Kut Zaferi ya da Kut'ül Amare Zaferi ne zaman yaşandı?

TRT 1 Kanalında önceki sezon Mehmetçik Kutül Amere ismiyle yayınlanan dizi yeni sezona Mehmetçik Kutlu Zafer ismiyle başladı. Dizinin konu aldı meşhur Kut Zaferi ya da Kutül Amare Zaferi nedir, Türkiye ya da Müslümanlar için ne anlama geliyor? Avrupalılar tarafından 'hasta adam olarak' isimlendirildiği bir dönemde Osmanlı İmparatorluğu'nun Büyük Britanya ordusunu tarihi bir hezimete uğrattığı Kut'ul Amare Zaferi batılılar tarafından bilinçli bir şekilde unutturulmak isteniyor. Kut'ul Amare'de Osmanlı ordusu general, subay ve erlerden oluşan 13 bin kişilik bir İngiliz ordusunu savaş meydanına esir almıştı. Bu esaret Büyük Britanya tarihinin en büyük hezimetlerinden biri olarak tarihe geçerken, Osmanlı İmparatorluğu'nun ise son dönemlerinde yaşadığı en büyük zaferdi.

Google Haberlere Abone ol
Kut Zaferi ya da Kut'ül Amare Zaferi ne zaman yaşandı?

Sonhaberler | Haber Merkezi 

TRT1'in merakla beklenen dizisi Kut'ül Amare Mehmetçik dizisi 18 Ocak 2018 itibariyle yeni sezona başladı. Avrupalıların son dönemlerinde 'hasta adam' olarak isimlendirdiği Osmanlı'nın en büyük zaferlerinden Kut'ul Amare batılı bir devletin doğuda uğradığı en büyük yenilgilerden biri olarak tarihe geçmişti. Avrupalıların gözünde tükenmek üzere olan Osmanlı ordusu hiç beklenmedik bir dirençle Büyük Britanya'nın ordusunu esir almıştı. Bu esaret Büyük Britanya tarihine kara bir leke olarak geçerken, Osmanlı'nın şanlı tarihinde kazanılan zaferlere yeni bir zafer olarak eklenmişti. 

Birinci Dünya Savaşı’nda, Osmanlı Ordusu’nun kazandığı son zaferin üzerinden tam 101 yıl geçti. Kut Zaferi ya da Kut'ul Amare Kuşatması, Irak'ın Kut kentinde İngiliz Ordusuna karşı elde edilmişti. 29 Nisan 1916'daki bu savaşta İngilizlerin 6’sı general, 476’sı subay olmak üzere toplam 13 bin 309 askeri esir alındı. Türk ordusu Çanakkale’deki büyük zaferin hemen birkaç ay sonrasında yeni bir zafere imza atmıştı. Osmanlı İmparatorluğu ordusunun son zaferi, Britanya'nın da önemli askeri yenilgilerinden biri olarak tarihe geçen bu olay zaman içinde unutuldu.

Osmanlı İmparatorluğu Birinci Dünya Savaşı’na 29 Ekim 1914’te girdi. Ama Britanya İmparatorluğu’na ait Hint Tümeni 16 Ekim 1914’te, o dönem İngiltere’nin sömürgesi olan Hindistan’ın Bombay limanından, “Mezopotamya Seferi” için Irak’a doğru yola çıkmıştı. Hedef İran’ın Basra kıyısındaki petrol ve doğalgaz kuyularıydı.

- Sayılarla Kut'ul Amare

İngilizler, 3 Kasım 1914’te Basra Körfezi’ne çıkarma yaptı ve İran'ın petrol yataklarının bulunduğu Abadan’a konuşlandı. İki gün sonra da Basra’nın hemen güneyinde yer alan, ikmal ve sevkiyat için stratejik öneme sahip Osmanlı Ordusu denetimindeki Fav Yarımadası’nı ele geçirdiler. Osmanlı İmparatorluğu, bölgedeki askeri birliklerini, kendisi için daha hayati olan Çanakkale, Sarıkamış ve Filistin cephelerine kaydırmıştı. Irak’ın tamamı 38.Tümen’e bağlı az sayıda askere bırakılmıştı.

İngiliz güçleri çok zorlanmadan Basra’ya da girdi. Dicle ve Fırat nehirlerinin birleştiği stratejik Kurna bölgesi de 9 Kasım 1914 tarihinde İngiliz güçlerin denetimine geçti. Osmanlı Ordusu yeni bir savunma hattı oluşturmaya çalışırken, İngiliz ordusu Bağdat’ı ele geçirme planları yapıyordu.

Osmanlı Harbiye Nazırı ve Başkomutan Vekili Enver Paşa, Irak’taki kuvvetlerin başına Yarbay Süleyman Askeri’yi atadı.

Osmanlı’nın gizli servisi Teşkilat-ı Mahsusa’nın kurucularından olan Süleyman Askeri’nin daha önce Libya’da yaptığı gibi, Irak’taki yerel aşiretleri organize ederek savunmayı güçlendirmesi umuluyordu.

Ancak Yarbay Süleyman Askeri’nin, 12 Nisan 1915’te İngiliz mevzilerine doğru başlattığı taarruz başarısızlıkla sonuçlandı. Yenilgiyi kaldıramayan Askeri, intihar etti. Osmanlı birlikleri Nasıriye’ye doğru geri çekildi.

Süleyman Askeri’nin ölümünden sonra komutayı, daha sonra Kurtuluş Savaşı’nda da önemli rol oynayacak bir isim, Albay Nurettin Bey (Nurettin İbrahim Konyar) aldı. Irak ve Havalisi Genel Komutanlığı’na getirilen ve “Sakallı Nurettin” lâkabıyla da tanınan Albay Nurettin Bey 19 Mayıs 1915’te Bağdat’a ulaştı.

İngiliz güçleri de yeni birliklerle sayısını artırdı, bölgedeki askeri varlığını kolordu düzeyine çıkardı. İngiliz birliklerinin başında Orgeneral John Nixon vardı. Nixon da, İngiliz 6. Hint Tümeni’nin komutanlığına General Charles Vere Ferrers Townshend’i getirdi. Townshend’e, çekilen Osmanlı birliklerini izleme ve mümkünse Bağdat’ı alma emri verildi.

Albay Nurettin Bey, bölgedeki düzenli ordu birliklerinin yetersiz olduğunu biliyordu. İngiliz ilerleyişini yavaşlatan taktik muharebelerle, kontrollü bir şekilde askerlerini Bağdat’a doğru çekti. Haziran ayında Amare, Temmuz ayında ise Nasıriye İngilizlerin eline geçti. Kayıp vermeden geri çekilen Osmanlı birlikleri Kut’ül Amare’nin hemen kuzeyinde yeni bir savunma hattı oluşturdu.

Osmanlı Ordusunun başına Alman Paşa

İngilizlerin harekâtı hem Osmanlı hem de müttefiki Almanlar için giderek ciddi bir sorun haline gelmeye başladı. Harbiye Nazırı Enver Paşa, İran ve Irak’taki güçleri yeni takviye birliklerle 6. Ordu adı altında topladı, başına da 72 yaşındaki Alman Mareşal Volmar von der Goltz'u getirdi.

İngilizler, 27 Nisan 1915’te Nurettin Bey’in Kut’ül Amare’nin kuzeyinde oluşturduğu savunma hattına saldırdı. İki gün süren çatışmaların ardından İngilizler Kut’ül Amare’yi ele geçirdi. General Townshend, bu noktayı Bağdat’a yönelik harekâtın merkezi olacak şekilde tahkim etti. Hendekler kazıldı, yüksek siperler inşa edildi ve ağır silahlar yerleştirildi.

Yanlış hesap Bağdat’tan döndü

Albay Nurettin Bey de emrindeki askerleri, son savunma hattı olarak belirlediği, Bağdat’ın güneyindeki Selman-ı Pak’a kadar çekti. Enver Paşa’nın emri ile destek amaçlı gönderilen, Doğu Anadolu’daki 3. Ordu Sağ Cenah Grubu Komutanı Albay Halil Bey, beraberindeki iki tümenle 15 Kasım’da Nurettin Bey’in emrine girdi. Albay Halil Bey, Enver Paşa’nın kendisinden bir yaş küçük olan amcasıydı.

İngiliz General Townshend, 22 Kasım 1915’te taarruz emri verdi. Gün boyu süren şiddetli çatışmalarda İngilizler ilerleme sağlayamadı ve geri çekilmeye başladı.

Osmanlı güçleri, kaçan İngiliz askerlerini takip etti. Nurettin Paşa’nın süvari birlikleri, çekilen düşman birliklerine sık sık saldırılar düzenledi. Townshend, çareyi Kut’ül Amare’ye sığınmakta buldu. İngiliz general yanında bulunan cephane ve yiyeceklerle iki ay dayanabileceklerini hesaplamıştı. Bu süre zarfında Basra’dan gelecek yardımlarla yeniden Bağdat’a taarruza geçebileceğini düşünüyordu. Ama işler düyündüğü gibi gitmedi.

Kut’ül Amare kuşatması

İngiliz birlikleri Kut’ül Amare’ye 3 Kasım’da ulaştı. 6. Hint Tümeni kentteki mevzilerini güçlendirirken, Osmanlı birlikleri de onları kuşattı. Albay Nurettin Bey, Townshend’e bir mesaj göndererek teslim olmasını istedi. İngiliz komutan bu talebi reddetti. Bu arada, 7 Aralık’ta Bağdat’a ulaşan Goltz, cephedeki durumu yerinde görmek üzere Kut’ül Amare’ya gitti.

Albay Nurettin Bey, Mareşal Goltz’un oluşturulan 6. Ordu'nun başına atandığını duyduğunda buna karşı çıkmıştı. Gayrimüslim bir komutanın Müslüman bölge halkı üzerinde iyi bir etki bırakmayacağını düşünen Nurettin Bey, Osmanlı subaylarının İngilizlerle başa çıkabilecek deneyim ve bilgiye sahip olduğunu belirten görüşlerini İstanbul’a bildirmişti.

Nurettin Bey, Goltz ile savaş planları üzerine de fikir ayrılığına düştü. Nurettin Bey, hemen taarruza geçmek ve Kut’ül Amare’de bulunan İngilizleri kesin yenilgiye uğratmak istiyordu. Goltz ise takviye güçler gelmeden böyle bir hamlenin yanlış olacağını düşünüyordu.

Nurettin Bey’in emri ile gerçekleşen saldırı, Kut’ül Amare’deki İngiliz gücü tarafından püskürtüldü. Osmanlı ordusu ağır kayıplar verdi. Bunun üzerine Goltz, 6. Ordu’nun Dicle Grubu komutanlığını Nurettin Bey’den alıp, Halil Paşa’ya verdi.

Hem kuşatma, hem muharebe

Halil Bey, bir yandan General Townshend’in birliklerini kuşatma altında tutacak diğer yandan da Basra’dan gelecek yardım güçleriyle savaşacaktı.

Kut’u kuşatan Osmanlı ordusu, kentin etrafına sağlam mevziler kazdı. Nehir yoluyla gelecek düşman birlikleri için engeller konuldu.

İngilizlerin Mezopotamya Seferi kumandanı Orgeneral Nixon, Kut’ta kuşatılan birlikleri kurtarması için General Fenton John Aylmer komutasında 19 bin kişilik bir güç gönderdi. General Aylmer, Ocak-Mart 1916 aralığında defalarca Osmanlı hatlarını aşmaya çalıştı. Ancak, çok ağır kayıplar veren Aylmer’in güçleri geri çekildi. Bu başarısızlığın üzerine Orgeneral Nixon, Mezopotamya Seferi komutanlığından alındı ve yerine Orgeneral Percy Lake atandı.

Zorlu doğa koşulları ve hastalık

Askerler büyük çoğunlukla kızgın güneşin altındaydı. Harekâtın gerçekleştiği alanlar Dicle ve Fırat nehirlerinin arasında olduğu için bataklıklar, sazlıklar ve düzensiz taşkınlar askeri birliklerin intikalini zorlaştırıyordu. Bataklıklar ve sivrisinekler nedeniyle hastalık kol geziyordu.

Tifüs gibi bulaşıcı hastalıklar her iki ordunun da ortak düşmanıydı. Osmanlı 6. Ordu Komutanı Goltz Paşa da tifüse yakalanarak 72 yaşında Bağdat’ta öldü. Henüz 33 yaşında olan Halil Bey, bir süre vekâleten, 22 Nisan 1916’da gelen emirle Tuğgeneralliğe terfi edince de asaleten 6. Ordu komutanı ve Irak Genel Valisi oldu.

Bir milyon sterlin rüşvet teklifi

Nurettin Bey bir, Halil Paşa da iki kez kuşatma altındaki General Townshend’e teslim olması için mektup gönderdi. İngiliz general her seferinde olumsuz yanıt verdi.

Umudu iyice azalan, askerleri açlık ve hastalık nedeniyle zayıflayan Townshend, Halil Paşa’ya farklı teklifler sundu. Esir düşmek istemeyen İngiliz general, bir daha Osmanlı ordusuna savaşmamak kaydıyla serbest bırakılmayı, tüm silahlarını teslim etmeyi ve Halil Paşa’nın şahsına bir milyon sterlinlik çek vermeyiönerdi. Onca savaştan sonra, esir alınmalarının bir gereklilik haline geldiğini belirten Halil Paşa, İngiliz silahlarının işlerine yaramayacağını belirtti. Townshend’in 1 milyon sterlinlik rüşvet teklifini ise “bir şaka” olarak kabul ettiğini söyleyerek reddetti.

İngilizler birinci teklifleri reddedilince ikinci bir teklifle geldiler. Teklifin yazılı olduğu mektubu Halil Paşa’ya ulaştıran isimlerden biri dikkat çekiciydi. Arapları Osmanlı İmparatorluğu’na karşı ayaklanmaya kışkırtan ünlü İngiliz casusu Thomas Edward Lawrence, yani Arabistanlı Lawrance... İngilizler, Halil Paşa’nın para teklifinden rahatsız olduğunu anlamış, bu hatalarını düzeltmeye çalışıyordu. Yeni teklife göre, iki milyon sterlin değerinde para Osmanlı Devleti’ne verilecekti. Diğer talepler aynıydı.

“Julnar” ile son deneme

Kut’ül Amare’de sıkışan İngiliz birliklere son yardım çabası da “Julnar” buharlı gemisi oldu. Gemi 270 tonluk erzak ve cephaneyle Osmanlı birliklerinin ateş açmasını müteakip karaya otrudu. Türk askerleri, hedefine ulaşması halinde Townshend’in iki ay daha dayanmasına yetecek malzemeyle dolu bu gemiye “Kendi Gelen” adını verdiler. Gemi, çalışır durumda, üç makineli tüfeği ile birlikte Osmanlı Ordusu’nun nakliye filosuna katıldı.

Kut’ül Amare’de erzak sıkıntısı çeken İngiliz güçleri at ve katırları keserek beslenme ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyordu.

Generaller de esir oldu

Açlık ve hastalığın yanı sıra İngiliz ordusunun cephanesi de git gide tükeniyordu. Townshend, elinde kalan silah ve mühimmatı imha ederek, 29 Nisan 1916 günü, 6’sı general, 476’sı subay toplam 13 bin 309 askerle teslim oldu. Bu, İngiliz ordusunun uzun zamandır esir düşen en kalabalık askeri gücüydü.

Halil Paşa, teslim olan General Townshend’in kılıcı ve iki tabancasını kendisine geri verdi; bundan böyle esir değil, padişahın misafiri olduğunu söyledi.

Esir askerler Halep ve Anadolu’nun farklı kentlerine gönderildi. İngiliz general Townshend ve kurmayları ise 147 günlük kuşatmanın ardından kurmaylarıyla birlikte İstanbul’a götürüldü. Bağdat’tan İstanbul’a 22 günde getirildiler. Townshend , I. Dünya Savaşı’nın sona erdiği Kasım 1918’e kadar yaklaşık 2,5 yıl, Heybeliada ve Büyükada’da sürgünde kaldı. Enver Paşa, Townshend’i çok iyi karşıladı, esaretinin bir misafirlik havasında geçmesini sağladı. Polis takibi altındaydı ama serbest hareket edebiliyordu. Townshend, İstanbul’da bulunan en yüksek rütbeli İngiliz askeri olması nedeniyle, I. Dünya Savaşı sona ererken, Mondros Mütarekesi’ne katıldı. 1919 yılında Londra’ya döndüğünde ise, limanda sadece karısı Alice, büyük kızı Audrey ve köpeği Spot’tan başka karşılayan kimse yoktu. Dönüşü sonrası İngiliz ordusu ona yeni bir görev vermeyeceğini açıkça bildirdi. Townshend için Kut’ül Amare kuşatması kariyerinin sonu olmuştu.

Kut’ül Amare’den sonra…

Osmanlı İmparatorluğu’nun Çanakkale ve Irak cephesindeki zaferlerine rağmen başarı kalıcı olamadı. Irak’ta konuşlu güçlerine diğer cephelerden takviye gönderen İngilizler, sekiz ay sonra 50 bin kişilik orduyla yeniden Kut’ül Amare’ye saldırdı.

25 Şubat 1917’de Kut’ül Amare yeniden İngilizlerin eline geçti. 11 Mart 1917’de onu Bağdat izledi.

Zaferin komutanı Halil Paşa, soyadı kanununun ardından Kut soyadını aldı.

Kut’ül Amare’de bacağına bir şarapnel parçası gelerek ciddi şekilde yaralanan Binbaşı Clement Attlee, 1945-1951 yılları arasında, İngiltere’nin başbakanı oldu.

Halil Paşa’nın anıları

Tarihçi-yazar Şevket Süreyya Aydemir, Kut’ül Amare Muharebesi’nin muzaffer komutanı Halil Paşa’nın anılarını kaleme almıştı. Aydemir, 1967 yılında, Paşa’nın ölümünden on yıl sonra anılarını Akşam gazetesinde tefrika halinde yayımladı. Kut’ül Amare Zaferi’nin 100. yıldönümü nedeniyle, Halil Paşa’nın anıları aslına sadık kalınarak ilk kez bir kitap halinde basıldı. (Kutü'l-Amare Kahramanı Halil Kut Paşa'nın Hatıraları - Yayına Hazırlayan: Erhan Çifci)

Erzurum’da hüzünlü veda

Halil Bey, Irak’a sefer emri aldığında henüz 33 yaşındaydı ve paşa olmamıştı. Bağlı olduğu III. Ordu Sağ Cenah Grubu hâlâ Ruslarla savaş halindeydi. Ancak derhal yola koyulması gerekiyordu:

“Cepheden ayrılmadan önce Erzurum’daki Ordu Kumandanı Mahmut Kamil Paşa’yı ziyaret ettim. Bu veda sırasında onun bir cümlesini hâlâ hatırlarım. Ayrılırken kumandan elimi avucunda uzun zaman tuttu ve yüzüme bakarak hazin bir sesle şöyle konuştu: ‘Halil, Irak’a gideceksin, Bağdat’ı kurtaracaksın ama Erzurum düşecek…’ Mahmut Kamil’le birbirimizden ağlaşarak ayrıldık. Evet, Bağdat’ı gerçi bir süre için de olsa kurtardık. Ama Erzurum düşecekti ve düştü de. Ben ise emrime verilen 51. ve 52. Tümenleri de alarak Irak’a koşmak zorundaydım. Problemler gittikçe çatallaşıyordu.”

Ölüm-kalım yolculuğu

Halil Bey hemen yola koyuldu. Ama yolda rahatsızlandı. Siirt Çayı kenarında apandisit iltihabı teşhisi konuldu. Ama orada ameliyat olmasının imkânı yoktu. Bu halde ata binmesi de imkânsızdı. Köylülerden temin edilen koyun postu ile kelek (sal) yapıldı. Acılar içindeki komutan keleğin içine yatırıldı. Yolculuk nehirde devam etti:

“Durum hiç iyi değildi. Bu iltihap patlayabilirdi. Derhal bir Peritonit başlayabilirdi. Hülâsa, her an ölebilirdim. Ama ölmedim. Siirt Çayı üzerinden güneye aktık. Etrafta korkunç bir sessizlik, fakat vahşi bir azamet vardı. Nihayet bir gün salımız Musul’a vardı.”

İngiliz General'in Kut Anıları

İngiliz general Charles Vere Ferrers Townshend, 1920 yılında yayınlanan “Mezopotamya Seferim” (My Campaign in Mesopotamia) kitabında, Basra Körfezi’ne çıkarma yapılan günden, Halil Paşa’ya teslim olduğu güne kadar geçen 1 yıl 5 ayda neler yaşandığını yazdı.

Padişah Mehmet Reşat’ın kurdurduğu, “Tarih-i Asker-i Osmanî Encümeni” de kitabı çok kısa bir sürede çevirdi ve İngiliz komutanın bazı ifadelerine dipnotlar düşerek 1921’de Osmanlı Türkçesiyle yayınladı.

Böylece ortaya savaşa katılan her iki tarafın da görüşünü yansıtan bir muharebe analizi çıkmış oldu. Bu önemli kitap günümüz Türkçesi ve Latin harfleriyle de basıldı.

Basra Körfezi’ne çıkarma

İngiliz 6. Hint Tümeni komutanı General Arthur Barrett, Şuayyibe muharebesi öncesi rahatsızlanınca Kolordu Komutanı General John Nixon, Hindistan’da bulunan Charles Vere Ferrers Townshend’i yerine atar. General Townshend derhal yola koyulur:

“Karaçi’den 18-19 Nisan 1915 ece yarısında hareket ettik... Basra’ya kadar beş gün geçti. 23 Nisan’da günün ilk ışıklarıyla birlikte Fav’a, öğle vakti Sattül Arab’ın denize döküldüğü yerden 95-125 km mesfede bulunan Basra’ya ulaştık. Basra’yı çok sıcak buldum.”

Yorumlar