İsmail Niyazi Kurtulmuş kimdir

İsmail Niyazi Kurtulmuş kimdir, nerelidir, ne iş yapıyor?

Google Haberlere Abone ol
İsmail Niyazi Kurtulmuş kimdir

İsmail Niyazi Kurtulmuş kimdir.

İsmail Niyazi Kurtulmuş, İlim Yayma Cemiyeti'nin kurucuları arasında yer alan isimlerden birisidir. 

Aynı zamanda Numan Kurtulmuş'un da babasıdır. 

İsmail Niyazi Kurtulmuş, Kurtuluş Savaşı Gazisi Numan Kurtulmuş'un oğlu, AK Partili Numan Kurtulmuş'un ise babasıdır. 

İsmail Niyazi Kurtulmuş aslen Ordu'nun Ünye ilçesindendir.

Yakından tanıyanlarca yoksulların babası olarak anılan, hayatını hayır işlerine vakfetmiş, İlim Yayma Cemiyeti ve imam hatip çevrelerinin saygı ve rahmetle andığı, herkesin doktor ağabeyi İsmail Niyazi Kurtulmuş, 1920 yılında Ordu’nun Ünye kazasında İstiklal Harbi malullerinden Kastamonu doğumlu Binbaşı Numan Bey ile Ünyeli Seher Hanımın oğlu olarak dünyaya gelir. Anadolu halkının “Amentü Şerhi’nin müellifi” olarak bildiği baba Numan Bey1887 doğumlu olup İstanbul Harbiye Mektebi 1906 mezunlarındandır.

Harbiye’den Mülâzım-i Sâni (Piyade Teğmen) rütbesi ile mezun olduktan sonra Edirne’deki İkinci Ordu’ya tayin olunan Numan Bey, Balkan Harbi’nde Edirne’de düşmanla çarpışırken esir düşer ve Filibe’ye sevk olunur. Yedi aylık esaretin ardından Anadolu’nun dört bir yanında görevine devam eder. 1914 seferberliğinde İstanbul’a gelir, ardından Çanakkale ve Erzurum cephelerinde savaşır. 10 Aralık 1916 günü Çamurlu Taarruzunda sağ dirseğinden, 4 Ocak 1917’de Sanamir’de sağ kolundan yaralanır. 1 Mart 1917’de yüzbaşı rütbesine yükseltilir. 8 Nisan 1917’de Kop Dağı’nda sol ayak bileğinden yaralanıp üç ay hastanede yattıktan sonra İstanbul’a Muamelât-ı Zâtiye emrine, buradan da Ayasofya Camii’ndeki bin kişilik kafileye kumandan tayin edilerek Romanya’da İbrail’e gönderilir. 4 Ocak 1918’de burada Seret Nehri kenarındaki siperde dördüncü defa yaralanır. Mazgal deliğinden giren kurşun sağ kaşının dış kenarından girip, deri ile kemik arasından geçtikten sonra dışarı çıkmıştır.

Babası Latin alfabesiyle ilk ilmihal kitaplarından birini yazdı

1918 Mayıs’ında Köstence yolu ile Alay ile birlikte Batum’a, Haziran’da da Azerbaycan’a, Temmuz ortasında bölüğü ile müfreze olarak Zengezor mıntıkasında yerli Azerbaycan halkını teşkilâtlandırıp Ermeni taarruzuna karşı korumak üzere gönderilen Numan Bey, İstanbul’un İtilâf devletleri tarafından işgali sonucu Azerbaycan’daki kıtaların geri çekilmesi üzerine  Batum’a, oradan Samsun’un Çarşamba kazasına, oradan da eşkıya takibi için bölüğü ile Şubat 1919’da Ünye’nin Tekkiraz Nahiyesine gönderilir.

Oğlu İsmail Niyazi işte bu görev yerinde 1920 yılında dünyaya gelir. Numan Bey 1921 Sakarya muharebesinde yakın mesafeden aldığı kurşunla ağır yaralanır, Ankara Cebeci hastanesinde yatar aylarca. Burada iken kendisine binbaşı rütbesi verilerek malulen emekli edilir.

Emekli olunca Ünye’ye çocuklarının yanına gelir, 39 yaşında emekliye ayrılmak onun için acı vericidir. Numan Bey emekliye ayrıldıktan sonra 24 yıl, Peygamber Efendimizin vefat ettiği yaşa kadar yaşayacak, bütün hayatını sabah namazından gece yatana kadar hiç lüzumsuz konuşmadan, kitap telifi ve ilimle geçirecek, Türkiye’nin Latin alfabesiyle yazılan ilk ilmihal kitaplarından biri olan Amentü Şerhi adlı eserinden başka Binbir Hadis Tercemesi, Kur’an Meraklılarına, Cuma ve Bayram Hutbeleri ve Kur’an-ı Kerim Elifbası adlı kitaplarını gelecek nesillere miras olarak bırakacaktır.

İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldu

İsmail Niyazi, ilkokulu Ünye’de okur. İlk tahsili tamamlamasının ardından İstanbul’a Fatih’e taşınırlar. Takvimler 24 Nisan 1932’yi göstermektedir. Emekli binbaşı Numan Bey’in ailesini İstanbul’a getirmesi, çocuklarının iyi bir tahsil görmesini istemesiyle olur. Fatih Gelenbevi Ortaokulu’nun ardından İstanbul Erkek Lisesi’ne 1350 numarasıyla kaydolan İsmail Niyazi bu okulun fen kolu bitirme yoklamasında muvaffak olarak 15 Haziran 1938 tarihinde bitirme diploması almaya hak kazanır.

Lisenin ardından İstanbul Üniversitesi yılları başlayacaktır. İkinci Cihan Harbi’nin nihayete erdiği yıl olan 1945 yılında Tıbbiye’den mezun olur, ardından silah altına alınır. Yedek subay olarak ifa edilen vatanî görevin ardından 1947 yılında İstanbul Fatih’te serbest hekim olarak çalışmaya başlar. Bununla birlikte İstanbul Tıp Fakültesi Birinci Dâhiliye Kliniği’nde ihtisasını tamamlar.

İlim Yayma Cemiyeti’nin kuruluşu Demokrat Parti’den bir sene sonra

Türk milletinin büyük ilgisine mazhar olan ve 14 Mayıs 1950’de “Yeter söz milletindir” diyerek işbaşına gelen Demokrat Parti ile birlikte Türkiye artık yeni bir sürece girer. Halk uzun yıllar sonra ilk defa kendi değerinin farkına varmış, yönetimde söz sahibi olabilmenin tarifsiz heyecanına erişmiştir. Kültürel olarak kökünden uzak düşen, ekonomik yönden ise fukaralığı iliklerine kadar hisseden halk “artık yeter” diyerek mührü “Halk Parti” içinden çıkan daha halkçı bir gruba teslim etmiştir.

“Demokratlar” ilk olarak ezanın orijinal dilinde okunmasını sağlarlar. Namaza bir çağrı olan ve beş vakit minarelerden okunan ezan, 1932 yılından itibaren 18 yıl boyunca tuhaf tonlamalar ve komik tertiplerle Türkçe okunmuştur. 14 Mayıs 1950 seçimlerinden sadece bir ay sonra 16 Haziran 1950 tarihinde ezan tekrar “din dili”nde okunmaya başlayacaktır. 16 Haziran günü, halkın sevinç gözyaşları döktüğü, şükür secdelerine kapıldığı bir gün olarak Türkiye tarihinde yerini almıştır.

11 Ekim 1951 tarihi de yine Anadolu insanı için önemli bir tarihtir. İslam davasına kendilerini adamış 68 tane idealist insanın bir araya gelerek kurmuş oldukları İlim Yayma Cemiyeti’nin doğum tarihidir bu tarih. Halk Parti döneminin son zamanlarında, “muhafazakâr Başbakan”Şemsettin Günaltay zamanında ortaokul mezunu, askerliğini yapmış kimselerin alındığı 10 ay süreli İmam Hatip Kursları açılarak din hizmeti görevlisi yetiştirme uygulamasına başlanmıştır. 1949 sonuna kadar 50 kişinin mezun olduğu bu kursların süresi daha sonra iki yıla çıkarılmış ve meslek okulu mezunlarının da kurslara girmesine imkân verilmiştir.

Numan Bey oğlu İsmail Niyazi Bey’e neyi vasiyet etti?

1950 seçimlerinden sonra işbaşı yapan Demokrat Parti, İmam Hatip Okulları’nı iktidarının ilk yılında açar. İlim Yayma Cemiyeti’nin kuruluşundan 6 gün sonra olur bu. (Birinci devresi 4, ikinci devresi 3 yıl olan 7 yıl süreli ve bir bütün teşkil eden İmam Hatip Okulları 1951-1952 döneminde 7 ilde açılacak, yıllar geçtikçe bu sayı artacak ve daha sonra bu okulların ismi İmam Hatip Lisesi’ne dönüşecektir.) Devlet imam hatip okullarının öğretmenlerini tayin eder, onların maaşlarını öder ama başka da bir şeye karışmaz. Okulun her türlü tamir ve bakımı, öğrencilerin barınması ve yemek ihtiyaçları ve diğer masrafları halka aittir. Halk ise bu görevini İlim Yayma Cemiyeti eliyle yürütecektir.

İyi bir din eğitimi almış, hayattaki en büyük ülküsü insanlara faydalı ve Allah’a iyi bir kul olmak olan İsmail Niyazi Bey için İlim Yayma Cemiyeti çok güzel bir hizmet fırsatıdır. Zaten Babası Numan Bey’in de doktor olan oğluna vasiyeti bu yöndedir: Mesleğini Allah rızası için ifa etmesi ve Perşembe günleri ücretsiz olarak hastalarına bakması… İsmail Niyazi Bey bu vasiyeti son nefesine kadar titizlikle yerine getirecektir.

Yüzlerce öğrenciye burs verip sıkıntı çekmemeleri için elinden geleni yaptı

İsmail Niyazi Kurtulmuş ismini 68 kişilik İlim Yayma Cemiyeti kurucular kurulu listesinde göremesek de cemiyet tarihinde kuruma en fazla emek veren üç beş insandan biridir o.

Muayenehanesinde fakir fukarayı ücretsiz muayene eden, onlara bilabedel ilaç veren, üstüne bir de ceplerine harçlık koyan Doktor Niyazi Bey, kafasında sürekli hayır işlerine dair planlar dolaştırır. Sirkeci’de elinde makbuzla tüccarları gezer, Kurban bayramlarında cemiyete deri toplamak için uzun mesafeler kat eder. Herkesin kurbanını kesip kutlama yaptığı bayramın ilk günü, İsmail Niyazi Bey’in ailesi için adeta “arefe” hükmündedir. Bazen fakir bir köylü öğrenciye veli-hami olduğuna dair referans mektubu imzalarken görülür, bazen bir caminin ihtiyacı için not defterine eksikleri kaydederken…

Her şeyi defterine not eder, kimden ne kadar bağış aldıysa, nereye ne kadar para verdiyse bunları ince ince yazar. Bir de kendi kazancından burs verdiği öğrencilerin çetelesini tuttuğu not defteri vardır. Hayatının son demlerine kadar yüzlerce öğrenciye burs verir, onların öğrencilik hayatlarında zorluk çekmemesi hayattaki en büyük isteklerinden biridir. Fukara öğrenciler için karz-ı hasen kesesinde her daim altın bulundurur.

Çocuğum, böyle kravatlı, kerli felli adamlar bize mektup yazmazlar

Taşradan İstanbul’a okumaya gelmiş birçok öğrencinin hayatlarında dönüm noktasıdır İsmail Niyazi Kurtulmuş ile tanışmak. İşte bu öğrencilerden biri olan TBMM 23. dönem milletvekiliNecip Taylan bu güzel karşılaşmayı şöyle anlatıyor:

“Köyümde ilkokul 3 sene idi. Okulu bitirdiğim için bir şahadetname almıştım. Köyümüz ilçeye uzak… Ellili yıllar fakirlik yıllarıdır. Köyümüzde iki tane şapka vardı. İki mahalle idik. Bir şapkayı diğer mahalle, öbür şapkayı ise bizim mahalle kullanıyordu. Kasabaya giden şapkayı alıp da giderdi. Çünkü kasabaya şapkasız girmek yasaktı. Bizim mahallenin şapkasını aldı babam. İstanbul’a geldik; Fatih İmam-Hatip’e gittik. ‘Ücret olarak 1000 lira vereceksiniz’ dediler. Bizim aileyi, canlısını, cansızını satsanız 1000 lira etmez.

Vazgeçip çoban olmaya giderken köylümüz İsmail Hakkı Bey’le karşılaştık. Bir kâğıda cemiyet falan bir şeyler karalayıp verdi elimize. Vardık; İsmail Niyazi Bey oturuyor masada. ‘Adresinizi verin bana, ben size sonucu bildireyim’ dedi.  Babam benim biraz ümitvar olduğumu görmüş olacak ki, ‘Çocuğum, böyle kravatlı, kelli felli adamlar bize mektup yazmazlar’ dedi. Ümitsizlikle geri döndük. Pazartesi bize mektup geldi. Şimdiye kadar elimize geçen en prestijli mektuptu bu: ‘Çocuk imtihanı kazanırsa iaşesi ve ibadesi yurt tarafından karşılanacaktır. Dr. İsmail Niyazi Kurtulmuş – Dâhiliye Mütehassısı’ Bu vesileyle Fatih İmam Hatip Lisesi’ne girdim. İsmail Niyazi Bey’in kaderimde büyük bir rolü olduğuna inanıyorum.”

Numan Kurtulmuş babasını nasıl anlatıyor?

İsmail Niyazi Bey denince ilk olarak hayırseverliği akla gelse de onu yakından tanıyanlar için o aynı zamanda tevazu abidesi bir insandır. Hekimlik yaptığı yerlerde kapıcı ve hizmetlilere “bey” diye eder, onlarla aynı seviyeden konuşur, iyi bir iletişim kurar, kimseye üstten bakmaz ve bunu yapmacıklı bir ifade ile değil tamamen doğal bir şekilde ifade eder.

Ömrünü muhtaç insanlara adasa ve vaktinin çoğunu cemiyet işlerine vakfetse de ailesini hiçbir zaman ihmal etmez. Onlara örnek olmak, onlara iyi bir terbiye ve din bilgisi vermek hususunda çok hassastır. Tek erkek evladı ve beş çocuğundan biri olan Numan Kurtulmuş babasının aile ilişkilerine dair şunları anlatıyor:

“Aile içi ilişkiler açısından bizlere her zaman örnek olmuştur. Bizler namazı anlayana kadar da cemaatle kendi evde kıldırdı. Ne zaman ki, biz büyüdük, ondan sonra ‘tamam artık ben cemaate gidebilirim’ diyerek, Sanki Yedim Camii‘ne cemaate başlamıştır. Kendisi ‘sahib-i tertip’ birisiydi. Hiçbir vakit namazını kaçırmamış bir insandı. Vasiyetinde iki tane sabah namazında güneşin doğup doğmadığı konusunda şüphesi olduğunu ve yine iki tane de orucunu erken açmış olabileceğini belirtmiş ve bunun için sadaka vermemizi istemiştir.

Okumayı teşvik etmiştir. O dönemlerde yani kız çocuklarının okutulmadığı dönemlerde kız çocuklarının eğitim alması gerektiğini savunmuş ve bütün kardeşlerimi okutmuştur. Bizim sosyalleşmemiz için önemli çaba harcardı; beni ve bütün kardeşlerimi bütün açılışlara, panellere, konferanslara, tiyatrolara ve seminerlere götürürdü. Bir anımı paylaşayım: İstanbul Valisi Vefa Poyraz Bey bir açılışa gelecek ve babam beni o açılışa götürmek istiyor. Ben de gitmek istemiyorum. Babam da bana ‘oğlum bak vali bey de gelecek’ diyor. Ben de, ‘baba ben valiyi görmek istemiyorum. Bıktım valiyi görmekten’ dediğimi hatırlıyorum. Yani sürekli sosyalleşmemizi teşvik ederdi. Geniş ailenin birlik ve beraberlik içinde olmasına dikkat ederdi.”

‘Ahirette imam hatiplilerle birlikte haşrolunmak istiyorum’ diyerek 51 yaşında imam hatipten mezun oldu

İstanbul İmam Hatip Okulu’nun 1970-1971 dönemi yıllığını inceleyenler 51 yaşında bir öğrenci ile karşılaştıklarında şaşıracaklardır. Ama şaşırmamalılar;  İsmail Niyazi Bey, “Biz sürekli başkalarının çocuklarını imam hatiplere gitmeye teşvik ediyoruz ama biz neden İmam Hatip’ten mezun değiliz” diyerek 51 yaşında imam hatip diploması alacak kadar bu davada samimi ve gayretlidir.

1 Temmuz 1971 tarihli diplomasını alabilmek için gece gündüz ders çalışmıştır. Sanki Yedim Camii’nin o zamanki imam hatibi Mehmet Emin Kutluoğlu hocadan kıraat, Sadreddin Yüksel’den Farsça, Mahmut Bayram Hoca’dan ise Arapça dersleri alır. Bunca zahmet ve çalışmaya neden katlandığı sorulduğunda ise şu cevabı verir: “Ahirette imam hatiplilerle birlikte haşrolunmak, onlarla bir arada muamele görmek istiyorum.”

İsmail Niyazi Kurtulmuş 1971 yılında Milli Saraylar doktoru olarak görevlendirilir. Dolmabahçe Sarayı’nda, Heybeliada’da vazifelerde bulunur. Heybeliada sanatoryumunda görev yaparken haftanın çoğunu nöbeti olsun-olmasın Heybeliada’da geçirir. Heybeliada’da hastane koğuşlarından birisini mescid ve Kur’ân kursu haline dönüştürür, namaz vakitlerinde ezan okunmasını, cemaatle namaz kılınmasını, Ramazan aylarında muntazaman teravih namazları kılınmasını sağlar. Aynı zamanda İsmail Niyazî Bey arzu eden hastalara Kur’ân-ı Kerim okumayı öğretir. Hatta merhum başhekim Dr. Zülfü Sami Özgen Bey’in himmeti ve İsmail Niyazi Kurtulmuş Bey’in de öğrenci olarak katılımı ile sarf, nahiv ve Arapça metinler okunur. Bütün bunlar bir hastanede olur. Maddi şifa ile birlikte manevi şifaya da inanan bir insan, bir hekim olarak hastalarına her iki anlamda da büyük yararlılıkları dokunur. Hastane yönetiminin de kendisinin işini kolaylaştırmasıyla buradaki görevinde büyük hizmetlere imza atar.

İsmail Niyazi Bey’in diğerkamlığını ve fedakarlığını göstermesi bakımından şu anekdot çok aydınlatıcıdır: 1974 yılında bir arkadaşının annesini muayene etmek için evden çıkarken kalp krizi geçirdiğini hisseder. Ama arkadaşının annesini muayene etmek onun için daha önemlidir. Hastayı ziyaretinden dönüşte kriz ağırlaşır, kendisini 12 yıl sonra ölüme götürecek kalp hastalığıyla ilk tanışmasıdır bu.

Hasta yatağında İlim Yayma’dan nasıl bir mektup aldı?

50’li yıllardan itibaren İlim Yayma Cemiyeti’nde çeşitli kademelerde görevler alan İsmail Niyazi Bey, 1976’dan sonra aktif bir vazife almaz. Cemiyet onun yokluğunu fazlasıyla hissetmiştir bu dönem. 1986 yılının Nisan ayında hasta yatağında Cemiyet’ten şu mektubu alır:

“Yıllardır toplumumuzun madde planında kurtuluşuna çalışılırken mana planında yapılan ihmaller toplumumuzda büyük ızdıraplara sebep olmuştur. İşte bu ızdırabı ta 50’lerde hisseden sizler, mana planında bu millete hizmetten başka bir amaç taşımayan İlim Yayma Cemiyeti’nde başlangıçtan beri hizmet etme şerefine nail oldunuz. 35 yıldır kurmuş bulunduğunuz ve yönetimin her kademesinde bizzat görev almış bulunduğunuz bu kuruluşta yıllardır maddi ve manevi hizmetiniz her türlü takdirin üzerindedir. İlim Yayma Cemiyeti 35 yıllık hizmeti döneminde üstün fikirlerinizden istifade etmiş olduğu gibi, gerek zekât gerekse de kurban faaliyetlerinde de unutulmayacak gayretlerinizle büyük mesafeler kat etmiş bulunmaktadır.

Yeniden faaliyete geçmiş olduğumuz bu dönemde gerek fikrî gerekse malî desteğinizden uzak oluşumuz yönetim kurulunu büyük üzüntüye sevk etmiştir. Yakın mesai arkadaşlarınız olan bu kutsi kuruluşun Yönetim Kurulu tekrar sizleri arasında görmek ve hayırlı hizmetlerinizin bundan sonra da devamı için, Cenab-ı Mevla’ya dua ederek acil şifalar niyaz eder, yakınlarınıza sabır ve geçmiş olsun temennilerimizi sunarız.”

Ne var ki İsmail Bey bu mektup eline geçtikten yaklaşık dört ay sonra dünyevî şifaya değil Rabbine kavuşacak, 66 yıllık hayat imtihanını yüzünün akıyla verdiğine dair ardında binlerce şahit ve hayırlı evlatlar bırakacaktır.

Kaynak: DünyaBizim.Com

Yorumlar