Aleviler Ramazan bayramını kutlar mı?

Aleviler Ramazan bayramını kutlar mı ya da ramazan orucunu tutar mı şeklindeki sorular son yıllarda moda şeklinde sorulmaya başlandı. Alevileri, İslam dışı bir oluşummuş gibi göstermeye çalışanların uydurduğu hikayeler nedeniyle Alevi gençlerinin kafalarında bu tür soru işaretleri beliriyor.

Google Haberlere Abone ol
Aleviler Ramazan bayramını kutlar mı?

Aleviler Ramazan bayramını kutlar mı veya Aleviler ramazan orucunu tutar mı soruları her yıl bu ayda dinini diyanetini bilmeyen yeni nesil gençliğin kafasını karıştıran kişi ve metinler yüzünden sıklıkla soruluyor. Soruların sorulmasına neden olanlar ise Aleviliği İslam dışı bir oluşum gibi göstermeye çalışanlardır.

Aleviliği, İslam dinini bölmek, tamamen marjinal bir yapı ortaya çıkarmak için kullananların en nihayetinde istediklerini başarmış gibi görünüyor. Çünkü, Alevilik adına açıklama yapan ancak Alevilik, Hz. Ali, Hz. Muhammed ile yakından uzaktan bir bağları olmayan kişilerin yaptığı uydurma açıklamalar Alevi gençliğinin kafasını karıştırıyor.

Bu kesimler tarafından yapılan açıklamalarda, Alevilikte Ramazan orucu ya da Ramazan bayramı yokmuş gibi ifadeler yer alıyor. Hatta o kadar ileri giderler ki, Ramazan orucunun Muaviye tarafından uydurulduğunu ileri sürerler. Hatta, Muaviye'nin bugün, Hz. Ali'nin ölümü vesilesiyle şeker dağıttığı bu nedenle de bayramın adının Şeker Bayramı oludğunu ileri sürerler. Oysa söylenenlerin tamamı uyduruk hikayelerden ve fintelerden kaynaklanıyor. 

İşte Ramazan ve Kurban Bayramları'nın Müslümanlara farz oluş tarihçesi ve gerçekler: 

İslâm dininde ramazan ve kurban olmak üzere iki bayram vardır. Arapça’da îdü’l-fıtr ve îdü’l-adhâ şeklinde adlandırılan her iki bayram da hicretin 2. yılından itibaren kutlanmaya başlanmıştır. Esasen ramazan orucu ilk defa bu yıl farz kılınmış, bu ayı oruçla geçiren müminler sonraki ayın (şevval) ilk üç gününü bayram olarak kutlamışlardır. Bu sebeple bu bayrama ramazan bayramı veya bayramdan önce fitre (fıtır sadakası) verildiği için fıtır bayramı denilmiştir.

Türkiye’de bazı çevrelerde muhtemelen bayramda şeker, lokum ve tatlı ikramı şeklinde öteden beri var olan gelenekten dolayı buna şeker bayramı da denilmektedir. Ancak Hz. Peygamber’in uygun olmayan bazı isimleri değiştirmesi ve özellikle dinî terim ve kavramların muhafazası konusunda hassasiyet göstermesi, bu şekilde bir adlandırmanın doğru olmayacağını göstermektedir. Hicrî takvimin son ayı olan zilhiccenin onunda başlayan ve dört gün devam eden kurban bayramı ise bu günlerde kurban kesildiği için bu adla anılmıştır. Hac ibadeti hicretin 9. yılında farz kılınmakla birlikte kurban kesilmesi ve kurban bayramı namazı, oruç ibadeti ve ramazan bayramı gibi hicretin 2. yılında teşrî‘ kılınmıştır. Ramazan bayramında müminler bir önceki ayı ibadetle geçirmenin ve Allah’ın rahmetine nâil olma ümidinin sevincini taşırlar. Kurban bayramı ise Hz. İbrâhim’in oğlu İsmâil’i kurban etmek istemesi ve İsmâil’in de buna razı olması, nihayet Allah’a karşı gösterilen büyük sadakatin karşılığı olarak hayvan kurban edilmesinin hâtırasını taşımakta ve müminler bu günlerde kurban kesmek suretiyle bu iki peygamberin Allah’a karşı verdikleri başarılı imtihanın sevincini yaşamaktadırlar. Özellikle hacca gidenler ifa ettikleri hac ibadeti sırasında bu hâtıraları diğerleriyle de takviye ederek kurban bayramının sevincini daha büyük bir heyecanla tadarlar. Ayrıca bu iki bayramın, İslâm toplumunun eski dönemlerin izlerinden arınması ve müstakil bir kimliğe bürünmesinde de rol oynadığını söylemek gerekir. Nitekim Medine’ye hicret ettikten sonra, bura sakinlerinin İran’dan alınma Nevruz ve Mihricân bayramlarını kutladıklarını gören Hz. Peygamber, “Allah sizin için o iki günü daha hayırlı iki günle, ramazan ve kurban bayramlarıyla değiştirmiştir” (Müsned, III, 103, 235, 250; Ebû Dâvûd, “Ṣalât”, 239; Nesâî, “Ṣalâtü’l-ʿîdeyn”, 1) meâlindeki hadisiyle İran menşeli bu iki bayramın kutlanmasını yasaklamıştır.

“Bu günümüzde yapacağımız ilk şey namaz kılmaktır” (Buhârî, “ʿÎdeyn”, 3; Müslim, “Eḍâḥî”, 7) meâlindeki hadise dayanarak ramazan ve kurban bayramlarının bayram namazının kılınmasıyla başladığını söylemek mümkündür. Bununla birlikte kurban bayramına ait arefe gününün ayrı bir fazileti vardır; çünkü haccın en önemli rüknünü oluşturan vakfe bu günde yapılmaktadır. Bir hadiste de bayram gecelerini ihya etmenin ayrı bir fazileti olduğu ifade edilmiştir (İbn Mâce, “Ṣıyâm”, 68). Kurban bayramında namazdan sonra ayrıca şartlarına sahip olan kimseler tarafından kurban kesilir. Müslümanlar bu günlerde birbirlerini ziyaret eder, bayramlaşır, yer, içer ve meşrû bir şekilde eğlenerek günlerini neşe ile geçirmeye çalışırlar. Hz. Peygamber, “Arefe günü, kurban günü ve teşrîk günleri biz müslümanların bayramıdır. Bu günler yeme içme günleridir” (Ebû Dâvûd, “Ṣavm”, 49; Tirmizî, “Ṣavm”, 59; Nesâî, “Menâsik”, 195) buyurmuştur. Bu sebeple ramazan bayramının ilk günü, kurban bayramında da dört gün oruç tutmak Hanefîler’e göre tahrîmen mekruh, Şâfiî ve Hanbelîler’e göre haram kabul edilmiştir. Bu konuda Şâfiî ve Hanbelîler’in görüşünü paylaşan Mâlikîler ise kurban bayramının dördüncü gününde oruç tutmayı haram değil mekruh saymışlardır. Tebrik şekli olarak da ashabın birbiriyle karşılaştıklarında, “Allah bizden de sizden de kabul etsin” (تقبل الله منا ومنكم) dedikleri rivayet edilir (İbn Hacer, V, 119).

Bayramlara önceden hazırlanılması, bu günlerde temiz ve güzel elbiselerin giyilmesi, gusledilmesi, dişlerin fırçalanması, güzel kokular sürülmesi, güler yüzlü olunması, namazdan önce ramazan bayramında hurma vb. tatlı bir şey yenilmesi, kurban bayramında ise ilk olarak kurban etinden yenilmesi, namaza mümkünse yürüyerek gidilmesi ve dönüşte başka bir yolun kullanılması, çokça sadaka dağıtılması, fitrenin namazdan önce verilmesi, namaza giderken tekbir getirilmesi menduptur. Kurban bayramında farz namazlardan sonra teşrik tekbiri getirilmesi Hanefîler’e göre vâcip, Hanbelî ve Şâfiîler’e göre sünnet, Mâlikîler’e göre ise menduptur. Hanefî ve Hanbelîler’e göre arefe günü sabah namazından bayramın dördüncü günü ikindi namazına kadar yirmi üç vakit, Mâlikîler’e göre ise bayramın birinci günü öğle namazından dördüncü günü sabah namazına kadar on beş vakit tekbir getirilir. Şâfiîler’de bu iki görüş de bulunmakla birlikte uygulamada daha çok ilk görüş benimsenmiştir.

Bayram günlerinde İslâmî ölçüler içinde eğlenilmesi ve bazı oyunların oynanması câizdir. Bir bayram günü Âişe ile birlikte bulunan Hz. Peygamber’in yanında Buâs Harbi’ne ait ezgiler söyleyen iki kız çocuğuna müdahale etmek isteyen Hz. Ebû Bekir’e Resûlullah’ın, “Her milletin bayramı vardır, bu da bizim bayramımız” dediği (Buhârî, “ʿÎdeyn”, 3; Müslim, “Ṣalâtü’l-ʿîdeyn”, 16, 17), yine bayram günleri mescidde mızrak kalkan oyunu oynayanları seyretmek isteyen Hz. Âişe’ye yardımcı olarak onunla beraber seyrettiği (Buhârî, “ʿÎdeyn”, 2; Müslim, “Ṣalâtü’l-ʿîdeyn”, 17-21) bilinmektedir.

Bu iki bayramın dışında cuma gününün de müslümanlar için haftalık bir bayram olduğunu belirtmek gerekir. Bir hadiste cuma günü için “Şüphesiz bu, Allah’ın müslümanlara tahsis ettiği bir bayram günüdür. Cumaya gelecek kimse yıkanmalı, varsa güzel koku sürünmelidir; ayrıca misvak kullanmanızı da tavsiye ederim” (İbn Mâce, “İḳāmetü’ṣ-ṣalât”, 83) denilmiştir.

Hz. Peygamber döneminde kutlanan bayramlar bunlardan ibaret olmakla birlikte sonraları İslâm dünyasında bazı önemli gün ve gecelerin de bayram gibi kutlandığı görülmektedir. Ancak âlimlerin çoğu bu vakitlerle ilgili olarak İslâm toplumlarında zamanla gelenekleşen bazı kutlama biçimlerine, dinî dayanağı bulunmayan bid‘at türünden davranışlar oldukları gerekçesiyle karşı çıkmışlardır.

Hz. Peygamber’in Medineliler’in eski bayramlarını kaldırıp onların yerine ramazan ve kurban bayramlarını ikame ettiğine dair yukarıda zikredilen hadisini dikkate alan âlimler gayri müslimlerin dinî mahiyetteki bayramlarına katılmayı câiz görmemişlerdir. İbn Teymiyye İḳtiżâʾü’ṣ-ṣırâṭi’l-müstaḳīm adlı adlı eserinde bu konuyu genişçe ele almıştır (bk. GAYRİ MÜSLİM).

Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı Ansiklopedisi 

Yorumlar