Osmanlı'da Tekkeler - Tekke Nedir, Tekke ile Medrese arasındaki farklar nelerdir? - DOSYA

Osmanlı İmaratorluğu'nda toplumun manevi dinamiklerini oluşturan en büyük etkenlerden biri de Tekkeler'di. Tekkeler, medreselerden farklı bir eğitim ve yönetim sistematiğine sahip olmakla birlikte, medreselerle aynı hedefe ve amaca hizmet etmekteydi. Her ikisinin de amacı bilgi, ilim ve ahlak yönünden en mükemmel insanın yetişmesini sağlamaktı. Peki Osmanlı'da tekkelerin etkisi nasıldı, Tekkeler ile medreseler arasındaki farklar nelerdir, Tekkeler'in Kurtuluş Savaşı'ndaki rolü neydi?

Google Haberlere Abone ol
Osmanlı'da Tekkeler - Tekke Nedir, Tekke ile Medrese arasındaki farklar nelerdir? - DOSYA

İslam aleminin, topluma yani cemaate yön veren kurumları arasında sayılan ilk mekan mescid olarak bilinir. İlk mescid de Peygamber efendimiz döneminde inşa edilmiştir. Peygamber efendimizden sonra Mescidler, Camiler, Medreseler ve Tekkeler şeklinde devam edegelmiştir. Tekkelerin İslam tarihinde ilk olarak Hicri Tarihe göre 2. Yüzyılda, Miladi Takvime göre 8. Yüzyılda ortaya çıktığı tahmin edilse de kesin bir tarih söylemek mümkün değil. Ancak Tekkelerin en etkili olduğu dönemlerin Osmanlı dönemi olduğu herkesin malumudur. Toplumun manevi direklerinden biri haline gelen Tekkeler, Osmanlı'da topluma yön verdiği gibi devlet yönetiminin maneviyatının şekillenmesinde de büyük rol oynamıştır. Birçok Osmanlı Padişahının Tekkeler'e giderek manevi dünyasını zenginleştirdiği bilinir. Peki Tekke nedir, tarihte ilk Tekke ne zaman kurulmuştur, Tekke ve Medrese arasındaki farklar nelerdir, Osmanlı'da Tekkeler ne kadar etkiliydi, Kurtuluş Savaşı'nda Tekkelerin rolü ne kadardı? Bütün bu soruların cevaplarını sizler için derledik. 

TEKKE NEDİR?

Tekke, bir şeyhin yönetiminde tasavvuf eğitiminin verildiği mekânın adıdır. Osmanlı Türkçesi metinlerinde tekye şeklinde yazılıp günümüzde tekke olarak kullanılan kelimenin kökeni hakkında kesin bilgi yoktur. Yapısı “oturmak, yaslanmak” anlamında vekee kökünden geldiğini düşündürmekte, ayrıca Arapça’da “asâ, dayanak” mânasında tükee kelimesi bulunmaktaysa da klasik Arapça sözlüklerde tekye kelimesine yer verilmemesi Arapça olduğuna dair görüşü zayıflatmaktadır. Çağdaş Arap sözlükçülerinden Muhammed Adnânî bu kelimenin Arapça’dan alınıp tekye biçiminde Türkçeleştirildiğini belirtir. el-Mu-cemü’l-vasîŧ’te de herhangi bir açıklama yapılmadan tekye Türkçe diye kaydedilmiştir. Kelimenin aslının Farsça “post” anlamındaki tekke olduğu da ileri sürülmektedir. Ancak Farsça metinlerde tekke kelimesine rastlanmamakta, bunun yerine dergâh ve hankāh kullanılmaktadır. Arapça kurala göre tekâyâ şeklinde çoğulu yapılan tekke Osmanlı Türkçesi’nde XV. yüzyıldan sonra kullanılmaya başlanmış olmalıdır.

TEKKELERİN TARİHÇESİ: İLK TEKKE NE ZAMAN VE NEREDE AÇILMIŞTIR?

İslâm medeniyetinin temel kurumlarından olan cami, medrese ve tekke Asr-ı saâdet’te Mescid-i Nebevî çatısı altında fonksiyonlarını icra etmiş, Mescid-i Nebevî’deki ilmî, içtimaî, askerî işlevler tarihî süreç içerisinde bağımsız kurumlar haline gelmiştir. İlk tekkenin nerede ve ne zaman kurulduğu hususunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Hâce Abdullah-ı Herevî’nin Tabaķātü’ś-śûfiyye’sine ve Abdurrahman-ı Câmî’nin Nefeĥâtü’l-üns’üne göre ilk tekke II. (VIII.) yüzyılda Filistin’in Remle beldesinde inşa edilmiştir. İbn Teymiyye ise ilk tekkenin aynı yüzyılda Basra’nın Abadan bölgesinde yapıldığını söyler. İslâm dünyası bir taraftan Bağdat’tan Buhara’ya, diğer taraftan Kahire’den Kurtuba’ya (Cordoba) doğru genişlerken ilmî, fikrî ve siyasî yapılanmasını da ihtiyaçlara göre şekillendirmiştir.

ZAVİYE NEDİR?

Tekkenin küçük olanlarına zaviye denir. Tefsirden felsefeye kadar bütün ilimler medreselerde okutulmuş, tekkeler daha ziyade toplumun mânevî ve ahlâkî açıdan eğitilmesine yönelik esaslar üzerinde yoğunlaşmıştır. İlk tekkeler basit bir oda ve küçük bir mekândan ibaretti. Zamanla değişik mimari özellikler kazanan ve çok farklı birimleri içine alan tekke yapıları ortaya çıkmıştır. Tekkeler değişik zamanlarda ve değişik coğrafyalarda “zâviye, hankah, dergâh, ribât, âsitâne, buk‘a, imaret, düveyre, savmaa, mihrap, tevhidhâne, harâbat” gibi isimlerle anılmıştır.

Mescid ve medrese kelimeleri de bu anlamda kullanılmıştır. Bazan tarikatın merkez tekkesi için âsitâne terimi tercih edilirken bazan da Mevlevîlik’te olduğu gibi büyük mevlevîhânelere âsitâne, küçüklerine zâviye adı verilmiştir. Kādirîhâne, Gülşenîhâne, Kalenderhâne, Mevlevîhâne gibi bağlı bulunduğu tarikatın ismini alan tekkeler de vardır. Büyük şehirlerde ve kervan yolları üzerinde inşa edilen tekkelerde tasavvufî eğitimin yanında han, imaret ve kervansarayların gördüğü hizmet de yürütülmekteydi. Tekke mensupları sosyal yardımlaşma ve dayanışmayı güçlendirirken devlet yöneticileriyle yakın ilişkiler kurmuştur.

TEKKELER'DEN SÖZ EDEN TARİHİ ESERLER

Tekkelerin mânevî havası ve iç düzeni tasavvuf eserlerinde ayrıntılarıyla ele alınmıştır. Mahkeme sicilleri, vakfiyeler, tarih kitapları ve özellikle seyahatnâmelerde tekkelerin fizikî ve malî yapıları hakkında aydınlatıcı bilgiler bulunmamaktadır. Tekkelerin tarihi, âdâb ve erkânı hakkında en eski ve en önemli eser, Şeyh Ebû Saîd-i Ebü’l-Hayr’ın (ö. 440/1049) menkıbelerini ihtiva eden ve torunu Muhammed b. Münevver tarafından kaleme alınan Esrârü’t-tevĥîd’dir. Şehâbeddin es-Sühreverdî Avârifü’l-maârif’inin on üç ve on beşinci bölümlerini tekkelere ayırmış, Nûr sûresinin bir âyetinde (24/36) geçen “ev” kelimesi ve Tevbe sûresindeki (9/108) “mescid” ile ribât ve tekkeler arasında ilişki kurmuştur. İbn Cübeyr’in ve İbn Battûta’nın seyahatnâmeleri tarikatların oluşmaya başladığı dönemde yazılan ve tekkelere dair bilgi veren iki önemli kaynaktır. Evliya Çelebi’nin Seyahatnâme’sinde Osmanlı dönemi tekkeleriyle ilgili önemli bilgiler vardır. Bu tür bilgilerden tekkelerin ziraata elverişli geniş araziler üzerinde kurulduğu, zengin vakıflarla desteklendiği, sofa, odalar, mescid, hamam, değirmen, abdesthane, mutfak, ambar, kütüphane, misafirhane, ahır, bağ bahçe gibi birimlerinin bulunduğu anlaşılmaktadır. Vakfiyelerde yer alan görevli isimleri (kapıcı, aşçı, değirmenci, bulaşıkçı, kilerci, ambarcı, kayyım, helvacı, ferrâş, çerâgī, kâtip, imam, müezzin, zâkir, virdhan, hatimhan, aşirhan, derviş vb.) tekkelerdeki çeşitli hizmetlere ışık tutmaktadır.

TEKKELER'İN GELİRLERİ VAR MIYDI, GİDERLERİ NASIL KARŞILANIYORDU?

Genellikle tekkeler şeyh ve müridler veya padişah ve yöneticiler tarafından yaptırılmıştır. Bazan şeyhin kendi mütevazi imkânlarıyla kurulan tekke mürid ve muhiblerin yardımlarıyla gelişir, vakıf imkânlarının artmasıyla hizmet alanları çoğalırdı. Maddî imkânları yetersiz kalan birçok tekke tarih sahnesinden çekilirken tekke şeyhinin ünü bazan küçük tekkelerin parlak bir dönem yaşamasına vesile olmuştur. Devlet yöneticilerinin tasavvufa bakışı tekkelerin sayısını doğrudan etkilemiştir. Tarikatların müstakil teşekkül halinde ortaya çıktığı Selçuklular döneminden önce kurulan tekkelerin belli bir tarikata aidiyeti söz konusu değildir. XIII. yüzyıldan sonra tekkeler muayyen bir tarikatın faaliyet merkezi şeklinde kurulmaya başlanmış ve giderek yaygınlaşmıştır. Tarikat kurucusunun türbesinin bulunduğu tekkeler genellikle o tarikatın merkez tekkesi kabul edilmiştir.

TEKKELER'DE YÖNETİM ŞEKLİ

Tekkeler şeyh tarafından yönetilir. Tekkenin yönetim esaslarını tasavvuf gelenekleri ve şeyhin tavrı belirler. Vakıf geleneğinin yaygınlaşmasıyla birlikte vakfiye metinlerinde yer alan şartlar o tekkenin idaresine yön vermiştir. Vakfiyelerde tekke şeyhliğinin babadan oğula intikal eden bir görev şeklinde tesbiti, yetkin ve yeterli olmayan şeyh evlâdının ortaya çıkardığı problemler ve post kavgaları tasavvuf hayatının itibar kaybetmesinde önemli rol oynamıştır. Tarih boyunca devlet yöneticileri genellikle tekke şeyhi tayinlerine karışmamış, ancak gerekli durumlarda tekkenin yönetimine müdahale etmiştir. Osmanlı döneminde bu uygulamanın en çarpıcı örneği, 1826’da yeniçeriliğin kaldırılmasıyla birlikte yasaklanan Bektaşîliğe ait tekkelere yapılan şeyh tayinlerinde görülmektedir.

İslâm fetihleriyle birlikte üç kıtada faaliyet gösteren tekkeler çoğu zaman müstakil bir kurum halinde hizmet verirken bazan birçok kurumu barındıran külliyelerin içinde yer almıştır. Sohbet, ibadet, muhabbet ve hizmet merkezli dinî hayatı esas alan tekkelerde en üst düzeyde coşku ve heyecan âyin merasimlerinde, en hüzünlü zamanlar muharrem ayında düzenlenen ihtifallerde yaşanmıştır. Bazan farklı alanlarda hizmet veren kurumlara tekke veya zâviye adı verilmiştir. Meselâ cüzzamlıların tecrithânesine “miskinler tekkesi”, okçuların tâlimgâhına “okçular tekkesi” denilmiştir. Tekkeler mânevî, sosyal ve kültürel birçok hizmeti kendi çatıları altında yürütmüştür. Hiçbir ayırım yapılmadan herkese hizmet verilen tekkeler de bazan çok uzak diyarlardan gelen hemşerilere de hizmet sunulmuştur. XIV. yüzyılda Tarsus’ta kurulan Türkistan zâviyeleriyle muhtelif şehirlerde faaliyet gösteren Özbekler, Hindîler tekkesi bunun örneklerindendir.

DEVLETLERİN TEKKELER'E ETKİSİ

Tekkeler daha çok kurucu şeyhlerin istediği mekânlarda inşa edilmiştir. Bazı tekkeler devletin iskân politikasına uygun yerlerde kurulmuş ve devletçe desteklenmiştir. Böyle bir görevle tesis edilen tekkeler tasavvuf eğitiminin yanı sıra güvenlik ve ticaret gibi konularda da hizmet vermiştir. Anadolu ve Balkanlar’da Erenköy, Veliköy, Tekkeköy, Dedeköy, Tekkekızıllar, Tekkeyenicesi, Tekkekaya gibi köy isimleri buraların dervişler tarafından kurulduğuna işaret etmektedir. Konya Seydişehir’de görüldüğü üzere çok uzak diyarlardan gelip bir şehri kurmakla görevlendirilen Seyyid Hârun gibi mürşidler de vardır. Tasavvuf erbabı fethedilen yerlerde tekkeler inşa edip bölgedeki toprakları insanların gönülleriyle birlikte ihya etmiştir. Elde edilen ürünleri konuklara ikram eden tekkeleri devlet vergi muafiyeti tanıyarak desteklemiştir. Bu hizmetler ihtidâ olaylarının en önemli sebeplerindendir. Sakin yerlerde kurulan, tevekkül ve teslimiyetle mânevî cihadın, gönül yolculuğunun yapıldığı tekkelerde gerektiğinde savaşa katılan dervişler yetişmiştir.

Bir kısım tekke vakfiyelerinde tekke şeyhinin aynı zamanda müderris olmasının şart koşulması tekkelerin bazan medrese görevini üstlendiğini göstermektedir. Bu durum tekke-medrese, zâhir-bâtın tartışmalarının mâkul bir seviyede gerçekleşmesini sağlamıştır. Medreseler dinin ilim boyutunu temsil ederken tekkeler duygu yönünü güçlendirmiş, şiir ve mûsikinin yardımıyla ruha coşku veren zikir meclisleri tekkelere farklı bir atmosfer kazandırmış, bu hal ilâhî aşk ve muhabbeti doğurmuştur. Tekkeler şiir ve mûsiki başta olmak üzere güzel sanatlar alanında önde gelen kurumlardır. Şiir ve mûsikinin büyük ustalarının tekkelerde yetişmesinin sebeplerinden biri zikir meclisleri, âyin merasimleri, bu merasimlerde okunan ilâhilerdir.

Tekke tarihinde önemli bir konu da buralarda kurulan kütüphanelerdir. Çeşitli ilim dallarıyla ilgili eserleri ihtiva eden bu kütüphanelerin bir kısmı, zamanımızda İstanbul Süleymaniye Kütüphanesi başta olmak üzere çeşitli şehirlerde hizmet vermeye devam etmektedir. Tarikatlara göre değişen derviş kıyafetleri, tekke yemekleri ve tarikat folkloru ayrı bir araştırmayı gerektirecek kadar zengin malzemeye sahiptir. Öte yandan tekkeler birçok kitabın mürşidlerin rehberliğinde okunduğu eğitim kurumlarıdır. Vakfiyeler ve diğer belgelerden anlaşıldığına göre müridlerin günlük dua ve evrâd kitaplarından başka Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nın Meŝnevî’si, Muhyiddin İbnü’l-Arabî’nin Fuśûśü’l-ĥikem’i, İbn Atâullah el-İskenderî’nin el-Ĥikem’i, Ebû Tâlib el-Mekkî’nin Ķūtü’l-ķulûb’u, Gazzâlî’nin İĥyâsı, Abdurrahman-ı Câmî’nin Nefeĥâtü’l-üns’ü başta olmak üzere Arapça ve Farsça birçok eser tekkelerde okunmuş ve şerhedilmiştir. Sadece Meŝnevî’yi okuyup şerhetmek için XIX. yüzyılda İstanbul’da dârülmesnevî adıyla bir kurum oluşturulmuştur. Yûnus Emre’nin şiirleri, Eşrefoğlu Rûmî ve Niyâzî-i Mısrî’nin divanları, Süleyman Çelebi’nin Mevlid’i, Müzekki’n-nüfûs, Muhammediyye, Ferahu’r-rûh, Ma‘rifetnâme, Minhâcü’l fukarâ gibi Türkçe eserler de buralarda okunmuş, okutulmuş ve şerhedilmiştir. Böylece tekkeler İslâm medeniyetinin üç temel dilinin eğitim ve öğretimine katkı sağlamıştır.

İSTANBUL'DA 20 YIL BOYUNCA SESLİ ZİKİR YASAKLANMIŞTI

Ayrı mezheplere ve ırklara mensup İslâm ülkelerinde kurulan tekkeler yaygın biçimde faaliyet göstermiş, ayrı mezheplere mensup müridler aynı tarikatın mürşidine bağlanmıştır. Bazı zâhir ulemâsının tasavvufa muhalif olması bu geleneği ortadan kaldıramamaştır. Hemen her tarikata ait birçok tekkenin faaliyet gösterdiği Osmanlı topraklarında devlet yöneticileriyle tekke mensupları arasındaki ilişkiler dikkat çekicidir. Osman Gazi’nin bir tekke şeyhi olan Edebâli ile alâkası, Orhan Gazi tarafından 1331’de İznik’te açılan ilk medresenin başına Fuśûś şârihi Dâvûd-i Kayserî’nin getirilmesi, Yıldırım Bayezid’in Emîr Sultan, Fâtih Sultan Mehmed’in Akşemseddin’le ilişkileri, kuruluş safhasında olan devletle tekke mensupları arasındaki bağa işaret etmektedir. Bu olumlu ilişkiler genellikle daha sonra da sürmüştür. Öte yandan devlet tekke ve tarikatlara karşı genellikle eşit uzaklıkta durmuş, siyasî otorite ile ters düşen tarikatlara bağlı tekkeler sürekli gözlem altında tutulmuştur. Dervişler umumiyetle siyasal konulara ilgisiz kalırken siyasîlerle yakın münasebet kuran sûfîler de vardır. Yöneticilerin kararlarına karşı çıkan dervişler de olmuştur. Tekke hayatının bazı yönlerine muhalefet eden, tekkeleri bid‘at eseri veya İslâm dışı sayan kimselerin görüşleriyle bir kısım devlet yöneticilerinin fikirlerinin aynı noktada buluşması tekkelerin sert tedbirlerle karşı karşıya gelmesine yol açmıştır. Bu durumun Osmanlılar’da en meşhur örneği Kadızâdeliler-Sivâsîler tartışmasıdır. Bu tartışmalar neticesinde XVII. yüzyılda İstanbul’da yirmi yıla yakın bir süre sesli zikir meclisleri yasaklanmıştır.

OSMANLI TEKKELERİ KONTROL ALTINA ALDI

İstanbul Ahkâm Defteri’nde yer alan 1208 (1793) tarihli belgeye göre tekkelerin açılışı devletin kontrolünde idi. 1812’de tekke vakıflarını denetim altına alan Osmanlı Devleti, 1866’da şeyhülislâmlığa bağlı biçimde oluşturduğu Meclis-i Meşâyih’i tekkelerin yönetiminden sorumlu tutmuştur. 9 Şevval 1336 (18 Temmuz 1918) tarihli Takvîm-i Vekāyi‘de yayımlanan Meclis-i Meşâyih Nizamnâmesi’yle İstanbul’daki tekkelerin idaresi Meclis-i Meşâyih’e, taşradakilerin idaresi müftülerin başkanlığında kurulacak Encümen-i Meşâyih’e verilmiştir. Tekkeleri resmî ve hususi şeklinde iki gruba ayıran bu nizamnâme ile asırlardır süregelen malî özerklikle birlikte idarî özerklik de sona ermiş, tekkeler merkezî bürokrasinin denetimine girmiştir. Nizamnâmenin gereği olarak yayımlanan bir dizi tâlimatnâmede şeyh ve dervişlerin yetiştirilmesinden bu kurumların teftişiyle temizliğine varıncaya kadar birçok konu tesbit edilmiştir. İslâm dünyasında tarikatlara göre tekkelerin sayısı konusunda herhangi bir istatistik bilgisi bulunmamaktadır.

OSMANLI DEVLETİ'NDE TEKKELERİN YERİ

Osmanlı ülkesinin her tarafına yayılmış olan tekke ve zaviyeler, halkın manevi yönelen yetişmesinde ve çeşitli sıkıntılara düşmüş olanların problenllerinin hallinde önenıli rol oynanuşlardır. Bu özelliği ile Osmanlı döneminin yaygın eğitim ortanllanndan biri olmuşlardır. 
Osmanlı toplumunda son altı asırda tekkeler, sadece tasavvufi hayatın merkezleri değil, siyasi, ekonomik, askeri, ilmi ve bedeni hayatın yönlendinci birimleri olmuşlardır. Şüphesiz tekkenin ilk görevi tasavvufi ahlakı yaşatıııak, tasavvufi terbiyeyi kazandırmak için uygun zemin hazırlamaktır. Tekkeler isteyenlere bu yönüyle kucak· açmıştır.

Güzel sanatların gelişmesinde de tekkelerin önemli katkısı olmuştur. Büyük şiir ustaları, nmsiki elehaları genellikle tasavvuf erbabıdır. Tekke ve tarikat dünyasında şiirle musiki, beste ile güfte daima beraber olmuştur. Bunun en önenıli nedenizikir meclislerinde okunan ilahilerclir. Günümüz dini hayatına yansıyan en önemli yönü de bu olmalıdır. Tekbir ve Salat-ı Ümmiye'yi besteleyen Mustafa Itri, Mevlevi'dir.Tasavvuf din konusunda kitleleri en çok etkileyen disiplinlerden biridir. Tekkeler, müslüman ve gayri müslim herkesin uğrayabildiği yerler olmuştur. İbadet yeri, misafirhane ve terbiye mekanlandır. Hayatı bütün olarak kucaklayan yerlerdir. 

kinlikleri yaninda kısmen medresenin de fonksiyonunu yaygın bir şekilde yerine getimıiştir. Başta Osmanlılar olmak üzere tarih boyunca böyle olmuştur. Osmanlı toplumunda ahlaki kirlenme ve dejenerasyon karşısında tasavvıif ve tarikatlar bir anndırma işlevi üstlenebilmiştir. Hayatla ilgiyi kesmeden insanlan Allah'a yöneltmiş, helallarden yararlanma ve nefsi şehvetlerden kesmek açısından bir denge oluşturmuştur. Öte yandan toplumdaki sosyal tabakalaşma karşısında birleştirici, kaynaştırıcı fonksiyon üstlenebilmiştir. Öteden beri, dünyanın çok değişik bölgesinden değişik ırk, dil ve renkteki insanlar aynı kaynaktan faydalanıp, aynı duyguları paylaşmakta tasavvuf enteresmi bir yapıştıncı olabilmiştir. 

Tekkeler verdikleri tasavvufi hizmetlerle halkın hem genel, hem ele din eğitiminde etkili olmuştur. Bir yönüyle birer yaygın eğitim kurumu işlevi görmüştür. İslanıi değerleri işleyen, güzelleştiren tasavvuf, fertlerin, benliğe bağlı olmaktan çıkarak topluma faydalı birer kişi haline gelmelerine katkı sağlamıştır. Diğergamlık düşüncesini işiemek suretiyle mutasavıflar dini hükümleri bu açıdan yorumlamışlar, dini uygulamaları manevi anlanıda zenginleştirmişlerdir. Kur' an ayetlerinin ve hadislerin zahiri anianılanndan ziyade onlara enfüsi manalar vererek ilgi toplayabilmişlerdir. Allah sevgisi temasına daha çok yer vermişlerdir. Korku yerine sevgi unsurunu işlemişlerdir.

Tasavvuf, eğitimine aldığı insanlardaki aşırılıklan törpüleyebilmiştir. Çünkü tasavvuf, insanı, "insan-ı kamil" kılma doğrultusunda çaba sarfetıniştir. Tasavvuf terbiyesinin oluşmasında ön koşul olan "nıiiridiıı şey/ı e hağlwmwsı "yla şeylıle mürit arasında doğan ruhi alış-veriş ve irtibat ile şeyh, mürid üzerinde bir kontrol mekanizması oluştummştur. Böylece şeyh müridi yönlendirebiliyor, onun hislerini tamanılayabiliyor, onu çekip çevirebiliyor, ona yön gösterebiliyordu.42 Bu olgu şüphesiz insanları yönlendimıe ve bir eğitim olgusudur. Bu açıdan Ebu Zehra, şeyhi, müritlerinin nefislerini terbiye eden bir eğitimci, insanları hakka ve doğruya çağıran bir davetçi olarak nitelemektedir.

TEKKELER MİLLİ MÜCADELEYE DESTEK VERMİŞTİ

Mustafa Kemal Paşa, Millî Mücadele için 1919’da faaliyete başladığı zaman Anadolu’nun muhtelif şehirlerinde bulunan tekke şeyhlerine mektuplar yazmıştır; bunlardan üçü Nutuk’un III. cildinde yer almaktadır. Tekkeler bütün imkânlarıyla Millî Mücadele’yi desteklemiş, ilk mecliste birçok şeyh görev almıştır. İlk meclisin başkan vekillerinden Abdülhalim Efendi, Konya Mevlânâ Dergâhı postnişini, Cemâleddin Efendi Hacı Bektâş-ı Velî Dergâhı şeyhidir. Meclis-i Meşâyih reisi Şeyh Saffet Efendi 1923’te kurulan ikinci mecliste Urfa mebusudur. 1924’te Diyanet İşleri Reisliği teşkil edilirken cami ve mescidlerle beraber tekke ve zâviyelerin yönetimi de bu kuruma devredilmiştir. 30 Kasım 1341 (1925) tarih ve 677 sayılı Tekke ve Zâviyelerle Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklarla Birtakım Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun’la Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisindeki tekkeler kapatılmıştır. 10 Haziran 1949 tarih ve 5438 sayılı kanunla 677 sayılı kanuna muhalefet edenler hakkındaki cezalar arttırılmış, 1 Mart 1950 tarih ve 5566 sayılı kanunla sadece on dokuz türbe ziyarete açılmıştır.

TEKKE VE MEDRESELER ARASINDAKİ FARK

Tarihi sekizinci yüzyıla kadar geri giden ancak bir tarikat yapısı içindeki şeklini on birinci yüzyıldan itibaren almaya başlayan tekkeler İslam coğrafyasında birer tasavvuf mektebi halinde donanmışlar ve yaygınlaşmışlardır.

On dördüncü yıl başlarında İslâm coğrafyasını gezen İbn-i Battuta’nın seyahat anılarında, dolaştığı bölgelerdeki tekkeler ve tekkelerde icra edilen ayinler hakkında bolca malumata rastlanır.

Medreseler belli seviyeden bilgi adamlarına hitap ederken tekkeler her seviyeden bilgi sahibine kapısını açmıştır.

Ancak medreseden yetişip tekkede gelişimini devam ettiren sayısız insan örneği bu iki kurumun sadece bir işbölümü anlamında farklılaştıklarını ve aralarında birbirini tamamlayan bir geçişkenliğin her zaman mümkün olduğunu göstermiştir.

İki kurum arasındaki incelikli işlev farkı bu kurumların temel unsurlarının adlarına yansıyan anlamlarda da kendini gösterir. Medrese hocasının “müderris” olmasına mukabil tekkenin şeyhi bir “mürşid”dir; medrese öğrencisi “tâlip”, ama tekke mensubu bir “mürid”dir.

Özellikle Osmanlılar zamanında fethedilen topraklarda cami ve medreseyi içeren külliyelerin kimi zaman bünyesinde kimi zaman da ayrı yerlerde olmak üzere tekkelerin tesisine önem verilmesi bu kurumların toplumsal dinî hayatın bir parçası haline geldiğini göstermektedir.

Tekkelerde kişiyle bire bir ve rüyaları dâhil olmak üzere her hâliyle çok yönlü olarak ilgilenilerek geliştirilmeye çalışılması hiçbir çağda kolay kolay temin edilebilecek bir model değildir. Gönüllü olarak kendi iradesiyle bu eğitim sürecine katılan mürid, yaşadığı nefis terbiyesiyle aynı zamanda bir yaşam kültürü edinerek sosyalleşmekte ve toplumun bu kültürle bütünleşmesine aracılık etmektedir. Sadece ibadet değil aynı zamanda ahlâk ve erkân terbiyesi, müzik ve edebiyat zevkleri veren tekkeler bu özellikleri ile yüzyıllar boyunca müntesiplerini hem erdem ve zararafet sahibi hem de sanatın birçok dallarında üstat kimseler olarak yetiştirmişlerdir. Özellikle şiir ve musiki alanında tekkelerden sayılamayacak kadar çok isim yetişmiştir.Özellikle Osmanlılar zamanında fethedilen topraklarda cami ve medreseyi içeren külliyelerin kimi zaman bünyesinde kimi zaman da ayrı yerlerde olmak üzere tekkelerin tesisine önem verilmesi bu kurumların toplumsal dinî hayatın bir parçası haline geldiğini göstermektedir.

Temelde nefis terbiyesi veren ve insanın bencil duygularıyla cihat etmesi esasında kurumsallaşan tekkeler gerektiği zamanlarda eli silahlı düşmanla doğrudan cihat yapmak üzere müritlerini cepheye de göndermekte tereddüt etmemişlerdir. Son olarak Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı’nda bunun örnekleri görüldüğü gibi önceki yüzyıllarda sınır boyu ribatlardaki dervişlerin görevleri bir yandan da düşmanla savaşmak olmuştur.     

Müslüman coğrafyanın hemen her bölgesinde bir halk inisiyatifi olarak vücut bulan tekkeler, tamamlayıcı ve besleyici işlevleriyle devletin de saygı, destek ve himayesini görmüşler; hatta Osmanlılar örneğinde görüldüğü gibi, yönetimin en tepesinden başlamak üzere her kademeden devlet adamı çeşitli tarikatler vasıtasiyle tekkelerin mensubu olmuşlardır. 

Tekkedeki faaliyet her ne kadar insandan insana bir irşad eğitimi olarak yürütülüyor olsa da yine kitaba dayalı bilgiden uzak kalınmıyordu. Bu amaçla birçok tekkenin hatırı sayılır miktarda kitap içeren kütüphanesi ve bu kitaplar arasında tasavvuf kitaplarının yanında fıkıh, tefsir gibi diğer dinî ilimlere ait kitaplar hatta astronomi ve benzeri alanlarla ilgili eserlere yer veriliyordu. Ayrıca her tekkenin ortak okuma kitabı olarak tespit edip izlediği eserler bile vardır. Örneğin Mevlana’nın Mesnevi kitabı Mevlevihanelerin yanında bazı Nakşibendî tekkelerinde de program dâhilinde okunan kitaplar arasındadır.

Tekkelerin sayısını, hatta bir şehirdeki tekkelerin sayısını dahi tam olarak tespit etmek imkânsızdır. Zaman içinde tekkelerin bir kısmı kapanmış, yeni tekkeler açılmış olduğu gibi kimi tekkeler bir tarikatten diğer tarikate geçmiş yahut tekke iken medrese, mescit olarak işlevine devam etmiştir. Osmanlı devletinin en büyük şehri olan İstanbul’da on dokuzuncu yüzyılın sonlarında 400 civarında, 1913 yılında yapılan tespite göre ise 259 adet tekkenin mevcudiyeti söz konusudur. Bir diğer büyük şehir olan Bursa’da tekkelerin faaliyetine son verildiği tarihte faal tekke sayısının kırk olduğu bilinmektedir. Bu sayılar diğer şehirlerimiz için de bir kıyas ölçüsü olarak düşünülebilir. Ancak kimi şehir geleneğinde hususi tekke binaları yerine ev-tekke modeli geçerli olmuştur. Buralarda daha sınırlı bir fonksiyonla fakat yine de irşad ve ayin faaliyetinin sürdürüldüğü bir ortam söz konusudur. Ev-tekkeler genellikle tarikat şeyhinin evinin aynı zamanda toplanma yeri olarak kullanılmasıyla ortaya çıkan nispeten teşkilâtsız ve teşrifatsız ayin mekânlarıdır. Mesela bir tarikat şehri olan eski Diyarbekir’de tekke sayılarının düşüklüğü ancak bu şekilde açıklanabilir. On dokuzuncu yüzyılın sonunda bir Kadirî şeyhi olan Şaban Kâmî Efendi,  evini aynı zamanda tekke olarak hizmete açan kişilerden biriydi. Buna mukabil Mevlevî dergâhları ve diğer tarikatlerin asitane olarak hizmet veren yapıları mimarî bakımdan kendilerine özgü bir yapılışta oldukça teşkilâtlı yapılardır.

Tekkelerin yönetimi şeyhlik sistemine bağlı olarak genellikle babadan oğula geçmekteydi. Bu durum zaman içinde her şehirde şeyh ailelerinden müteşekkil öbekler oluşturmuştur. 

TEKKELERİN KURTULUŞ SAVAŞINDAKİ ROLÜ

Kurtuluş savaşına büyük destek veren tekkeler bu mücadelenin başarıya ulaşmasında önemli bir rol oynadılar. Üsküdar’daki Özbekler Tekkesi,Hatuniye Dergahı,Taceddin Dergahı milli mücadelede önemli yeri olan belli başlı tekkelerdi. Ancak kurtuluş savaşının başarıyla sonuçlanmasının ardından yeni Türkiye’de bu kurumların varlığı istenmedi

İslam kültürünün önemli bir kurumu olan Tekkelerin kuruluşu 8. yüzyıla kadar uzanır. İslam’ın sosyal hayatının aktif birer unsuru olan tekke ve zaviyeler İslam dünyasının hemen her yanında farklı isimlerle de olsa mevcut olmuştur. Osmanlı Devleti döneminde Dergah ve asitane adlarının da verildiği tekkelerin küçüklerine zaviye denmekteydi. Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde yaygınlaşan Tekkeler, mescid, semahane,derviş ve misafir odaları, kütüphane, mutfak,kiler ve hayatını kaybetmiş olan dervişlerin,şeylerin,pirlerin türbelerinin bulunduğu bölümlerden oluşmaktaydı. Tekkeler, dervişlerin toplandığı, dini ve ahlaki açıdan eğitimin verildiği, kamil insan yetiştirme kurumlarıydı. Tekkeler aynı zamanda yolcuların yatılı kalabildikleri yemelerinin içmelerinin karşılıksız bir şekilde sağlandığı önemli bir mekandı. 

Tasavvuf ehlinin şeyhlerin,pirlerin,mürşitlerin,derviş ve muhiplerin barındıkları, hizmet ve  ibadet ettikleri bu mekanlar Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde Anadolu’nun dört bir tarafına yayıldı. Özellikle Malazgirt savaşından sonra Anadolu’ya giren Türklerin gaza ve cihad anlayışının diri tutulmasında onların şevkinin artırılmasında önemli roller oynadılar. Osmanlı Devletinin kurulmasında ve gelişmesinde Tekkelerin rolü oldukça büyüktü. Osman Gazi’nin çevresi  Hacı Bektaş-ı Velî¸ Ahi Evran¸ Şeyh Edebali¸ Şeyh Mahmud¸ Ahi Şemsüddin¸ Dursun Fakih¸ Kasım Karahisarî¸ Şeyh Muhlis Karamanî¸ Aşık Paşa ve Elvan Çelebi gibi evliyadan şahsiyetlerle dolup taşmıştı. 

Önemli Osmanlı tarihçilerinden  Ömer Lütfi Barkan Tekkelerin-Dervişlerin fetihlerde ne gibi bir rol üstlendiklerini şöyle ifade etmektedir:"... bazı delillere göre diyebiliriz ki, orta zaman hukukiyatına karşı yeni bir sosyal nizam ve adalet telakkisi taşıyan ve esrarengiz bir din propagandası şekline bürünen misyoner Türk dervişlerinin telkinatı ordularla birlikte ve hatta ordulardan evvel fütühata çıkmış ve karşı tarafı daha evvel manen fethetmiş bulunmaktadır." 

Yine Osmanlı tarihçisi Aşıkpaşazade’nin de belirttiği gibi Osmanlı Devletinin kuruluş ve gelişiminde  Anadolu ve Horasan erenlerinin, Ahi ve Bektaşi kurumlarının; Gaziyânı Rum  (Anadolu Gazileri, Alperenler),  Abdalanı Rum (Anadolu Abdalları, Horasan Erenleri), Ahiyanı Rum (Anadolu Ahileri) ve Baciyanı Rum (Anadolu bacıları)  teşkilatlarının büyük etkisi vardı. 

Osmanlı Devletinin kuruluşunda ve gelişiminde önemli bir rol oynayan tekkeler yüzyıllar boyunca sosyal hayatın, eğitim hayatının önemli bir parçası oldular. II.Mahmut döneminee gelindiğinde değişimin önünde bir engel olarak duran Yeniçeri Ocağı kaldırıldı ve  Yeniçeri Ocağı ile iç içe geçmiş olan Bektaşi tarikatının tekkeleri kapatıldı. Diğer tekkeler ise Tanzimat döneminde Şeyhülislamlığa bağlandı ve bu tekkeler varlığını cumhuriyet dönemine kadar devam ettirdi. Osmanlı devletinin güç kaybettiği, her alanda bozulmaların başladığı son dönemde ise tekkelerin bir kısmı yozlaşmaya başlamıştı. Aynı zamanda Batılılaşmanın her alanda hızlı bir şekilde yaşandığı bu dönemde devlet yöneticileri açısından medreselerle birlikte tekke ve zaviyeler gözden çıkarılmış kurumlar haline gelmeye başlamıştı. 

Tekke ve zaviyelerin bir kısmında yozlaşmalar yaşanmış olsa da bu kurumlar Osmanlı toplumunda önemli bir yere sahipti. I.Dünya savaşı sırasında tekkeler binlerce mensubunu organize ederek, binlerce kişiden oluşan alaylarda birçok cephede mücadele ettiler.  Ülkenin işgale uğradığı dönemde de tekkeler üzerlerine düşen görevi yaptılar. Kurtuluş savaşına büyük destek veren tekkeler bu mücadelenin başarıya ulaşmasında önemli bir rol oynadılar.

Üsküdar’daki Özbekler Tekkesi, Hatuniye Dergahı, Taceddin Dergahı milli mücadelede önemli yeri olan belli başlı tekkelerdi. Ancak kurtuluş savaşının başarıyla sonuçlanmasının ardından yeni Türkiye’de bu kurumların varlığı istenmedi. Hızlı bir inkılap sürecinin yaşandığı Türkiye’de yeni bir toplum oluşturma hedefi vardı. Oluşturulmak istenen yeni toplum modelinde ise tekke zaviyelere yer yoktu. Bundan dolayı herhangi bir ıslah çalışmasına gidilmeden diğer birçok Osmanlı kurumu gibi çıkarılan bir kanun ile kapatıldı.

Yorumlar