Almanya'da merkez, sağa iltica ediyor

- ABD seçimleri ve Brexit referandumu gibi iki büyük siyasi kırılmadan sonra, gözler AB’nin ekonomisi ve nüfusu en büyük ülkesi olan Almanya’da yapılacak parlamento seçimlerine çevrildi - Avrupa genelinde, bilhassa mülteci kriziyle birlikte aşırı sağ hareketlerin yükselişe geçmesi, toplumda oluşan huzursuzluğun siyasi yansıması olarak yorumlanıyor - Almanya’da, tıpkı yakın zamanda seçimlerin yapıldığı diğer AB ülkeleri gibi, hem mevcut siyasi hareketlere tepki hem de yükselen sağın oluşturduğu korku eşzamanlı olarak gözlemlenebiliyor

Google Haberlere Abone ol
Almanya'da merkez, sağa iltica ediyor

AACHEN (AA) -AKİF EMİRHAN AKYEL- II. Dünya Savaşı’ndan sonra, uzunca bir süre için Almanya’da üç partili bir düzenden söz edilebilirdi. Belli dönemlerde farklı eyaletlerde farklı isimler kullanmış olsalar da, kabaca Hristiyan Demokrat Birliği (CDU/CSU), Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD) ve Hür Demokrat Parti (FDP) dışında dişe dokunur siyasi bir aktör bulunmamaktaydı. 1980’de çevreci hareketlerin neticesinde ortaya çıkan Yeşiller (Die Grünen) ve 1990’da Doğu ve Batı Almanya’nın birleşmesinden sonra farklı sol hareketlerden teşekkül eden Sol Parti (Die Linke) bu tabloya dahil oldular. FDP merkezi, CDU/CSU merkezin sağını ve SPD de merkezin solunu temsil ederken, uçların törpülendiği bu düzende ilk defa solda ‘radikal’ hareketler baş göstermişti. Sağda ise Almanya Ulusal Demokratik Partisi (NPD), bölgesel olarak etki gösterse de Nasyonal Sosyalizm tecrübesinden ötürü, ülke çapında destek bulamamıştı.

2008 krizinden sonra AB’de oluşan mali yük ülke ekonomisinin kötüye gitmesine, sonrasındaki mülteci akını da Almanya’da sağdaki boşluğun dolmasının önünü açan hareketlere neden oldu. Siyaset sahnesinde merkez gittikçe daralırken, solda ve sağda açılan alanı doldurmak için çeşitli aktörler ortaya çıktı. PEGIDA (Batının İslamlaşmasına Karşı Vatansever Avrupalılar) gibi ırkçı hareketlerin destek bulmasında, oluşan bu boşluğun payı yadsınamaz. 2013 senesinde kurulan Almanya İçin Alternatif (AfD) partisi işte tam olarak bu sosyolojiden istifade edip kısa sürede kitlesel bir harekete dönüştü.

- AfD’nin hayaleti diğer partilerin üzerinde dolaşıyor

Tepkisel bir hareket olan AfD’nin siyasi olarak evvelemirde AB karşıtlığını merkeze alması, buna bağlı göç ve iltica politikalarını eleştirerek seçmen kitlesini büyütmesi, mülteci akını olmasaydı belki de ciddi boyutlara ulaşmadan neticelenebilirdi. Ancak mülteci sorununun sürekli gündemde kalması, terör saldırıları, Köln’de yılbaşı kutlamalarında vuku bulan toplu taciz vakaları ve benzeri olayların medyada çokça yer almasıyla AfD, yabancı karşıtı hareketlerin odağı olarak büyümeye devam etti.

2013 yılında parlamento seçimlerinde yüzde 4,7 oy alarak dikkat çeken hareket, hızla büyüyerek 2014 yılı Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinde yüzde 7,1’e ulaştı. 2016 ise AfD için en başarılı yıl oldu. Bu yıl içinde gerçekleştirilen 5 eyalet seçiminin hepsinde çift haneli sayılara ulaşırken, ilk defa seçime girdiği Saksonya-Anhalt’te yüzde 24,3, Mecklenburg Vorpommern’de yüzde 20,8 oy oranlarıyla ikinci parti olarak sandıktan çıktı. Her iki eyalet de yabancı oranının nispeten düşük olduğu, eski Doğu Almanya’dan birliğe katılmışlardı. Buna rağmen Baden Württemberg, Renanya-Palatina ve Berlin gibi yabancı nüfusun yoğun olduğu eyaletlerde AfD’nin sandıktan üçüncü ya da dördüncü parti olarak çıkması, yaklaşan parlamento seçimleri öncesi, başta iktidar ortakları CDU/CSU ve SPD ile diğer partileri tedirgin etmeye yetti.

- Merkel’den karşı hamle

Başbakan Angela Merkel’in 5-7 Aralık 2016 tarihleri arasında Essen’de gerçekleştirilen CDU kongresindeki konuşmasında AfD’nin etkisi hissedilir boyuttaydı. Mülteci yasasında öngörülen sert değişiklikler, çifte vatandaşlığın reddi, ‘burka’ ve vücudu tamamen örten benzeri giysilerin yasaklanması teklifi gibi ifadeleri, hem salondan büyük alkış aldı hem de medyada genişçe yer buldu. Buna rağmen PEGIDA’ya atfen “Halkın kim olduğuna, sesleri ne kadar yüksek çıkarsa çıksın bir grup değil, halkın tamamı karar verecektir” sözü ise diğerleri kadar itibar görmedi.

Araştırma kuruluşlarına duyulan güven Donald Trump’ın başkan seçilmesiyle tekrar sorgulansa da, anketler hâlâ durum tespiti için ehemmiyet arz ediyor. Almanya’da yaklaşan Kuzey Ren Vestfalya (Almanya’nın nüfusu ve GSMH’sı en yüksek eyaleti) seçimleriyle ülke çapındaki parlamento seçimlerinde anketler AfD’nin yükselişinde hemfikir. Hatta tıpkı ABD’de olduğu gibi Almanya’da da AfD’nin beklenenin üstünde oy alması ihtimali dile getiriliyor. Anketlerde Merkel’in partisi CDU’nun 6 puan civarında oy kaybedip AfD’nin 6 puan civarında oylarını arttırdığı gözlemlenirken seçmenin sağa meyyal tavrına Merkel’in bigâne kalması beklenemezdi.

Merkel'in AfD’ye oy veren seçmenini geri kazanmaya yönelik olduğu açıkça görünen bu söylemleri, uygulamada neye tekabül edecektir? Geçmişteki manevraları incelendiğinde, Merkel’in bu tavrının neye işaret ettiği de anlaşılabilir.

- Merkel tipi pragmatizm

1998-2005 seneleri arasında ülkeyi yöneten SPD-Yeşiller koalisyonunun nükleer enerjiden yenilenebilir enerjiye dönüşüm projesi, 2005-2009 seneleri arasında I. Merkel Kabinesi (CDU-SPD koalisyonu) tarafından aynı şekilde muhafaza edilmişti. 2009’dan 2013’e kadar süren II. Merkel Kabinesi (CDU-FDP koalisyonu) döneminde ise ülkedeki nükleer santrallerin dünyadaki en güvenilir santraller olduğu beyan edilip plan askıya alınmıştı. Fakat 11 Mart 2011’de vuku bulan Fukuşima Nükleer Santrali kazası ve akabinde 27 Mart 2011’de Yeşiller’in muhafazakâr eyaletlerden Baden Württemberg’deki seçimlerde oylarını 12,5 puan arttırırken CDU’nun 5,2 puan kaybetmesi, Merkel’i tekrar harekete geçirdi. 6 Haziran 2011’de açıklanan eylem planıyla, kademeli olarak, 2022’ye kadar nükleer enerjide dönüşüme gidileceği hükümetçe beyan edildi.

2010 senesinde ise dönemin Cumhurbaşkanı Christian Wulff’un “İslam, Almanya’nın bir parçasıdır” sözü uzunca bir süre tartışılmıştı. Wulff’e yoğun tepki gösterilmiş, medyada sert biçimde eleştirilmişti. Hatta istifasına giden süreci bu hadisenin tetiklediğini de kabul edenler olmuştu. Eski Aşağı Saksonya Başbakanı ve CDU mensubu olan Wulff’ün beyanına gelen tepkiler üzerine Merkel, partisinin gençlik kollarının iki hafta sonraki toplantısında çok kültürlülüğün öldüğünü ilan etmişti. Bunu söylerken yine de İslam’ın Almanya’nın parçası olduğunu yarım ağızla dile getirmiş, örnek olarak Mesut Özil’e işaret ederek uyum sorunuyla nasıl baş edilmesi gerektiğinin düşünülmesine dikkat çekmişti. Bu çekingen tavır ve söylemin aksine Ocak 2015’teki ziyareti esnasında, Türkiye’de Wulff’ün sözlerini hatırlatıp tamamen arkasında olduğunu, şüphesiz biçimde İslamı Almanya’nın parçası olarak gördüğünü dile getirmişti. Bunda Türkiye ile yürütülen, mülteci akınını önlemeye yönelik müzakerelerin payının olduğu kuvvetle muhtemeldir.

Merkel’in pragmatist tavrına benzeri örnekler çokça gösterilebilir.

- CDU nasıl kurtulur?

Bir başka meşhur pragmatist Deng Şiaoping “Kedinin beyaz ya da siyah olması mühim değildir. Fare yakalıyorsa o iyi bir kedidir” der. Merkel ise önce hangi kedinin fareyi yakaladığını tespit edip döneme göre iyi kedinin hangi renkte olduğunu beyan ediyor.

CDU muhtemelen yine seçimi ilk sırada bitirecektir. Son kertede, böylesi tepkisel bir harekete karşı konumunu muhkem kılarak seçmen kaybını asgariye indirebilirler. Merkel’in manevraları, muhafazakâr söylemi bu bağlamda okunabilir. Seçtiği kedinin doğru renkte olup olmadığını ise zaman gösterecek.

Yorumlar