31 Mart Olayı nedir, ne zaman ve nasıl gelişti? Sebep ve sonuçları nelerdir?

Tarihe 31 Mart Vakası, 31 Mart Olayı ve Vakayi Hayriye olarak geçen hadise aslında 13 Nisan 1909 yılında Rumi takvime göre ise 31 Mart 1325 tarihinde yaşanan ve sonu Abdülhamid'in tahttan indirilmesine varan talihsiz bir hadisedir. Sultan Abdülhamid'e darbe yapılarak tahttan indirilmesine neden oldu

Google Haberlere Abone ol
31 Mart Olayı nedir, sebep ve sonuçları nelerdir?

Ancak resmi tarihte olay, 2. Meşrutiyeti istemeyen bir grubun, "Şeriat isteriz" diyerek ayaklandığı ve Selanik'ten gönderilen "Hareket Ordusu" tarafından bastırıldığı anlatılır. 31 Mart olayından en büyük zararı gören kişi Sultan 2. Abdülhamid olmasına rağmen, yanlı tarihçiler bu olayın Abdülhamid tarafından tertiplendiğini belirterek, olayın onun tahttan indirilmesine yol açması nadeniyle de, "Vakayi Hayriye" yani "Hayırlı bir olay" olarak değerlendirilmesi gerektiğini düşünürler.

31 Mart Olayı ya da Vakayi Hayriye olarak adlandırılan olay Hicri Takvim'e göre 13 Nisan 1909, Rumi Takvim'e göre ise 31 Mart 1325 tarihinde Taksim Topçu Kışlası'nda bulunan Avcı Taburu'nun isyan ederek komutanlarını tutuklaması ve ardından Sultanahmet'te bulunan Meclis'i Mebusan'a yürümesiyle başlayan olaydır. Olay, Sultan Abdülhamid'in dahli olmadan gerçekleştiği halde, sonunda onun bilgisi dahilinde yapıldığı iddia edilerek onun tahttan indirilmesine ve Selanik'e sürgün edilmesine neden olacaktı.

Ali Cevat Bey, “İnsan büyüğünden, zabitinden bazı kere dayak da yer. Bahusus askerlikte ne zararı var?” diye cevap verince isyancı asker “ Sana kurban olayım ağam, sen gözümün üstüne vur. Zararı yok. Bizi dövenler küçük küçük çocuklardır. Hem de ağızları küfürle doludur. Dinimize, imanımıza küfür ediyorlar. Günah değil mi?’ diyecekti.

Meşrutiyet rejimine geçişi sağlayan İttihat ve Terakki Cemiyeti 1908 yılında yapılan seçimlerde meclisin neredeyse tamamına hakim olmuştu. Fakat ülkeyi yönetecek kadrolara sahip olmadığından tam olarak iktidara gelememişti. Bu yüzden İttihat ve Terakki Cemiyeti hükümeti dışarıdan idare etmeye çalışmış bu idare tarzı ise kısa süre içinde hükümet ile cemiyetin karşı karşıya gelmesine sebep olmuştu. 

31 Mart Vakası’nın sebepleri 

İttihat ve Terakki ülke yönetiminde başarılı olamamıştı. Siyaseten yaşanan krizlerin dışında farklı alanlarda da kriz yaşanmaktaydı. Asker doğrudan siyasetin içine girmişti. Ordu içerisinde İttihat ve Terakki taraftarı olmayan subaylar, askerler tasfiye ediliyordu. Bu durum ordunun bölünmesine sebep olmaya başlamıştı. İstanbul’da I.Ordu varken Meşrutiyeti korumak için Nigehban-ı Hürriyet ve Muhafizi Meşrutiyet adıyla avcı taburlarının İstanbul’a getirilmesi de ordu içerisinde yaşanan gerginliğin bir diğer sebebi oldu. İttihatçı subayların alaylılara kötü muameleleri, hakaretleri de ordu içerisinde gerilimi artırıyordu. 

Meşrutiyetin ilanının üzerinden yaklaşık bir yıl geçmişti. Toplumun tüm kesimleri meşrutiyet ile tüm problemlerin çözüleceğine inanmıştı. Ancak öyle olmadı. Siyasi,iktisadi,sosyal bunalım artarak devam  etti.Girit’in Yunanistan’a bağlanması, Bulgaristan’ın bağımsızlık ilan etmesi ve son olarak Bosna-Hersek’in Avusturya tarafından işgali halkta büyük bir ümitsizliğe ve tepkiye neden olmuştu. İttihat ve Terakki’nin bu başarısız yönetiminin yanına baskıcı politikalarının da eklenmesi cemiyete karşı tepkiyi artırdı. Basında Serbesti ve Volkan gazeteleri İttihat ve Terakki’ye karşı muhalif yayın yapan iki önemli gazeteydi. Ancak İttihat ve Terakki cemiyetinin artık muhalefete tahammülü kalmamıştı. İstanbul’da üst üste siyasi cinayetler işlenmeye başladı. Son olarak Serbesti gazetesi yazarı Hasan Fehmi’nin gün ortasında Galata Köprüsü üzerinde öldürülmesi ve olayın faillerinin yakalanamaması suikastı İttihatçıların yaptığı düşüncesini kuvvetlendirdi. Tarihe 31 Mart vakası adıyla geçen isyanı tetikleyen de bu gelişme oldu. 

İsyancılar Sultanahmet Meydanında 

Gerilimin günde güne arttığı o günlerde 12 Nisanı 13 Nisana bağlayan gece İstanbul’da bulunan ve Meşrutiyeti korumak için İstanbul’a gönderilen Taksim’deki 4. Avcı Taburundan Hamdi Çavuş ve diğer çavuşlar  komutanlarını tutuklayarak isyan ettiler. Binlerce asker silahlarıyla Meclisi Mebusan önünde toplandı İstanbul halkının da önemli bir kısmı onlara destek için meydandaydı. Meydanı dolduran kalabalık  ‘Şeriat isteriz!’  diye slogan atıyordu. İsyanın ilk saatlerinde Adliye Nâziri Nâzım Paşa İttihatçı Ahmet Rıza Bey sanılarak isyancılar tarafından linç edildi. Aynı şekilde Lazkiye mebusu Arslan Bey de gazeteci Hüseyin Cahid sanılıp öldürüldü. İsyancı askerler Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa’nın ve Harbiye Nazırı Rıza Paşa’nın görevden alınması istiyordu. İsyan haberi kısa zamanda Yıldız Sarayında bulunan  II.Abdülhamit’e ulaştı. Haberin ulaşmasından birkaç saat sonra da  Hüseyin Hilmi Paşa ve Harbiye Nazırı Rıza Paşa saraya gelerek II.Abdülhamit’e istifalarını sundular. Heyeti Vükela üyeleri birer ikişer saraya gelip istifalarını verirken Meclisi Mebusan önündeki kalabalık da heyecan da artmaktaydı.

Meclisi Mebusan önünde yaşananlar 

Hükümetin istifasının ardından Başkatip Ali Cevat Bey II.Abdülhamit’in emriyle mecliste okunmak üzere bir tezkere hazırladı. II.Abdülhamit’in ‘bizzat sen git ve şeyhülislam efendi ile beraber mecliste oku’ demesi ile Cevat Bey Yıldız’dan Meclisi Mebusan’a Sultanahmet Meydanına doğru yola çıktı. İsyan her yeri sarmıştı. Meydana vardıklarında gördükleri manzara ise binlerce asker ve tüfeklerindeki süngülerdi. Meclisi Mebusan binasına giren  Ali Cevat Bey, Şeyhülislamla görüşüp tezkereyi ona da onaylattıktan sonra kürsüye çıkarak padişahın İradesini  okudu. Padişahın iradesinde şöyle deniyordu: “Heyeti vükelanın istifası nezd-i hümayun-ı hazreti zil-lullahide rehin-i kabil-i ali olarak yeni kabine derdest-i teşekkül bulunmuştur… bugünkü içtimada bulunmuş olan asakir-i şahanenin ( Hükümdarın askerlerinin )   ve birlikte bulunanların bu işten dolayı hiçbir veçhile mesul ve muatab olmayarak haklarında afv-ı ali-i hazret-i padişahi şayan buyrulduğu…şeriatin bundan böyle de her tarafça ahkam-ı celilesine bir kat daha dikkat ve itina olunması tekiden emrü ferman buyrulduğundan….Halife-i muazzamız padişahımız, kumandan-ı azamımız efendimiz hazretleri asakir-i şahanelerinin kemali emn ü rahatla kışlalarına ve ahalinin de işlerine ve güçlerine avdet etmeleri hususunu..buyurmuştur.” 

Şeriat mı var? 

Ali Cevat Bey iradeyi meclis kürsüsünden okuduktan sonra inerken, ilmiye sınıfından bir milletvekili “şeriatin bundan böyle de her tarafça ahkam-ı celilesine bir kat daha dikkat ve itina olunması.. ferman buyruldu” cümlesinden yola çıkarak Ali Cevat Bey’e şöyle bir soru sordu: ‘ Bundan sonra da kaydından, devam anlaşılır, değil mi? Ali Cevat Bey de “Evet. Efendim devam ifade ediyor.” cevabını verince bu milletvekili şöyle bir karşılık verdi: Şimdiye kadar şeriat var mı idi ki, devam olunsun.” 

Meclisin içi ve dışı isyancılar ile dolmuştu. İsyancı askerler içeride okunan iradenin dışarıda yani meydanda toplanmış olan askerlere ve halka da okunmasını istediler. Bunun üzerine Ali Cevat Bey ve şeyhülislam meydanda bir sandalyenin üstüne çıkarak iradeyi okudular. Ali Cevat Bey iradeyi okuduktan sonra askerlere hitaben  şöyle bir konuşma yaptı: Evlatlarım, siz ne istiyorsunuz? Şeriat mı? Bu nasıl lakırdı. Şeriat-ı Muhammediyye hamdolsun bakidir ve daimidir. Şeriatımız, şeriatı Muhammediyyedir. Padişahımız Halife-i Resulullahtır ve devletimiz de devleti İslamiyedir. Şeraite ne olduki, şeriat isteriz diyorsunuz…Şeriate kimse dokunmadı ve dokunamaz…Bir takım cahilane sözlerin aslı faslı yoktur. Bunlara kulak vermeyin, padişahımız Halife-i Resulullah efendimiz hazretleri bilmeyerek vaki olan hatalarınızı afv eyledi. Artık haydi kışlalarınıza gidin, rahat edin oğullarım” 

Bu konuşmanın ardından meydanda büyük bir gürültü koptu: Harbiye nazırını ve Birinci Ordu kumandanı Mahmut Muhtar Paşayı istemeyiz. Sandalyenin üstüne tekrar çıkan Ali Cevat Bey, Harbiye nazırının da Mahmut Paşanın da azledildiğini kalabalığa tekrar ifade etmek zorunda kaldı. 

‘Dinimize, imanımıza küfür ediyorlar. Günah değil mi?' 

Meydanda yaşananlar yalnızca bunlar değildi. Ali Cevat Bey meydandan Meclisi Mebusan binasına yönelirken isyancı askerler etrafını sarmıştı. Askerlerden biri Ali Cevat Bey’e  “Babalığa söyle. Bizim ırzımıza, dinimize sövüyorlar, dövüyorlar. Vallahi günahtır, bize acısın.” Bu cümle üzerine Ali Cevat Bey, “İnsan büyüğünden, zabitinden bazı kere dayak da yer. Bahusus askerlikte ne zararı var?” diye cevap verince isyancı asker “ Sana kurban olayım ağam, sen gözümün üstüne vur. Zararı yok. Bizi dövenler küçük küçük çocuklardır. Hem de ağızları küfürle doludur. Dinimize, imanımıza küfür ediyorlar. Günah değil mi?’  diyecekti.

Meclisi Mebusan binasında yaşanan bir diğer diyalog da isyanın sebeplerinden bir diğerini ortaya koymaktaydı. Ak sakallı, arkasında uzun askeri paltolu kılıçsız bir adam Ali Cevat Bey’in yanına gelerek “ Ali Rıza Paşa’nın nerede olduğunu biliyor musun diye sorar. Ali Cevat Bey, ”bilemiyorum” şeklinde cevap verince isyancı asker “ Beni terfiden mahrum eden o melunu bulsam öldüreceğim” diye karşılık verir. 

Bu arada meydandaki isyancı askerler yeni Harbiye Nazırının tayinini bekliyorlardı. Ali Cevat Bey de saraya çektiği telgrafta durumu izah ederken Harbiye Nazırlığına  tayinin acil bir şekilde yapılmasının gerekliliğini ifade ediyordu. Çok geçmeden saraydan beklenen tayin haberi geldi. Ali Cevat Bey telgrafı alır almaz meydana çıkarak askerlere:“ Asker evlatlarım, beni dinleyiniz, Padişahımızdan şimdi bir telgraf geldi. Yeni bir Harbiye Nazırı tayin edildiği bildiriliyor. Bu zatın kim olduğunu sorarsanız; dağlarda kırlarda gezmiş, karda, toprakta yatmış, ömrünün çok vaktini harbü darb meydanlarında geçirmiş, yunan muharebesinde gaziler helvası yemiş Müşir Edhem Paşadır.” diyerek yapılan tayini kalabalığa tebliğ etti. Bu konuşmanın ardından isyancı askerler alkışlarla memnuniyetlerini gösterdiler ve dağılmaya başladılar. 

‘Bunlar asker değil, yeniçeri, asi olmuşlar’ 

İsyanın ilk günü bu şekilde sona erdi. İsyancı askerler kışlalarına çekilmeye başladılar. Böylece isyan kontrol altına alınmıştı. Ancak başı bozukluk devam etmekteydi. İsyancı askerler yakaladıkları zabitleri öldürmekteydiler. Hatta yakaladıkları bir binbaşıyı Yıldız Sarayı’na getirerek padişahın karşısına çıkardılar. İsyancı askerler “Bu adam pek fena bir adamdır, Yıldız Sarayı'nı İstanbul’u topa tutacakmış” dediklerinde II.Abdülhamit binbaşıyı ellerinden kurtarmak için, "Bu adamı bana teslim edin, ben tahkik ederim” diyecekti. II.Abdülhamit hazır bulunan paşalara binbaşının karakola götürülmesini ve orada tahkikatın yapılmasını istedi. Ancak pek vakit geçmeden sarayın hemen yanı başında bir karışıklık ve gürültü koptu. İsyancı askerler binbaşıyı öldürmüşlerdi. Binbaşının öldürülme haberi saraya ulaştığında II.Abdülhamit tepkisi yaşananları özetlemekteydi: Artık bunlar asker değil, yeniçeri, asi olmuşlar.

31 Mart olayının sonuçları

İstanbul’da olaylar bu şekilde devam ederken isyan haberi ülkede yayılmaktaydı. Merkezi Selanik’te bulunan İttihat ve Terakki Cemiyeti Yıldız Sarayı’na çektiği telgraflarda ‘Kanuni Esasi’nin ve Meşrutiyetin mahvolduğunu ifade etmekte ve tehditkar bir dil kullanmaktaydı.’ II.Abdülhamit’in bu telgraflara tepkisi: Rumeli’den getirmiş oldukları askerler, kendi aleyhlerinde kıyam etmişler. Herifleri namazdan, niyazdan mahrum eylediler. Tazyik ettiler, isyan ettirdiler. Bizim ne kabahatimiz var; biz ne yapalım?”  şeklinde oldu. 

Hareket Ordusu toplanıyor 

İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin telgraflarına cevap olarak İstanbul’da düzenin sağlanmaya başladığı, Kanuni Esasinin ve Meşrutiyetin yerli yerinde olduğu yönündeydi. Ancak İttihat ve Terakki Cemiyeti bu ifadeleri ‘33 senedir söylenen tezvirat ve mefsedetin tekrarından ibaret’ görmekteydi. Meşrutiyetin, Kanuni Esasinin mahvolduğunu, meclisin feshedildiğini ileri sürüyorlardı. Aynı zamanda da İstanbul’da düzeni sağlamak ve Meşrutiyeti korumak için Hareket Ordusu adında bir ordu oluşturmaya başlamışlardı. 

İsyancı askerler: Bizi öldürmeye geliyorlar. Bunlardan hala merhamet mi bekliyorsunuz? 

Hareket Ordusu Ayestefanos bölgesine geldiğinde ordu komutanı Mahmut Şevket Paşa saraya çektiği  telgrafta padişahın hal’ edileceği söylentilerinin doğru olmadığını, düzeni sağlamak, Kanuni Esasiyi korumak ve padişahın güvenliğini sağlamak için geldiklerini ifade ediyordu. II.Abdülhamit verilen bu teminattan memnundu. Ancak İstanbul’daki isyancı askerler gelen ordunun savaşmak için geldiğini düşünmekteydi ve kendilerini savunmak için cephane istiyorlardı. İsyancı askerler: Askeri vuracaklar, bizim ne günahımız vardır? Cephane isteriz. Karı gibi ölmek istemeyiz. Onlar asker ise biz de askeriz.’ diyordu. Bu sözler üzerine Ali Cevat Bey, “Gelen askere siz kurşun atmazsanız, onlar da size atmazlar. Onlar sizin ile barışmak için gelmişlerdir. Padişahımızın emri böyledir.’ şeklinde nasihat etse de aldığı karşılık iç savaşın haberiydi: Bizi öldürmeye geliyorlar. Bunlardan hala merhamet mi bekliyorsunuz? Bunlar bizi tavuk gibi boğduracaklar. Onlar vermezse biz kendimiz alırız.” 

Bu sözlerin ardından isyancı askerler cephanelikleri kırarak cephane toplamaya başladılar. II.Abdülhamit ise bir iç savaşın yaşanmasını istemediğinden bir irade çıkardı. İrade’de ‘ Asker zinhar kurşun atmasın. Eğer kurşun atacaklarsa ilk önce beni vursunlar, sonra kurşun atmaya başlasınlar”. emri ile yaşanması muhtemel bir çatışmayı engellemek istedi.  Padişahın bu emri kısa sürede bütün askerlere tebliğ edildi. Buna karşın Hareket Ordusu’nun 23 Nisan günü İstanbul’a girmesi ile isyancı askerler ile Hareket Ordusu arasında çatışmalar yaşandı. 

Gün boyu çatışma 

Akşam olduğunda çatışmalar sona ermişti. Hareket Ordusunun dışındaki askerler çekilmiş Yıldız Sarayı dahi korumasız kalmıştı. Ertesi gün Yıldız Sarayının etrafı Hareket Ordusunun askerleri ile sarıldı. Sarayın elektrikleri kesildi, içeriye erzak girişi yasaklandı. Sarayın topa tutulacağı konuşulmaya başlanmıştı. Yıldız Sarayı topa tutulmadı ancak Hareket Ordusu tarafından Haremi Hümayun kısmı hariç işgal edildi.

II.Abdülhamit devrinin sonu 

Tarih 27 Nisan’ı gösteriyordu. Meclisi Mebusan’dan bir heyet ikindi vakti II.Abdülhamit’e hal’ fetvasını bildirdi. Hal’ fetvasını tebliğ eden Esat Paşa’nın ‘millet sizi hal’ etti’ cümlesine II.Abdülhamit şu ifadelerle karşılık verdi:  ‘Bu işi ben yapmadım. Sebep olanları millet arasın bulsun. Ben milletimin iyiliği için çok çalıştım. Hepsi mahvoldu. Hepsinin üstüne sünger çekildi. Kaderim böyle imiş. Müsebbiplerini varsın millet bulsun. Yalnız bir ricam var. O da hayatımın Çırağan sarayında muhafaza edilmesidir. Ben orada hasta biraderimi bunca sene muhafaza ettim. Yarın çoluk çocuğumla beraber oraya giderim. Zaten ben yorulmuş idim. Hiç bir şey istemem ve hiç bir şeye karışmam. Milletten bunu rica ederim’ 

II.Abdülhamit’in Çırağan Sarayında ikamet etme isteği ordu tarafından karışıklıklara sebep olma ihtimaliyle kabul edilmedi. Selanik’te ikamet etmesinin hem kendisi hem de devlet için daha iyi uygun olacaktı. II.Abdülhamit birkaç saat içinde hazırlandı. Kendisini Selanik’e götürmek için gelen heyet ile yola çıktı. Böylece Osmanlı tarihinde II.Abdülhamit dönemi sona erdi. 

II.Abdülhamitin tahttan indirilmesi ile iktidar gücü İttihat ve Terakkinin eline geçti. Ancak başarısız yönetimleri devletin dağılmasını hızlandırdı. Siyasi krizler,savaşlar  birbiri ardına yaşandı. Balkan toprakları Edirne dahil kaybedildi.Bu gelişmeler üzerine İttihat ve Terakki yönetimi 1913 yılında Babıali hükümet darbesini gerçekleştirerek devlet yönetimine tamamen el koydu. Fakat el koydukları devletin artık Balkanlarda herhangi bir toprağı kalmamıştı.

Kaynak:

Ali Cevat Bey"in Fezlekesi, İkinci Meşrutiyetin İlanı ve Otuzbir Mart Hadisesi

Ahmet Turan Alkan,II.Meşrutiyet Devrinde Ordu ve Siyaset

Yorumlar