörün üşüşeceğini rahmetli nasıl tahmin edebilirdi ki?

Yorumlar

ihsan Fahrettin paşanın tırnağı olamuyacak o sapık bae li iyi öğren paşa senin ihanetine rağmen nasıl korumuş medineyi