ANALİZ - İran'la nükleer anlaşmanın akıbeti ne olacak?

- Trump'ın İran'la imzalanan nükleer anlaşmadan çekilme kararının sonuçları, başta imzacı devletler olmak üzere uluslararası toplumun yeni ABD politikasına ne kadar destek vereceğine bağlı - İran'da Cumhurbaşkanı Ruhani’nin temsil ettiği, anlaşmanın devam etmesini savunan kesim, en büyük taahhütleri olan İran ekonomisini düzeltme ve rayına oturtma hedefinden oldukça uzaklaşmış durumda - Turmp’ın bu kararı sonrası yerine ikame edeceği strateji, sadece yaptırım ve bir caydırıcı unsur olarak masada tutulan askeri müdahale seçeneği olacaksa, bunun sonuç üretmesini beklemek gerçekçi bir değerlendirme olmayacak - İran'ın Suriye’de Rusya ile ittifakı, Çin ve Uzak Doğu ülkeleri ile geliştirdiği ikili ekonomik ilişkiler, ABD'nin küresel alanda İran ile mücadelesini sekteye uğratan faktörler - İran’ın kurduğu bu siyasi ve ticari bağların güçlenmesi, bir noktadan sonra ABD’nin tek taraflı olarak uygulayacağı yaptırımları etkisiz kılma potansiyeline sahip

Google Haberlere Abone ol
ANALİZ - İran'la nükleer anlaşmanın akıbeti ne olacak?

İSTANBUL (AA) - MUSTAFA KÜPELİ - Uzun süren müzakerelerin sonucunda 14 Temmuz 2015 tarihinde imzalanan İran nükleer anlaşmasının (Kapsamlı Ortak Eylem Planı-Joint Comprehensive Plan of Action JCPOA) üçüncü yılını doldurmasına az bir süre kala, herkes ABD Başkanı Trump’ın 12 Mayıs’ta anlaşmaya devam edip etmeyeceği yönünde alacağı karara kilitlenmiş durumdaydı.

Ancak Trump bir sürpriz yapıp kararını 8 Mayıs’ta açıklayarak ülkesinin nükleer anlaşmadan çekildiğini açıkladı. Selefi Obama’nın imzaladığı anlaşmayı, seçim kampanyası döneminden beri sert ifadelerle eleştiren ve anlaşmada kapsamlı değişiklikler yapılması gerektiğini sıklıkla gündeme getiren Trump, bu değişikliklerin 12 Mayıs’a kadar gerçekleştirilmesini, aksi takdirde anlaşmadan tek taraflı olarak çekilerek İran’a yeni yaptırım kararı alacağını belirtmişti.

- ABD’nin tutumu

Trump’ın nükleer anlaşmadan çekilme kararı, temelde nükleer meselenin yanı sıra İran’ın bölgedeki etkinliğini sınırlandırma amacı taşıyor. Nitekim Trump'ın, anlaşmadan çekildiğini ilan ettiği konuşmasında, nükleer meseleden daha çok İran’ın bölgedeki etkinliği, balistik füzeleri, “terörizme desteği” gibi konuları ele alması, İran’ın artan bölgesel nüfuzundan oldukça rahatsız olduğunu ortaya koyuyor. Öte yandan İsrail, Suudi Arabistan, BAE ve Bahreyn gibi ülkelerin, İran'ın artan nüfuzundan rahatsız oldukları ve bunu bir tehdit olarak algıladıkları biliniyordu. Bu nedenle başta İsrail olmak üzere ABD müttefiki diğer bölge ülkelerinin, İran’ın faaliyetleri karşısındaki tedirginliği göz önünde bulundurulduğunda Trump yönetiminin böylesi bir karar alması sürpriz olmadı.

Nitekim kısa bir süre önce ABD Dışişleri Bakanlığı görevine getirilen Mike Pompeo hızlı bir şekilde bölgede İran’ın faaliyetlerinden en fazla rahatsız olan ve Tahran'ın nüfuzunun sınırlandırılmasını savunan İsrail ve Suudi Arabistan’a ziyarette bulunmuştu. Bu ziyaretin aynı zamanda Körfez İşbirliği Konseyi içerisindeki çatışmayı sonlandırarak, İran’la görece iyi ilişkilere sahip Katar’ı da İran karşıtı bloka dahil etme amacı taşıdığını söylemek mümkün. Bu sebeple Trump’ın almış olduğu bu karar, temelde nükleer anlaşma üzerinden olsa da aslında onu aşan ve bölgedeki nüfuz mücadelesini ilgilendiren bir boyuta da sahip.

Trump’ın bu sert tutumu, ABD açısından rasyonelliği sorgulanması gereken bir politika. Zira izlenen bu politika, İran içerisinde muhafazakar kesimi ılımlılara karşı güçlendirmekten başka bir işe yaramayacak. Nitekim geçtiğimiz yılın sonlarında, İran’da başlayan işsizlik, yüksek enflasyon ve yolsuzluğa karşı eylemler bir süre sonra rejim karşıtı gösterilere dönüşmüştü. Dolayısıyla hükümetin içeride sıkıştığı böylesi bir ortamda Trump’ın, makul bir gerekçe göstermeden anlaşmayı feshetmesinin, İran’daki sertlik yanlılarını güçlendirme potansiyeli taşıyacağı kuvvetle muhtemeldir.

- Trump'ın kararında belirleyici faktörler

Halihazırda ABD’nin “terörizm”, “insan hakları” ve "füze sistemleri" gibi gerekçelerle İran’a uyguladığı yaptırımlar, İran’ın anlaşmadan elde edeceği faydayı önemli ölçüde azaltmıştı. Çünkü tek taraflı Amerikan yaptırımları, aynı zamanda üçüncü ülkelerin de ABD ile iş yapamama endişesiyle İran’la ticari ilişkileri geliştirme konusunda çekingen davranmasına yol açmaktaydı. Bu durum Ruhani yönetiminin anlaşma sonrasında, İran’a çekmek istediği yatırımları önemli ölçüde sekteye uğrattı. Literatürde “secondary sanctions – ikincil yaptırımlar” olarak adlandırılan bu yaptırım türü, aslında ABD'ye anlaşmayı bozmadan İran’a yaptırımları devam ettirme yolu açtı. Ancak Trump’ın böyle bir seçeneği geliştirmek yerine anlaşmadan çekilme kararı alması, farklı dinamiklerin varlığına işaret ediyor. Bu dinamiklerin küresel, bölgesel ve Amerikan iç siyasetini ilgilendiren boyutları olduğu söylenebilir.

İlk olarak İran’ın anlaşma sonrasında, bölgedeki etkisinin azalacağı beklentisi geçtiğimiz üç yıl zarfında tam tersi bir sonuç üretti. İran başta Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen olmak üzere bölgedeki etkisini önemli ölçüde arttırdı. Söz konusu ülkelerde desteklediği gruplar üzerinden nüfuzunu arttıran İran, bölgede ABD ile işbirliği yapan İsrail ile Suudi Arabistan’ın başını çektiği bazı Körfez ülkelerini tedirgin etti. Bu durum, dolaylı bir şekilde Amerikan çıkarlarına bir tehdit olarak algılandı.

İkincisi olarak, küresel ölçekte İran, başta Rusya ve Çin olmak üzere birçok ülke ile ekonomik, stratejik ve siyasi anlamda ABD’ye alternatifler üretecek işbirliklerine imza atıyor. Örneğin Suriye’de Rusya ile ittifakı diğer yandan özellikle Çin ve Uzak Doğu ülkeleri ile geliştirdiği ikili ekonomik ilişkiler, ABD'nin küresel alanda İran ile mücadelesini sekteye uğratan faktörler. İran’ın kurduğu bu siyasi ve ticari bağların güçlenmesi, bir noktadan sonra ABD’nin tek taraflı olarak uygulayacağı yaptırımları etkisiz kılma potansiyeline sahip. Bu nedenle anlaşmanın feshi ve devamında imzacı devletleri, bir karar verip ABD'nin yanında veya karşısında olacak şekilde bir seçim yapmaya zorlamak Trump’ın bu durumu bertaraf etmek için geliştirdiği bir çözüm stratejisi olmaktadır. Nitekim kararını açıklamadan önce birçok ülke lideriyle görüşmesi ve onları alacağı karara destek olmaya çağırması, İran’ın kurmuş olduğu bu bağları koparma amacı taşıyor.

Son olarak, Trump’ın iç siyasette yaşadığı sıkışıklığı, dış politikada alacağı radikal kararlarla bertaraf etme stratejisinin de nükleer anlaşmaya dair aldığı kararda önemli bir etken olduğu söylenebilir. İran nükleer anlaşmasının iptali veya revizyonu, bu açıdan Trump için iç siyasette gündemi değiştirmek anlamında oldukça işlevseldir. Bu sayede Trump, hem seçim vaadi olarak nükleer anlaşmayı iptal etme sözünü yerine getirmiş hem de kamuoyunun dikkatini bu alana yöneltmiş oluyor.

- AB, İngiltere, Çin ve Rusya

Trump yönetimi, almış olduğu bu kararı meşrulaştırmak amacıyla bundan sonraki süreçte, başta Fransa ve Almanya olmak üzere anlaşmaya taraf ülkelerin desteğini almayı hedeflemekte. Bu destek ABD'nin tek taraflı uygulayacağı yaptırımların etkinliğini büyük ölçüde belirleyecektir. Bu açıdan Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve Almanya Başbakanı Angela Merkel’in karar öncesi, ABD’ye yapmış olduğu ziyaretler önemliydi. Her iki lider de her ne kadar anlaşmanın çökmesini istemediğini belirtmiş olsa da bu çekinceler Trump tarafından önemsenmedi. Diğer yandan AB Dışişleri ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini ise anlaşmanın ikili bir belge olmadığını ve tek taraflı olarak sona erdirilemeyeceğini belirterek nükleer anlaşmaya olan desteğini açıkladı. İngiltere, Rusya ve Çin’in ise anlaşmanın korunması yönünde tavır takınmaları, Trump’ı anlaşmadan çekilme kararı sonrasında yalnız bıraktı.

Dolayısıyla ABD dışında imzacı diğer devletler, İran’ın yükümlülüklerini yerine getirdiği ve bu şartlar altında anlaşmanın iptal edilmesinin rasyonel bir karar olmayacağı konusunda görüş birliğindeler. Anlaşmanın tamamen iptali durumunda, yerine ikame edilecek etkili bir stratejinin olmaması, bu ülkeler için en önemli gerekçe olarak duruyor.

- İran siyasetindeki dengeler

Halihazırda İran içerisindeki muhafazakar kanadın başından beri anlaşmaya şerh koyduğu ve geçtiğimiz iki yılı aşkın süredir İran’ın anlaşmadan herhangi bir fayda elde etmediği iddialarının büyük ölçüde doğrulandığı uygulanma süreci, İran içerisinde anlaşmaya muhalif olan kesimlerin pozisyonunu bir hayli güçlendirmiş oldu. Diğer yandan Ruhani’nin temsil ettiği, anlaşmanın devam etmesini savunan kesim ise geçen süre içerisinde en büyük taahhütleri olan İran ekonomisini düzeltme ve rayına oturtma hedefinden oldukça uzaklaşmış durumda.

Sınırlı ölçüde gerçekleşen ekonomik getirinin yanında, şimdiye kadar İran’ın anlaşmadan elde ettiği tek kayda değer fayda meşru bir zeminde uluslararası hukuka riayet ettiğini dünya kamuoyuna göstererek, masadan kalkan tarafın kendisi olmadığını ilan etmesi olmuştur. Bu durum anlaşmanın imzalanmasından bu yana denetleyici kurum olan Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'nın yayınladığı tüm raporlarda, İran’ın anlaşmaya sadık kaldığını ve “nükleer silah geliştirilmesine yönelik faaliyetlerine dair güvenilir bir gösterge bulunmadığını” kamuoyuna bildirmesi ile ortaya konulmuştur. Ancak anlaşmanın akabinde İran ekonomisinin, umut edildiği gibi hızlı bir şekilde toparlanamaması, İran siyasetinde reformistlerin pozisyonunu bir hayli zayıflatıyor. Özellikle anlaşmanın imzalanma aşamasında, İran’daki muhafazakar kanadın bu anlaşmanın tarihi bir hata olduğu ve büyük tavizler verildiği tezleri düşünüldüğünde, ABD'nin yeni tutumunun bu cenahın söylemini doğrular nitelikte olduğu söylenebilir.

Trump’ın yeni yaptırım politikası ve anlaşmadan çekilme kararına karşılık, İran yönetiminden gelen açıklamalar, anlaşmanın hiçbir şekilde yeniden müzakere edilmeyeceği ve anlaşmanın öngördüğü mevcut şartlar dışında Tahran’ın herhangi bir yeni yükümlülük altına girmeyeceği yönünde oldu. Ancak bu noktada İran’ın tepkisi biraz da karşı tarafın izleyeceği politikaya göre şekillenecek. Nitekim Trump’ın kararına destek veren ülkelerin artması ve 2012 yılındakine benzer çok taraflı bir yaptırım konjonktürünün oluşması durumunda İran’ın ekonomik durumu bunu kaldıramayabilir ve bazı noktalarda yeniden müzakere masasına oturmak zorunda kalabilir. Fakat bu durum, yaptırım konusunda büyük ölçüde bir konsensüsü de gerekli kılıyor.

- İran’ın nükleer kapasitesi ve seçenekler

Anlaşma temel olarak İran’ın nükleer kapasitesini 2025 yılına kadar sınırlandırarak nükleer silah geliştirilmesini büyük ölçüde engellemişti. İran’ın nükleer silah elde etme potansiyelini en aza indirecek olan uranyum zenginleştirmesiyle alakalı düzenleme, bu açıdan önemli. Zira anlaşma İran’ın istediği takdirde nükleer silaha ulaşma süresini de önemli oranda uzattı. “Breakout” (kaçış kapasitesi)” [1] şeklinde tanımlanan bu süre İran’ın anlaşmayı ihlal etmesi durumunda ne kadar zaman içerisinde bir nükleer silah yapabileceğini öngörmektedir. İran’ın anlaşma öncesindeki durumda, istediği takdirde üç ay içerisinde bir nükleer silah yapabileceği tahmin edilirken, anlaşma sonrasında bu sürenin asgari 12 aya çıktığı belirtilmişti. Bu süre, olası bir ihlal veya anlaşmanın çökmesi durumunda uluslararası kamuoyunun İran’ın ihlaline karşı alacağı tedbirler için önemli. Öte yandan sürenin uzaması, İran’ın herhangi bir silah elde edemeden engellenmesine imkân vermesi açısından da makul olarak karşılanmıştı.

Bu şekilde İran nükleer anlaşmasının muhtemel bir askeri müdahaleyi kolaylaştırdığı yorumları düşünüldüğünde nükleer tesislerini ve tüm nükleer faaliyetlerini denetim altında tutan gözlemcilerin raporlarından hareketle muhtemel bir askeri müdahalenin başarısı, anlaşma öncesi duruma göre daha yüksek görünmektedir. Ancak uzun vadede İran’a yapılacak askeri bir müdahalenin başarı şansı oldukça düşük ve büyük riskler de barındırmaktadır. [2] Başarı, sadece İran’ı nükleer silah elde etmekten alıkoyma biçiminde planlanıyorsa bu ancak kısa vadede yürürlükte kalacak bir strateji olacaktır. Uzun vadede müdahaleyi yapan ve destek veren ülkelerin İran’ın Ortadoğu’daki fay hatlarını harekete geçireceği ve ne olursa olsun nükleer faaliyetlerini hızlı bir şekilde yeniden başlatacağını hesaba katması gerekiyor. Bu sebeple Turmp’ın bu kararı sonrası yerine ikame edeceği strateji sadece yaptırım ve bir caydırıcı unsur olarak masada tutulan askeri müdahale seçeneği olacaksa bunun sonuç üretmesini beklemek gerçekçi bir değerlendirme olmayacak.

Başlıkta sorulan İran nükleer anlaşması ne kadar sürdürülebilir sorusunun cevabı ise içerisinde birçok farklı dinamiği barındırıyor. Her şeyden önce anlaşmanın akıbeti, ABD’nin anlaşmadan çekilmesine rağmen diğer imzacı devletlerin tutumuna bağlı olarak değişiklik gösterecek. Nitekim 2012 yılına kadar uygulanan ABD’nin tek taraflı yaptırımları, İran’ı 2012 sonrası kadar zorlamamıştır. Ancak 2012 sonrası tek taraflı Amerikan yaptırımlarına AB de dahil olunca, İran için zorlu bir süreç başlamış ve özellikle petrol gelirlerinin önemli ölçüde düşmesiyle, müzakere masasında bazı tavizler vererek bu anlaşmayı imzalamak durumunda kalmıştı.

Bundan sonraki sürecin temel belirleyicisi bu sebeple başta imzacı devletler ve diğer ülkelerin yeni Amerikan politikasına ne kadar destek vereceğine bağlı. Bu ülkeler ABD’nin tek taraflı tehditleri ile İran nükleer anlaşmasının devam etmesi arasında karar vermek zorunda kalacaktır. Eğer ABD’nin yanında tavır alıp ve İran ile ilişkilerini sınırlı tutma yönünde politikalar izlerlerse İran’ın ekonomik ve siyasal olarak bu duruma katlanması orta vadede zor görünüyor. Öte yandan ABD dışındaki diğer aktörlerin nükleer anlaşmanın yanında olduğu ve sürdürülmesi yönünde politika izlemeleri durumunda anlaşmanın yürürlükte kalma ihtimali güçlenecektedir.

[1] Olli Heinonen, “Iran’s Nuclear Breakout Time: A Fact Sheet”, Belfer Center, 28 Mart 2015

[2] Frank Barnaby, “Would Air Strike Work?, Understanding Iran’s nuclear programme and the possible consequences of a military strike”, Oxford Research Group, Briefing Paper, March 2007.; Paul Rogers, “Military Actions Against Iran: Impact and Effects”, Oxford Research Group, July 2010.

[Mustafa Şeyhmus KÜPELİ, Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsü (ORMER) İran Masası'nda araştırma görevlisi olarak çalışmalarını sürdürmektedir]

Yorumlar