Nil ve Kızıldeniz hattında güçler dengesi ve jeopolitik açılımlar

Nil nehri ve Kızıldeniz iki önemli su yolu olmalarının ötesinde, dünya tarihinin son bin yıllık döneminde önemli birer ticari merkez olmakla, bölgedeki iktisadi, sosyal ve siyasi dinamikleri etkileme kapasitesine de sahip olmuşlardır.

Google Haberlere Abone ol
Nil ve Kızıldeniz hattında güçler dengesi

Osman Kağan Yücel

Nil nehri ve Kızıldeniz iki önemli su yolu olmalarının ötesinde, dünya tarihinin son bin yıllık döneminde önemli birer ticari merkez olmakla, bölgedeki iktisadi, sosyal ve siyasi dinamikleri etkileme kapasitesine de sahip olmuşlardır. Afrika’daki en eski ticari faaliyetler Sudan’ın doğu bölgesi, Afrika Boynuzu ve Kızıldeniz limanlarından aşağıya, sahillere ve iç bölgelere inen bir güzergâha sahipti. Buradaki ticari rotalar Afrika’nın iç bölgelerine nüfuz etmeyi sağladığı gibi, Kızıldeniz, Nil ve Batı Afrika’nın uzak sahillerine kadar uzanması nedeniyle, sadece ekonomik faaliyetlerle kalmamış, dini ve kültürel etkileşimleri hızlandırarak buralarda İslam tarihinin önemli medeniyetlerinin kurulmasına da vesile olmuştur. Binlerce yıldır var olan bu ticari rotalar günümüzde farklı yönlere doğru kaymış veya değişime uğramış olsa da Kızıldeniz ve Nil nehri hattının jeopolitik konumu devamlılık arz etmiştir.

Nil ve Kızıldeniz hattı günümüzde de coğrafi konum itibarıyla birbirine paralel iki ulaşım yolu vasfını koruyor; aynı zamanda askeri, stratejik, ekonomik boyutuyla bu hat bölgesel ve küresel güçlerin de odak noktası haline geldi.

Nil nehrinin Akdeniz’den kıtanın iç bölgelerine kadar kısmen ulaşıma imkân veren özelliğiyle beraber, 17 Kasım 1869 yılında Afrika’yı bir ada haline getiren Süveyş kanalının açılmasıyla, Kızıldeniz Akdeniz ve Hint okyanusunu birbirine bağlayarak bölgenin kapısı olmuştur. Bu süreklilik dolayısıyla Nil ve Kızıldeniz hattı günümüzde de coğrafi konum itibarıyla birbirine paralel iki ulaşım yolu vasfını koruyor; aynı zamanda askeri, stratejik, ekonomik boyutuyla bu hat bölgesel ve küresel güçlerin de odak noktası haline geldi. Bu iki su yolunun, tarihi kesişim noktaları nedeniyle, günümüzde dahi yaşanan olaylarda birbirlerini etkileme ve jeopolitik konumlanmalardaki tercihlere doğrudan veya dolaylı etkide bulunma kapasitesi vardır. Bölgesel güçler olarak Mısır, İsrail ve Körfez ülkeleri üçgeninde teşekkül eden güçler dengesi, Etiyopya’nın 2011 yılında yapımına başladığı ve bitirmek üzere olduğu Hedasi barajıyla yeni bir boyut kazanmış durumda.

Etiyopya’nın iktisadi ve demografik kalkınması ve Hedasi barajının hem yönetici elitlere hem de halka ülkenin imparatorluk bakiyesi olduğunu hatırlatarak moral üstünlük sağlaması, hiç şüphesiz Kızıldeniz’deki güçler dengesini ve jeopolitiği etkileyecek hamleler.

Nasır’dan Mübarek’e Kızıldeniz, Nil güvenliği politikaları ve jeopolitik öncelikler

Mısır’da 1952 yılında “Hür Subaylar” darbesiyle iktidara gelen askeri elitler İngilizlerin sömürge politikalarının devamı niteliğindeki Süveyş kanalı vasıtasıyla Kızıldeniz’de üstünlük sağlamayı, 1929 Nil rejiminin güncel hali olan 1959 Mısır-Sudan Nil Anlaşması ile nehrin üstündeki Mısır hegemonyasını sürdürmeyi amaçlıyordu. Ekonomik getirileri ve stratejik konumlarından dolayı bu iki hat, Mısır için tasarrufu zaruret teşkil eden meseleler arasındaydı. Bunun yanı sıra Süveyş’in millileştirilmesi ve Nil üzerine inşa edilecek Asvan barajı, yeni yönetime meşruiyet sağlayacak olması bakımından da önem arz ediyordu. Cemal Abdünnasır’ın hem Nil hem de Kızıldeniz’deki hakimiyet politikalarına karşın Etiyopya Kralı Haile Selassie’nin Ortadoğu ve Arap ülkelerinden uzak durma siyaseti izlemesi, Nasır’ın iki su hattında güç dengesini lehine çevirme hevesine yardımcı oldu.

Pek de önemsenmeyen Afrika ülkeleriyle ilişkiler, Nasır’ın 1970 yılında ölmesinin ardından Enver Sedat ve Butros Butros-Gali ile yeniden formüle edilmiş, özellikle Etiyopya ile yakın temas içinde olunması sağlanmıştı. Mısır bu dönemde kıtadan izole bir şekilde sürdürülen dış politikanın Kızıldeniz ve Nil hattındaki varlığının devamlı olamayacağını fark ederek Etiyopya ve Nil kıyıdaşlarıyla diplomatik ilişkileri hızlandırmış, Kızıldeniz, Afrika Boynuzu ve Sudan ile ilişkilerini güçlendirmeyi hedeflemişti. Butros Butros-Gali hatıralarında aktardığına göre, Enver Sedat’a Nil’in su kaynağına yüzde 85 oranında sahip bir ülkeyle yakın ilişkilere girmemenin Mısır’ın çıkarlarıyla örtüşmeyeceğini, Nil sularının güvenliği ve hakimiyetin devamı için Etiyopya ile işbirliği yapmaktan başka alternatiflerinin olmadığını söylemişti. Ayrıca Mısır’ın Sovyet güdümündeki Etiyopya’daki komünist Derg rejimi ve Somali’deki Siad Barre ile yakınlık kurması riskleri düşük seviyede tutabilirdi. Tüm bunlara karşın Enver Sedat’ın Kızıldeniz’in Araplaştırılması siyasetine devam etmesi, 1979 yılında Mısır-İsrail barışını getirecek Camp David anlaşmasının akabinde Mısır’ın girebileceği muhtemel bir savaşın ancak Nil suları için olabileceğini açıklaması, bölgedeki statükonun kısa vadede devam edeceğini, ama uzun vadede sürekli olmayacağının sinyallerini veriyordu.

Mısır’ın Kızıldeniz ve Nil hattındaki çıkarlarını korumak için Afrika kıtasından kendisini tecrit etmesinin fayda sağlamadığını, Sedat suikastı sonrasında ülke yönetimini devralan ve uzun yıllar boyunca iktidarda kalan Hüsnü Mübarek de fark etmişti. Mübarek Mısır’ın dış politikasını, bölgedeki çıkarları doğrultusunda, Araplık ve Afrikalılık arasında sürdürmeyi başarmıştı. Etiyopya’nın 2011 yılında duyurduğu baraj projesi için Afrika Kalkınma Bankası’ndan kredi almasını veto ettirmeyi başarmış, uluslararası bağlantılarıyla bu veto kararının bir benzerini Dünya Bankası’na da dayatmıştı. Hüsnü Mübarek’e 2011 yılında görevden el çektirilmesini sağlayan olaylardan sonra ülkeye gelen demokrasi her ne kadar kısa bir süre sonra düzenlenen askeri darbenin sebep olduğu siyasi karışıklık ve katliamlarla bir kaos ve trajedi halini alsa da, Etiyopya’nın, Nil nehrinin kaynak ülkesi olmasının ötesinde, havzaya büyük bir güçle geri dönüşünün yolunu açmıştı.

Hedasi barajı ve Etiyopya’nın jeopolitik meydan okuması

Afrika nüfusunun önemli bir kısmı Kızıldeniz ile Nil nehri arasındaki coğrafyada yaşıyor. Üç yüz milyondan fazla insanın hayatını sürdürdüğü Nil nehri havzası ise başlı başına bir gıda, temiz su ve enerji kaynağı olmanın ötesinde, ekonomilere doğrudan ve dolaylı etkileri bulunan bir coğrafya. Etiyopya ise 100 milyonu aşkın nüfusu ve yükselen ekonomisiyle bölgenin yeni cazibe merkezi olarak öne çıkıyor. Bu kapsamda 5 milyar dolarlık Hedasi barajı projesi 2011’den beri devam ediyor ve Etiyopya’nın ekonomik kalkınmasında önemli bir kilometre taşı olmayı vaat ediyor. 2000-2016 yılları arasında dünyanın en hızlı büyüyen üçüncü ülkesi olan Etiyopya’nın halkının çoğunluğu hâlâ yoksulluk sınırının çok altında yaşıyor ve ülke altyapı ve elektrik sıkıntısı çekmeye devam ediyor. Bunun farkında olan Addis Ababa, ülkeye iktisadi kaynak sağlamak ve bölgeye elektrik ihracat etmek için mansabı olduğu Mavi Nil’in üzerinde baraj yapımını elzem görüyor. 6 bin 450 megavat elektrik üretecek olan Hedasi barajı, Etiyopya ekonomisine tartışılmaz bir fayda sağlayacaktır. Barajın tüm ekonomik ve sosyal boyutları bir yana, Etiyopya’nın Hedasi barajıyla jeopolitik bir açılım gerçekleştirmiş olması da bir başka tartışma konusudur.

Mısır’ın Nasır ve Sedat dönemlerinde Nil ve Kızıldeniz’i Arap suları olarak gören yaklaşımına Etiyopya’nın içinde bulunduğu siyasi karışıklar sebebiyle yeterince karşılık verememesi, Mısır’ın Nil havzasındaki jeopolitik üstünlüğünü perçinlemişti. Derg cuntası lideri Mengistu Haile Mariam döneminde SSCB etkisiyle Mısır ile başlayan yakınlaşma Etiyopya’nın biraz rahatlamasına vesile olsa da, Mısır’ın İsrail’le yaptığı anlaşmanın ardından dış politik önceliğini Kızıldeniz ve Nil konusuna vermesi, iki ülkenin işbirliği yapmasına engel olmuştu. Ayrıca uzun yıllar boyunca Eritre’de devam eden çatışmalar sonucunda Eritre’nin bağımsızlık ilanında bulunması ve böylelikle Etiyopya’nın denize açılan kapısı olan Kızıldeniz koridorunun kapanmasıyla birlikte, ülke jeopolitik bir sıkışıklık içine girmişti. 2011 yılında Hüsnü Mübarek yönetiminin istifasıyla sonuçlanan halk gösterileri Etiyopya için, Nil üzerinde yeni bir jeopolitik denge kurmak üzere, kaçırılmayacak bir fırsat sunuyordu. Dönemin Etiyopya Başbakanı Meles Zenawi’nin “Mısır’daki eski moda fikirlere göre Nil’in Mısır’a ait olduğunu ve onun üzerinde her türlü tasarrufa sahip olduklarını iddia ettiklerini biliyorum; artık şartlar eskiye dönmeyecek şekilde değişti” açıklaması sadece Hedasi barajının sinyallerini vermiyor, bölgedeki dengelerin değiştiğini de ihsas ettiriyordu. Bu bakımdan Nil’deki jeopolitik ve taraflar arasındaki denge, Etiyopya’nın jeopolitik açılımı olarak yorumlanabilir.

2019 yılında Addis Ababa’da Fransa ile imzalanan protokolle Etiyopya, bu açılımın sadece Nil ile de sınırlı kalmadığını gösterdi. Protokol Fransa’dan savaş gemisi alımını ve Etiyopya’nın Eritre sahillerindeki donanmasının modernizasyonunu kapsıyor. Etiyopya donanması 1950’li yıllarda İmparator Haile Selassie tarafından kurulmuştu. Etiyopya donanmasının konuşlandığı merkezler, günümüzde bölgesel ve küresel aktörlerin askeri üs ve liman elde etmek için kıyasıya bir rekabet içinde oldukları Masava, Assab, Dehlek adaları ve Asmara’daydı. Eritre’nin bağımsızlık ilanıyla Etiyopya’dan ayrılmasıyla, Etiyopya donanması lağvedilmemiş olsa da, deniz sınırının ortadan kalkmasıyla birlikte, buradaki askeri birlikler âtıl bir hale gelmişti. Etiyopya’nın iktisadi ve demografik kalkınması ve Hedasi barajının hem yönetici elitlere hem de halka ülkenin imparatorluk bakiyesi olduğunu hatırlatarak moral üstünlük sağlaması, hiç şüphesiz Kızıldeniz’deki güçler dengesini ve jeopolitiği de etkileyecek hamleler olarak yorumlanabilir.

[Osman Kağan Yücel Afrika Araştırmaları Merkezi’nde (AFAM) araştırmacı, Afrika Koordinasyon ve Eğitim Merkezi’nde (AKEM) ise koordinatör yardımcısıdır]

Yorumlar