Osmanlı ordusunun 'Deliler'i beyaz perdede

Osmanlı ordusunun en gözü kara birliği olan Deli Akıncı Grubu'nu anlatan film yapıldı.

Google Haberlere Abone ol
Osmanlı ordusunun 'Deliler'i beyaz perdede

Osmanlı Devleti'nin dünyayı titreten ordusunun fedaileri olarak anılan Deliler Akıncılar Grubu, beyaz perdeye taşındı. Hazırlıkları yaklaşık 2 yıl süren ve yönetmenliğini Osman Kaya'nın üstlendiği filmin Aksaray'da gerçekleştirilen çekimlerinde sona gelindi. Osmanlı Devleti'nin 1459-1460 yılları, Osmanlılar, Deliler Akıncı Gubu'nun konu edildiği filmin geniş oyuncu kadrosunda, Erkan Petekkaya, Rüzgar Aksoy, İsmail Filiz, Nur Fettahoğlu, Demet Tuncer, Yetkin Dikinciler, Gülşah Şahin, Batın Uçan, Namık Rüstem Khanlı, Kamil Güler, Serhat Şahin, Mehmet Ali Karakuş, Mehmet Pala, Baran Öztürk de yer alıyor.

"İnanılmaz bir görsel şov var"

Filmin yapımcılığını üstlenen ve "Gökkurt" karakterini canlandıran Cem Uçan, Aksaray'da kurulan sette basın mensuplarına yaptığı açıklama, 8 yıldır bu projenin üzerinde çalıştığını söyledi. Uçan, Deliler Akıncılar Grubu'nun, Osmanlı'nın en cesur süvarileri olduğunu ve dünyada taklidi yapılan ilk askeri birlik olduğunu kaydetti.

Proje tasarımı ve genel hikayeyi kendisinin hayata geçirdiğini aktaran Uçan, şu bilgileri verdi: "Çok zor bir iş, zor bir proje çekiyoruz. Son dönemlerin en yüksek bütçeli işini çekiyoruz. 7 haftadır buradayız. Şu anda bir haftamız kaldı. Görsel anlamda izleyicilerimiz bir şov izleyecek. Hikaye anlamında da müthiş bir hikaye izleyecekler. Ülkemizde şöyle bir algı vardı; 'İnsanlar Taht Oyunları (Game of Thrones)' ve Vikingler (Vikings) gibi filmler çekiyor, müthişler... Aslında biz de yapabiliriz ama şundan dolayı, bundan dolayı yapamıyoruz.' Biz onlardan daha iyi yapabiliriz. İzlediklerinde benim ne anlatmak istediğimi çok daha iyi anlayacaklar. İnanılmaz bir görsel şov var. Aksiyon anlamında müthiş bir film çekiyoruz. Çok zor sahneler çektik ve tehlikeli anlar yaşadık çekimler esnasında. Tuz Gölü'ndeki çekimlerde atlı kazalar yaşadık."

"Biz ülke olarak rahat rahat dünya standartlarında işler yapabiliriz"

Hikayenin Fatih Sultan Mehmet döneminde, 1459-1460 yıllarında geçtiğini dile getiren Uçan, filmin hikayesi hakkında bilgi verdi. Filme çok büyük emek harcadıklarının altını çizen Uçan, "Hollywood yapıyor ve ağzımızı açarak izliyoruz. Bu filmin Türk filmi olması, Türk bir ekibin yapması, yapımcısının Türk olması, bütün ekibin Türklerden oluşması çok gurur verici benim için. Biz ülke olarak rahat rahat dünya standartlarında işler yapabiliriz. Yeter ki yapmak isteyelim." ifadelerini kullandı. Uçan, "Kazıklı Voyvoda"yı Erkan Petekkaya'nın, "Fatih Sultan Mehmet"i ise Rüzgar Aksoy'un canlandırdığını kaydetti. 

"Her sahneyi heyecanla çekiyoruz"

"Aşgar" karakterini canlandıran İsmail Filiz de Cem Uçan'ın bu filmle hayalini gerçekleştirdiğine işaret ederek, "Bana ilk anlattığında aynen bu şekilde heyecanlıydı. Film içinde de hep heyecanını gördük, görüyoruz. Aynı heyecanı biz de yaşıyoruz ama diğer projelerden farkı, bu projede gerçekten kopmadık. Her sahneyi heyecanla çekiyoruz." ifadelerini kullandı. Kostümlerin inanılmaz iyi olduğunu belirten Filiz, "İnanılmaz mekanlarda çekimler yaptık. Ihlara Vadisi'nde ufak tefek kazalar oldu. Hiçbir canlıya zarar vermedik. Üzerimizdeki kürkler gerçek değil. Aşgar karakterini oynuyorum. Çok yakın bir arkadaşını kaybetmiş bir asker. Onun travmasıyla başlıyor ve yolculuk sırasında o da kendi hikayesini kuruyor." diye konuştu.

Bir süre önce ABD'ye yerleşen ve film için Türkiye'ye gelen oyuncu Demet Tuncer ise "Roza" karakterini canlandırdığını belirterek, "Daha önce filmi yapılmamış ve çok ilginç bir hikaye. Sete geldiğimde bana çekilen sahnelerin ham görüntülerini izlettiler. Çok gurur duydum, harika bir iş. İçinde olmasaydım bile gurur duyacağım bir iş." dedi. "Alaca" karakterini canlandıran oyuncu Nur Fettahoğlu ise setin muazzam bir şekilde devam ettiğini ve çok heyecanlı olduğunu dile getirdi.

Hazırlıklar 2 yıl sürdü

Hazırlıkları yaklaşık 2 yıl süren ve yönetmenliğini Osman Kaya'nın üstlendiği filmin konusu şöyle: "1458-1460 yılları arasında Romanya Prensi Vlad, Fatih Sultan Mehmet'in gönderdiği Osmanlı elçisini infaz eder. Bunun üzerine Fatih Sultan Mehmet, Baba Sultan'a, Vlad'ı öldürtmesi için ferman verir. Baba Sultan 7 kişiden oluşan Deliler Birliği'ni Kuman ile birlikte Edirne'den Targovişte'ye gönderir. Bu 7 kişi; Gökkurt, Çebi, Suskun, Adsız, Mübariz, Kongar ve Aşgar'dır.

Deliler, Alaca köy yakınlarından geçer. Bu sırada köyde olay olduğunu fark eder ve köye doğru hareket eder. Vlad'ın çeteleri köyü yağmalar. Demirci, bu zulme karşı çıkmak isterken öldürülür. Kızı, Alaca çetenin arasında kalır. Deliler Alaca'yı, Vlad'ın çetelerinden kurtarır ve yanlarına alırlar. Suskun da bu sırada annesi öldürülmüş bir bebeği yolculukta yanına alır. Deliler, Vlad'ı infaz etmek için şatosuna gider."

OSMANIL ORDUSUNDA BÖYLE BİR BİRLİK VAR MIYDI?

Osmanlı fetihlerinin sürdüğü ve toprakların genişlemeye devam ettiği dönemde Rumeli sınır boylarında düşmanlara korku salan yeni bir askeri sınıf ortaya çıkar. Vahşi hayvanların derisinden yapılmış başlık ve elbiseler giyen, vahşi görünüşleri ile düşman askerlerinin yüreğindeki en ilkel korkuyu açığa çıkaran bu yeni süvari sınıfına halk Deliler adını verir.

Tarihi belgelere bakacak olursak Deliler denilen bu sınıf ilk olarak 15. yüzyılın ortalarından başlayarak görünmeye başlar ve 16. yüzyılda tam bir düzene erişir. Tarihçi Neşri’nin aktardığına göre 1444 yılındaki Varna ve 1448 yılındaki Kosova Muharebeleri’nde Deliler Osmanlı ordusunun bir parçası olarak savaşırlar.

Halk onlara Deliler lakabını takmıştı ama bu lakap akıl sağlıklarının yerinde olmamasından değil, tam anlamıyla gözükara olduklarından dolayı verilmişti. Yine eski kaynaklara göz gezdirdiğimizde bu insanlara neden Deliler denildiğini Fransız mühendis ve asker Alain Manesson Mallet’ın 1684 yılında yayınlanan Les Travaux de Mars ou l’Art de la Guerre adlı eserinde görebiliyoruz:

Bunlar öylesine cesurdurlar ki bir kralın hizmetine girdikten sonra, onları vazgeçirebilecek hiçbir ceza korkusu yoktur. Bu nedenlerden dolayı Türkler onlara deli adını vermişlerdir ve bu ad, dillerinde “gözü pek” anlamına gelir.

Yine bir başka Fransızca kaynakta, 1672’de, Fransız elçisi maiyetinde İstanbul’a gelen Antoine Galland’ın yayınlanan günlüklerinde Delilerden şöyle bahsedilir:

Deli sözü Türkçede mecnun anlamına gelir, ama bundan bu adamların mecnun ya da akıllarını yitirdikleri anlamı çıkarılmamalıdır. Bu, kendilerini tehlikeye atmak konusunda gösterdikleri azim ve inattan, nefislerini tehlikeye gerçekten deli imişçesine bir pervasızlıkla atışlarından dolayıdır.

Deliler Nasıl Ortaya Çıktı?

 Delilerin ortaya çıkmasın nedeni, bizzat Osmanlı’nın kendi iç sorunları, yani taht kavgaları, Anadolu’nun her yerinde beklenmedik biçimde patlak veren ayaklanmaların yarattığı kargaşaydı. Çoğu zaman Rumeli sınır beyleri bu ayaklanmalara hazırlıksız yakalandıklarından önlem almakta oldukça zorlanıyordu. Böylesine beklenmedik tehlikeler karşısında bir daha hazırlıksız yakalanmaktan çekinen Rumeli sınır beyleri, en sonunda akıncılardan farklı olarak doğrudan kendilerine bağlı hafif atlılardan oluşan süvari birliklerini çözüm olarak gördüler. Ve böylece Deliler tarih sahnesindeki yerlerini aldı.

Başlangıçta Semendire, Bosna gibi Rumeli’nin önemli merkezlerinde kurulan Deli askeri teşkilatı zamanla büyüdü, önceleri küçük bir bölük biçiminde yalnızca sınır beylerinin muhafız birlikleri iken, gün geçtikçe Osmanlı ordusunun en korkutucu savaş unsurlarından birisi durumuna yükseldi.  Kuruluş yıllarında yalnızca Rumeli’deki sınır beyliklerinde görev alan Deliler XVII. yüzyıldan itibaren merkezde veziriazamın, Anadolu’daki vezir ve beylerbeyilerin maiyetlerinde de oluşturulmuş ve tamamen ücretli maiyet askeri statüsüne geçmişlerdi.

Genelde Beylerbeyi’nin ya da Bosna ve Semendire sancak beylerinin maiyetinde bulunan deliler aylıklarını hizmet ettikleri bu beylerden alırlardı. Ne sadakatlerinden ne de cesaretlerinden en ufak kuşku duyulmadığı için de bu beylerin özel korumaları olmaları son derece olağandı. Öyle ki, Osmanlı tarihinde sıkça görülen, Yeniçeriler ve diğer askerler tarafından başlatılan ve çoğu zaman bir devlet büyüğünün katli ile sonuçlanan olayların hiçbirine Deliler’in katılmadığını görürüz. Barış dönemlerinde etkileyici ve sıradışı kıyafetleri ile sadrazamların düzenlediği divan alaylarının en önünde giden Deliler sadrazamlara yol açar, olası suikastlara karşı efendilerini korurlardı. Sefer sırasında ise ordunun en ön safında giden Deliler korku bilmeksizin düşmanın içine dalar, onların hatlarını yarmaya çalışır ve canlı esir ele geçirerek düşman hakkında bilgi edinmeye çalışırdı.

Sultan III. Murat’ın oğullarının sünnet şenliğinde Deliler sultanın önünde hem binicilik yeteneklerini hem de daha sonra çıplak bedenlerine sapladıkları çeşitli kesici aletlerle, dayanılmaz acılara dayanabildiklerini ve sultana olan ölümüne sadakatlerini göstermişlerdir.

İtalyan Danilo Cartacci ve usta heykeltıraş Mariano Numitone’nin Word Expo 2005’te Best of Show ödülünü kazanan, Delileri anlatan Too Late! (Çok Geç) isimli diorama çalışması.

Deli Ocağı’na katılmak kolay değildi. Öyle her isteyen Delilere katılamıyordu. Delilere katılmak isteyen bir kişinin öncelikle iki temel koşulu yerine getirmesi gerekiyordu: Gösterişli ve korkutucu bir fizik yapısına sahip olmak, savaşmaktan ve ölmekten korkmadığını, cesaretini kanıtlamak.

Deli Ocağı’na mensup olmanın önemi tarihi vesikalardan anlaşılmaktadır. Herkesin gelişigüzel kabul edilmediği bu ocağa dahil olmak için de bazı şartların yerine getirilmesi zorunluydu. Delilere katılmak isteyen kişinin yerine getirmesi gereken iki temel şart vardı. Gösterişli bir fiziki yapıya sahip olmak ve cesaretini, savaşma becerisini kanıtlayabilmek. Cesaretlerini ve savaş aletlerini kullanmaktaki hünerlerini kanıtlamak için savaşta hiç olmazsa 8-10 düşman süvarisini öldürerek zaferle dönmeleri yine Delilerden beklenen şeylerdi. Bu koşulları yerine getirip kendini ve cesaretini kanıtlayarak eğitim aşamasını başarıyla tamamlayan Deliler, düzenlenen bir tören ile yemin eder ve ocağa özgü başlıklarını giyerek Deliler Ocağı’na resmen katılmış olurlardı. Bayrak adı altında 60’şar kişilik küçük ocaklara ayrılan Delilerin birkaç ocağı bir delibaşının emrine verilirdi. Delilere katılmak için ırk ya da dinin bir önemi yoktu. Genellikle Türklerden oluşmasına karşın Deliler Ocağı’nda Boşnak, Sırp ve Hırvatlara da rastlamak olasıydı.

Delileri Osmanlının diğer askeri birliklerinden ayıran en önemli özellikleri hiç kuşkusuz kıyafetleriydi. Delilerin elbiseleri aslan, kaplan, sırtlan ve ayı benzeri hayvanların kürklerinden yapılır, rahat hareket edebilmek ve yaralandıklarında yaraları ile de düşmana korku salmak için zırh falan giymezlerdi. “Serhatlik” adı verilen yüksek topuklu, sivri burunlu, arkasında mahmuzu bulunan  ve genelde sarı renkte deri çizme veya ayakkabı giyerlerdi.  Delilerin deli kalpağı adı verilen kalpakları çizgili sırtlan, kar leoparı, samur ve pars benzeri vahşi hayvanların derisinden yapılır,  bu kalpakların üzerinde kartal kanadı ya da tüyleri bulunurdu. Kullandıkları başlıca silahlar ise Macar usulü bir mızrak, kılıç, satır balta, bozdoğan, şeşper, gürz ve savaş çekici idi. Delilerin atları da en az kendileri kadar sıradışıydı. Atlar çoğu zaman kartal tüyleri ile süslenir, atın kafası üzerine serilen bir aslan postunun ağzından çıkardı.

Bilinmeyene karşı insanın doğasında var olan ilkel korkunun düşmanın savaşma azmini ne derece etkileyeceği açıktır. En parlak dönemlerinde sayıları on bine ulaştığı düşünülecek olursa, üzerlerine doğru gelmekte olan on bin vahşi görünüşü süvarinin düşman askerleri üzerinde nasıl bir psikolojik etki yarattığını ve dehşete düşürdüğünü anlamak zor olmasa gerek.

Bizanslı tarihçi Khalkokondyles, Delilerle karşılaşan düşmanın durumunu şöyle anlatır:

Delilerle karşılaşan düşman, öncelikle neyle karşı karşıya olduğunu, nasıl bir varlıkla savaştığını, karşısındakinin insan mı insan dışı bir varlık mı olduğunu anlamaya çalıştığı için şaşkınlık içinde kalır.

Delileri Osmanlının diğer askeri birliklerinden ayıran en önemli özellikleri hiç kuşkusuz kıyafetleriydi.Cesaretleri sıkı bir eğitim ile birleştiğinden, en verimli dönemlerinde hiçbir orduda Osmanlı’nın Delileri ile denk başka bir süvari sınıfı daha bulunmuyordu. Khalkokondyles, “Öyle görünüyor ki doğa onlara, herkesin üstünde bir güç ve vücut kuvvetini ve onların gücünü denemek isteyenlerin gücünü aşan düzeyde, rastlanmayan nitelikte bir kılıç kullanma ve savaşma becerisi vermiştir” diyordu. 1828–1829 Osmanlı-Rus Savaşı’ndaki gözlemlerini aktaran İngiliz Sir Adolphus Slade, Delilerin Ruslarla adeta spor yaparak çarpıştığını, Rus siperlerinin dibine kadar sokulup Rus süvarilerine laf atıp onları kızdırdığını ve eğitimli atları ile Rus piyade saflarını adeta parçaladığını anlatır. Atlarıyla adeta bütünleşen delilerin manevralarına ayak uydurmak o kadar zordur ki, Sir Adolphus Slade, Rus topçusunun çok ender olarak Delilere zarar verebildiğinden bahseder. Deliler diğer düşman ordularına da esin kaynağı olmuştu. Polonyalılar (Lehler) sarı botlar, göğsü kapatan parlak zırhlar, uzun kartal kanatları ve leopar  derileri ile kendi Delilerini yaratmışlar ve bunlara “Winged Hussars” yani “Kanatlı Atlılar” adını vermişlerdi.

Korkutucu görünümleri,  olağanüstü cesaretleri ve savaşma azimleri ile Deliler, Osmanlı ordusuna uzun yıllar boyunca mükemmel biçimde hizmet ettiler. Fakat zaman içinde tüm Osmanlı’yı tutsak alan bozulmadan ve yozlaşmadan Deliler de nasiplerini almışlardı. Emrinde oldukları beylerin sık sık görevden alınmaya başlamasıyla birlikte Deliler başıboş ve işsiz kalınca bunun sonucu olarak askeri disiplinlerini yitirdikleri gibi halka eziyet etmeye ve köylere saldırmaya başladılar. Sonunda II. Mahmud tarafından 1829 yılında  Deliler Ocağı lağvedildi ve karşı koyanların öldürülmesiyle bir dönem de kapanmış oldu.

Yorumlar