FETÖ tarafından 15 Temmuz'da gerçekleştirilmek istenen darbenin ABD
ile bağlantısı konusunda şu ana kadar çok sayıda haber çıktıysa da
darbenin arkasında ABD'nin olduğuna dair somut deliller henüz yok;
ancak son aylarda Türkiye'nin attığı ve ABD'yi yakından
ilgilendiren adımlar göz önünde bulundurulduğunda akıllara çok
sayıda soru işaretini getiriyor. Bu soru işaretlerine dikkat çeken
Gazeteci Yazar Murat Yetkin, özellikle Türkiye'nin Rusya ile
ilişkilerini normalleştirmeye başlamasının hemen ertesinden gelen
ve ABD destekli olduğu iddia edilen darbe girişiminin birçok olayla
'tesadüf de olsa' bağlantılı olduğunu belirtti. Yetkin'in
Hürriyet'te yayınlanan "ABD, Gülen, Rusya ve tehlikeli sorular"
başlıklı yazısının tamamı şöyle:
Üzerinden darbe girişimi geçtiği için belki hafızalarımızdan
silindi ama Rusya ile normalleşme vitesine geçişimiz bundan sadece
bir ay önce açıklandı.
İsrail’le normale dönmek üzere anlaştığımızın açıklandığı 26
Haziran'dan bir gün sonraydı.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Devlet Başkanı Vladimir Putin’e
mektup yazmış, 24 Kasım 2015’te Rus savaş uçağının Suriye sınırını
ihlal ettiği için düşürülmesinden dolayı (üzüntüden fazla, özürden
az bir ifade olan) “kusura bakmayın” demiş ve krizden çıkış yoluna
girilmişti.
Dün Erdoğan’ın 9 Ağustos’ta Putin’le görüşmek üzere St Petersburg’a
gideceği açıklandı.
Bu yalnızca Suriye/uçak krizi sonrasında Erdoğan’ın Rusya’ya ilk
gidişi olmakla kalmayacak.
Aynı zamanda Erdoğan’ın 15 Temmuz Darbe girişimi sonrasında ilk
yurt dışı seyahati de olacak.
Bunu önemli bir gelişme saymak lazım.
Neden mi? Türkiye’deki üç askeri darbe de Rusya henüz Sovyetler
Birliği iken, yani Soğuk Savaş sırasında başarıya ulaşmıştır ve
üçünün de öncesinde Türkiye’de adı Amerikancıya çıkmış sağ
iktidarların Sovyetler Birliği ile önemli ekonomik yakınlaşması söz
konusu olmuştur. Tesadüf müdür? Belki de tesadüftür.
Artık Sovyetler yok, Soğuk Savaş da yok, Rusya var ve ABD’nin yanı
sıra Batı cephesinde bir de Avrupa Birliği (AB) var.
Ve Türkiye’de, belki de tamamen tesadüf, Rusya ile dibe vurmuş
ilişkilerin yeniden (ve İsrail-ekonomi bağlantılarıyla) yükselişe
geçmeye başlamasından birkaç hafta sonra, 15 Temmuz’da bir askeri
darbe girişimi yapılıyor.
Bu girişim 12 Eylül 1980 modeli emir-komuta zinciri içinde değil,
27 Mayıs 1960 modeli bir cunta hareketi biçiminde yapılıyor.
Darbeciler direnen sivil halka ateş açıyor, öldürüyor, Meclis
bombalanıyor, cumhurbaşkanı, başbakanın hayatına kast ediliyor,
genelkurmay başkanı ve kuvvet komutanları kaçırılıyor, MİT, Emniyet
ateş altına alınıyor ama sonunda hiç destek bulamamış halde
yeniliyorlar.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Binali Yıldırım anında bu cunta
hareketinin Fethullah Gülen tarafından yönlendirildiği suçlamasında
bulunuyor ve ABD’den Türkiye’ye verilmesini talep ediyor.
İlk tepki Dışişleri Bakanı John Kerry’den geliyor. Evet, darbeyi
kınamaktadır, ama Gülen için Türkiye’nin somut kanıt sunmasını
beklemektedir.
Konu, Erdoğan ile ABD Başkanı Barack Obama’nın 19 Temmuz’daki
telefon görüşmesinde de gündemdedir.
AB ise daha çok Erdoğan’ın idamın geri getirilmesine kapıyı
aralamış olması ve darbe girişimi zanlılarının dayak atılmış halde
kamuoyu ile paylaşılmış fotoğrafları üzerinde durmaktadır.
Erdoğan Batı’nın bir askeri darbe girişimini alt etmiş Türkiye’ye
olması gereken desteği vermediği, yanında durmadığı eleştirisini
dile getirir.
AB İşleri Bakanı Ömer Çelik, 15 Temmuz’dan sonra hiçbir AB
ülkesinden destek anlamına gelebilecek bir ziyaret yapılmadığından
yakınır. Gerçi bu yakınmanın bir istisnası vardır. İngiltere’nin AB
ve ABD İşleri Bakanı Alan Duncan Türkiye’ye gelmiş, Başbakan
Yıldırım ve Dışişişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile görüşmüş, her
ikisinden de darbeye karşı dayanışması nedeniyle teşekkür
almıştır.
İngiliz bakanın hakkını yemeyelim, ama zaten hükümetin asıl sorunu
ABD iledir ve onun nedeni de Gülen’dir.
O sırada tam da eski CIA yöneticisi Graham Fuller’ın “Gülen’in o
taraklarda bezi yoktur” yollu adeta kefil olan, onu “İslam’ın
gelecekteki yüzü” ilan eden yazısının üzerine ABD Ulusal İstihbarat
Direktörü James Clapper’in Gülen’in dahline dair kanıt olmadığı
açıklaması gelir. Henüz darbe girişimi üzerinden bir hafta
geçmemiştir ve demek ki Amerikan istihbaratı çalışmasını bitirip
Gülen’i temize çıkarmıştır.
ABD yönetimi Gülen’in şahsen darbeye karışmış subay, ya da
sivillerle bağlantısını gösteren kanıtlar istemektedir. Kendi
yasaları açısından bunda haklılık payı da vardır.
Öte yandan, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın The New York
Times’taki “Gülen verilmeli” yazısından bir gün sonra bu defa
Gülen’in yazısı çıkmıştı. Gülen’e göre Türkiye’nin “giderek
otoriterleşen” yöneticisi Erdoğan’ın ABD yönetimine “şantajıdır”
onun sınır dışı edilmesi talebi.
Bundan da önemlisi, Gülen’in ABD yönetimine hitaben kendisinin
“ılımlı” İslam temelli “Hizmet” hareketinin Batı çıkarlarına hizmet
ettiğini vurgulaması.
Gülen’ın bu yazısı, ABD yöneticilerinin konuyu hukuki zeminde
tutmak istemesine karşın tamamen siyasi zemine çekme girişimi
sayılabilir.
Ankara’da ise dün MHP lideri Bahçeli ilk defa darbe girişimi
ardında CIA parmağı olduğu “söylentilerinden” söz etti, arkasından
ABD’nin çıkmasının müttefiklik ilişkilerine zarar vereceğini öne
sürdü. (Yargıdan dönmeseydi MHP olağanüstü kurultayı 15 Temmuz
darbe girişiminden beş gün önce 10 Temmuz’da yapılmış olacaktı;
alın size bir tesadüf daha.)
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ise, darbecilerin saldırısında 47
polisin şehit edildiği özel harekât merkezinin yıkıntılarını
ziyaret ederken, ABD’nin Gülen’i Türkiye’ye vermek “zorunda”
olduğunu söyledi.
Belli ki Erdoğan’ın (HDP dışındaki) parti liderleriyle 25 Temmuz’da
yaptığı görüşmede sadece Anayasa değişikliği üzerinde birlikte
çalışma gereği konuşulmadı, Gülen de konuşuldu.
İşte Erdoğan’ın Rusya seyahati bu ortamda ilan edildi.
İsterseniz tesadüf sayarsınız. O zaman mesela Erdoğan Rusya’dan
Gülen’in Türkiye’deki bağlantılarına dair elektronik istihbarat
bulgularıyla dönerse, onu da tesadüf sayabilirsiniz. Geçenlerde
ABD’deki Demokrat Parti başkanı Debbie Schultz’un, istifasına yol
açan elektronik posta skandalından dolayı Rus istihbaratını
suçlamasını hatırlatayım size. Yani epey karışık bir istihbarat
alışverişi dönüyor etrafta.
Haydi, buna da bir örnek verip bağlayalım konuyu. Dışişleri Bakanı
Çavuşoğlu, Gülen okulları aracılığıyla devlet kademelerine sızılmış
birkaç ülkeye daha darbe uyarısı yaptıklarını açıkladı, sadece
Kırgızistan’ın ismini verdi. Kırgızistan’ın Şangay Grubunun üyesi
olduğunu, bu gelişmenin Rusya’yı ilgilendirdiğini hatırlatmaya
gerek yok artık.
Rusya, malum, Gülen okullarının faaliyetini yıllar önce CIA ile
işbirliği yaptığı suçlamasıyla kapatmıştı.
Artık bu kadarına da tesadüftür demezsiniz her halde.
Bu site deneyimlerinizi kişiselleştirmek amacıyla KVKK ve GDPR uyarınca çerez(cookie) kullanmaktadır. Bu konu hakkında detaylı bilgi almak için tıklayın. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.
Yorumlar