ANALİZ - “İnkılab Caddesi Kızları" rejimin kırmızı çizgisini zorluyor
- Başörtüsü ya da İran’da kullanılan ismiyle hicab ve kadınların toplumdaki rolü meselesi, devrimin gerçekleştiği 1979 yılından bu yana İran'ın yüz yüze olduğu en önemli toplumsal sorunlardan biri - Kamuoyu araştırmaları, halkın hissiyatının, muhtemelen yaygınlaşan sosyal medyanın da etkisiyle, devletin bu konuda zorlayıcı bir düzenleme yapmaması gerektiği istikametinde değiştiğini gösteriyor - Devrim Mahkemesi Başkanı Gazanferabadi'nin "Bu kampanyaya katılanlar yurt dışından yönlendiriliyor ve cevabımız sert olacak” açıklaması, İran yönetiminin, her türlü siyasi ve toplumsal hak talebini, ülke dışından kaynaklanan bir komplonun parçası olarak görüp bastırma alışkanlığının bir tezahürü
İSTANBUL (AA) - YAVUZ CEMAL - İran'da kadınlara yönelik başörtüsü mecburiyetinin protesto edildiği ve her geçen gün artan katılımlarla ülke geneline yayılan protestolar, rejimin kırmızı çizgilerini de zorluyor.
Ülkedeki başörtüsü mecburiyetini protesto amacıyla, Tahran’ın
merkezinde beyaz başörtüsünü bir ağaç dalının ucunda sallayan 31
yaşındaki Vida Muvahhid’in görüntüleri, sadece İran’da değil
uluslararası basında da yankı uyandırdı. Bir buçuk aylık çocuğu
olan Muvahhid'in akıbetinden uzun süre habersiz kalan İran kamuoyu,
önce onun hapiste olduğunu öğrendi. Ardından onu taklit eden
eylemler başladı. Tahran’da üniversitelerin bulunduğu İnkılab
Caddesi’ndeki ilk eylemin gerçekleştiği yerde, İran basınında
adlandırıldığı şekliyle "İnkılab Caddesi Kızları"nın protestoları
birbirini takip etti. Polisin bu alanı kapatıp nöbet tutmaya
başlamasından sonra ise eylemler önce İnkılab Caddesi üzerindeki
farklı noktalarda devam etti. İlerleyen günlerde benzer eylemler,
sadece Tahran’da değil İran’ın diğer şehirlerinde ve farklı yaş
grupları arasında da görülmeye başlandı. İmam Rıza türbesinin
bulunduğu Meşhed şehrinde ise çarşaflı bir kadının "hicab
mecburiyeti" uygulamasını protesto etmesi ve eyleme ait görüntüleri
sosyal medyadan yayınlaması dikkati çekti.
Haber sitelerinde ve sosyal medyada büyük ilgi gören,
uluslararası basının da dikkatlerinin odağına yerleşen bu eylemler,
hangi süreçlerin sonucu ve İran’ın kadınları için ne anlam ifade
ediyor?
- Devrim sonrası İran'ın kronik sorunları
Başörtüsü ya da İran’da kullanılan ismiyle hicab ve kadınların
toplumdaki rolü meselesi, devrimin gerçekleştiği 1979 yılından bu
yana İran'ın yüz yüze olduğu en önemli toplumsal sorunlardan biri.
Devrimi takip eden dönemde hemen her cuma namazında verilen
hutbelerde başörtüsüne dikkat çekilirken, üniversitelerde ve devlet
kurumlarında yayınlanan genelgelerle de devletin ‘hicab
hassasiyeti’ sürekli halka hatırlatıldı.
Öte yandan konuyla ilgili yapılan kamuoyu araştırmaları, devletin 'hicab' konusuna müdahil olmasının toplum nezdinde giderek artan bir tepkiyle karşılandığını gösteriyor. Devlete bağlı Cihad Üniversitesi tarafından Mayıs 2014'te başkentte yapılan araştırma, Tahranlıların yüzde 50'sinin devletin başörtüsü konusuna müdahale etmemesi görüşünde olduğunu ortaya koydu. Aynı üniversitenin sekiz yıl önce yaptığı benzer araştırmada ise Tahranlıların sadece yüzde 35’inin, devletin bu alana müdahale etmesine karşı olduğunu gösteriyordu. Halkın hissiyatının, muhtemelen yaygınlaşan sosyal medyanın da etkisiyle, devletin bu konuda zorlayıcı bir düzenleme yapmaması gerektiği istikametinde değiştiğini gösteriyor.
Aslında başörtüsü mecburiyeti ve buna karşı gelişen muhalefetin
kökeni, devrimin hemen ertesine kadar geri gidiyor. Devrimin
üzerinden daha bir ay geçmeden ve yeni anayasa bile yazılmadan
Ayetullah Humeyni’nin verdiği talimatlarla başörtüsü takmayan
kadınların devlet kurumlarına girmeleri yasaklandı. 2009'daki Yeşil
Hareket adı verilen gösterilerin ardından İran’ı terk etmek zorunda
kalan ve halen Avrupa’da yaşayan avukat ve insan hakları savunucusu
Şadi Sadr, devrimin hemen sonrasında, kadınlara yönelik bu
uygulamaların, esasında beklenmedik bir adım olduğu görüşünde.
Kararın üç gün boyunca Tahran’da protesto edildiğini, daha sonra
gösterilerin Tebriz’e sıçradığını hatırlatan Sadr, devrimin önemli
isimlerinden Ayetullah Taligani'nin, "başörtüsü konusunda baskı
olmayacak" açıklaması sonrasında bu eylemlerden vazgeçildiğini
ifade ediyor.
- Başörtüsü mecburiyetinin hukuki zemini
İran'daki başörtüsü uygulamasının hukuki zemini de sarahatle
belirlenmiş değil. Başörtüsünün yasaklandığı Rıza Şah döneminin
aksine yeni dönemle birlikte başörtüsünü mecburi kılan İran
yönetimi, yasalarında hicabla ilgili somut bir tanım yapmaksızın,
kadınların “şeriata uygun olmayan biçimde” kamu ve toplumsal
alanlarda tezahür etmelerini suç olarak nitelendirdi.
Şia mezhebi fıkhında hicab, saçları ve vücudu örtmeyi kapsarken, İran’da çeşitli devlet kurumlarındaki uygulamalar, bu mecburiyeti, giysilerin renklerine kadar detaylandırdı ve hatta bazen bot giymenin bile yasak olduğuna karar verildi.
Devrim yedinci senesini tamamlarken hicab yasası ülke genelinde tamamen uygulamaya girmişti. Şadi Sadr’a göre, devrimden sonra kurulan sistemin, hicab kuralına uymayan kadınları işten atma ve tutuklama gibi baskıcı politikaları sonucu, İranlı kadınlar yeni düzene uymak zorunda kaldı. Ancak bu dönem itibarıyla ilginç bir kavram da İran’ın resmi literatürüne girdi; ‘kötü örtünme.’ 1985 Haziran ayında başsavcılıktan yapılan açıklama ile kötü örtünen ya da uygunsuz örtünen kadınların gözaltına alınması talimatı verildi.
Bütün çabalarına rağmen hicab yasasını tam olarak uygulamakta
başarısız olan yönetim, 2006’da 'uygunsuz giyim' tarzlarıyla
mücadele için emniyet teşkilatına bağlı İrşad devriye ekiplerini
görevlendirdi. Bu ekipler kent merkezi ve ana caddelerde kadınlara
yönelik gözaltı ve tutuklamalarla, hicab mecburiyetini yeni bir
safhaya taşıdı. Bu çerçevede 'uygunsuz' kıyafetler satan dükkanlar
kapatılırken, bu giysileri üretenler de cezalandırılmaya başlandı.
İranlı kadınların bu yasa ve uygulamalara tepkisi ise her geçen gün
başörtülerini, saçlarının daha fazla görülebileceği şekilde açmak
ve daha kısa mantolar giymekle tezahür etti.
Giyim tarzlarıyla mevcut uygulamalara tepkilerini izhar eden
kadınlar sadece metropollerde bulunmuyor. Örneğin İran’ın kuzeyinde
50 bin nüfuslu Tonekâbun ilçesinde, emniyet makamlarının
açıklamalarına göre, geçen sene yaklaşık 22 bin kez hicab konusunda
kadınlara uyarılarda bulunuldu ve 410 araca da yolcularının
giyimleri uygun olmadığı için el konuldu. El konulan araç sayısı
2015 yılında Tahran için 40 bin idi. Araçlar haftalarca bazen de
aylarca otoparklarda bekletildikten sonra kesilen para cezalarıyla
serbest bırakılıyor. Yasal dayanağı tartışmalı olan başka bir
uygulama ise İran polis teşkilatı sözcüsünce geçtiğimiz aylarda
açıklandı; yolcuları hicab kurallarına uymayan araçların
alım-satımının yasaklanması.
Şadi Sadr, hicab uygulamaların istatistiğini şöyle özetliyor: "2010 yılında kitap olarak yayınladığım bir araştırmada, o seneye kadar kadınların nasıl giyinmesi gerektiğine dair ayrıntıları tayin eden 37 farklı yönetmeliğin yürürlükte olduğunu gösterdim. Resmi görevliler, 2009-2013 arasında 460 bin kadına hicab talimatına uymadıkları için gözaltı kararı uygulamış ya da bir daha tekrarlanmayacağına dair imza almış."
İran-Irak savaşından sonra daha faal olan kadın aktivistlerin,
zorunlu hicabı, hiçbir zaman kendi gündemlerine almadıklarını,
devrimden sonra medeni kanunun reformuna yönelik başlatılan en
ciddi faaliyet niteliği taşıyan 1 milyon imza kampanyasında bile
başörtüsü mecburiyetinin talep listesinde yer bulmadığını anlatan
Sadr, bu yaklaşımın, devletin verebileceği tepkiden duyulan
kaygıdan kaynaklandığını ifade ediyor. Sadr'a göre bütün bunlara
rağmen devletin tepkisi yine de ağır oldu ve kendisi dahil çok
sayıda aktivist ülkeden kaçmak zorunda kaldı. Kaçamayanların bir
kısmı ise hapse girdi.
Facebook'a erişimin engellenmesine rağmen çeşitli yollarla bu
sosyal ağı kullanmayı becerebilen İran halkı, 2013’de "Gizli
Özgürlükler" ismiyle açılan bir sayfayla tanıştı. Bu sayfada İranlı
kadınların, polis veya irşad devriyelerinin gözünden uzakta çekilen
başörtüsüz fotoğrafları paylaşılıyordu. Gazeteci Masih Alinejad’ın
başını çektiği bu kampanya, daha sonra ‘Beyaz Çarşambalar’
kampanyasına dönüştü. Bu kampanyaya katılanlar, zorunlu hicaba
itiraz sembolü olarak her çarşamba günü beyaz başörtüsü veya beyaz
giyimle kamuda çekilen fotoğraf veya videolarını
paylaşıyordu.
- Tepkiler yeni bir boyut kazandı
Hicab yasasına tepkilerin son üç sene içerisinde farkı boyutlara taşındığını ve özellikle Gizli Özgürlükler kampanyasının İranlı kadınların başörtüsü gibi bir sorunun olmadığı algısını kırarak son olayların temelini oluşturduğunu belirten Sadr, "Artık tepkiler radikal boyutlara taşındı" diyor.
Devrim döneminde lise son sınıf öğrencisi olan ve o dönemde
hicab mecburiyetini protesto eden kadınların, bir tür toplum
baskısına da maruz kaldıklarını anlatan Feranek Ferid ise “Her
toplumun itiraz etme ve eyleme geçme aşaması belirli bir sürece
tabidir. Zorunlu hicab konusunda kadınların İran’da sınıra
geldiğini görüyoruz” ifadesini kullanıyor.
Başkent Tahran'da başlayarak hızla ülke geneline yayılan
başörtüsü eylemleri sırasında sadece geçen hafta zarfında 29 kişi
gözaltına alındı. Eylemlerle ilgili olarak Tahran Devrim Mahkemesi
Başkanı Musa Gazanferabadi'nin “Bu kampanyaya katılanlar yurt
dışından yönlendiriliyor ve cevabımız sert olacak” açıklaması, İran
yönetiminin, her türlü siyasi ve toplumsal hak talebini, ülke
dışından kaynaklanan bir komplonun parçası olarak görüp bastırma
alışkanlığının bir tezahürü. Bu tavır ise taleplerin yükseldiği her
aşamada daha ağır güvenlik tedbirlerini zorunlu kılan bir kısır
döngünün de ifadesi.
[İran siyaseti alanında uzmanlaşmış bir gazeteci olan Yavuz Cemal İstanbul'da yaşamaktadır]
Yorumlar