Muhammet Köse

Muhammet Köse

İnsanı yaşat ki devlet yaşasın: Koleradan Coronaya Türkler'de insan sevgisi

İnsanı yaşat ki devlet yaşasın düsturuyla hareket eden Osmanlı Devleti’nin bu anlayışını günümüzdeki covid 19 salgınında da görmek mümkündür.

Salgın hastalıklar tarih boyunca insanoğlunun karşılaştığı en yaygın felaketlerin başında gelmektedir. Bunlardan ilk akla gelen ise şüphesiz tarihte kara ölüm olarak da nitelendirilen ve yıllar boyu hükmünü sürüp Avrupa’da yüz milyonlarca insanın hayatının kaybına sebep olan Veba salgınıydı. Bunun dışında tifüs, sarı humma, İspanyol Gribi gibi büyük kitleleri etkileyen daha pek çok salgın hastalığı saymak mümkündür.

Ancak yazımızın asıl konusu olan kolera ile insanoğlunun tanışıklığı 19. asrın başlarında oldu. Nitekim yüzyıllardır insanlığı per ü perişan eden büyük veba salgınları yerini 19. yüzyılda koleraya bıraktı. Asya kolerası olarak isimlendirilen Hindistan merkezli salgın, kısa sürede Osmanlı ve başkenti dahil tüm dünyayı etkisine aldı. 1817, 1829, 1852, 1863, 1881 ve 1889 salgınları Asya ve Avrupa kıtaları başta olmak üzere hemen her yerde kitleler halinde ölümlere yol açtı.

1890 yılından itibaren Osmanlı coğrafyasında etkisini son derece artıran kolera illeti karşısında Osmanlı Devleti, kısıtlı bütçesine rağmen bütün imkânlarını seferber ederek en üst düzeyde önlemler almıştı. Zira Hicaz bölgesinden Ortadoğu’ya, oradan Anadolu, İstanbul ve Balkanlara, hatta ücra köylere kadar ulaşmış olan kolera salgını karşısında Devlet-i Aliye hem sahada hem de sağlık kuruluşlarında her türlü tıbbi ve sıhhi mücadelesini takdire şayan bir şekilde vermekteydi.

İmparatorluğun başkenti İstanbul’da kolera salgını zaman zaman kontrol altına alınsa da dışarıdan fazla ziyaretçi ve göç alması hasebiyle İstanbul kolera illetine karşı her zaman teyakkuzda kaldı. Geçmiş dönemdeki kolera salgınlarından tecrübe edinen Devlet-i Aliye yetkilileri kolera hastalığını tedavi için ilaç ithal ettiği gibi kendisi de ilaç üretme çabasına girmiş, bu illetle mücadele hususunda alternatif sağlık tedbirleri almıştı. Bunlardan en önemlisi şüphesiz İstanbul’daki belediye dairelerine bağlı hastanelerde kolera hastaları için tahsis ettiği hususi kısımlardı.

Bilhassa Galata-Beyoğlu bölgesindeki 6. Belediye Dairesi Hastanesi, Beşiktaş’taki 4. Belediye Dairesi Hastanesi, Fatih’teki 2. Belediye Dairesi Hastanesi ve Beyazıt’taki 1. Belediye Dairesi Hastanesi bu süreçte Müslim-Gayrimüslim, kadın-erkek ayrımı yapmadan koleralı hastalara verdikleri hizmetler ve uyguladıkları tedavi ile son derece başarılı sonuçlar alan başlıca sağlık kurumlarıydı. İnsan merkezli bir anlayışla hastalarına muamele eden bahsi geçen hastane çalışanları, hastalarının sağlık durumlarındaki gelişmeye bağlı gah ağlamış gah sevinmişlerdir. Şöyle ki; sağlığına kavuşturup taburcu ettikleri her hastasına baştan ayağa kadar yeni elbiseler, kundura ve fes hediye etmeyi ihmal etmemişlerdi. Taburcu olan hastalar da buna mukabil, tedavileri süresince kendileriyle son derece yakından ilgilenip iyileşmeleri için elinden gelen bütün gayreti gösterdiklerine şahit oldukları hastane çalışanları ile kendilerine bu imkanları sağlayan dönemin padişahı Sultan Abdülhamid Han’a teşekkür etmeyi ihmal etmemişlerdi. Nitekim Osmanlı Arşivinde bu konuya dair çok sayıda belge mevcuttur. Zira tedavi gördükleri 6. Belediye Dairesi Hastanesinden 9 Aralık 1893’te taburcu olan Sivaslı Sehak, Erzincanlı Mehmed, Sivaslı Murtaza, Vanlı Mahmud, Kemahlı Yusuf; aynı gün 4. Belediye Dairesi Hastanesinden taburcu olan Beşiktaş’ta kayıkçı esnafından İsmail, Beşiktaş’ta esnaf Mustafa, Manastırlı kaldırımcı Sadık; 17 Aralık’ta 4. Belediye Dairesi Hastanesinden taburcu olan Şirvanlı amele Hasan, Karahisarlı hamal Süleyman, Göynüklü lağımcı Hasan, Beşiktaş’ta camcı Mustafa, Ortaköy’de fırıncı Ankaralı Mustafa; yine 17 Aralık’ta 1. ve 2. Belediye Dairesi Hastanelerinden taburcu olan Karahisarlı Mehmed, Kayserili Mehmed, Çankırılı Emin, Çankırılı Mehmed, Gerzeli Mustafa, İstanbullu İbrahim, Kayserili Ohannes, Sinoplu Ali; 31 Aralık’ta 4. Belediye Dairesi Hastanesinden taburcu olan Davud, Karahisarlı Abdullah, Şirvanlı Ahmed, Sehlot, Palulu Bedros ve Kasım; 14 Ocak’ta tedavi gördükleri 4. Belediye Dairesi Hastanesinden taburcu edilen Şirvanlı Kürt Rahime ve kızı Ayşe, Nevşehirli eskici Hasan, Samsunlu Mustafa, Ürgüplü hamal Ali, Kuruçaylı ekmekçi Ohannes, Kemahlı Genco, Taşköprülü rençber Yakup, Şirvanlı Salih ve İstanbullu çoban Artin gerek hastane personeli tarafından tedavi sürelerince gördükleri hüsn-ü niyetten ve gerek taburcu edildiklerine kendilerine yeni elbise, kundura ve fes hediye edilmesinden dolayı hem hastane personeline hem de Padişah Sultan Abdülhamid Han’a teşekkür ve şükranlarını yazılı olarak iletmişlerdir. Sadrazam aracılığıyla kendisine ulaşan bu teşekkür metinlerini yayımlanmak üzere İstanbul’daki gazetelere gönderten padişah, böylece hem tebaasına güven hissi vermeye hem de Osmanlı Devleti’nin insana verdiği değeri tüm dünyaya göstermeye çalışmıştır. İnsanı yaşat ki devlet yaşasın düsturuyla hareket eden Osmanlı Devleti’nin bu anlayışını günümüzdeki covid 19 salgınında da görmek mümkündür. Nitekim bir yandan kendi aşısını üretmeye çalışan Türkiye Cumhuriyeti diğer yandan birçok ülkeyi geride bırakarak Çin ve Almanya’dan aşı ithal etmek suretiyle salgın sürecinden en az hasarla çıkmaya çalışmaktadır. Birçok Avrupa ülkesinde sağlık sektörü çökmesine rağmen Türkiye, hastaneler başta olmak üzere tüm sağlık kuruluşlarını ve ekipmanlarını seferber etmeye çalışmaktadır. Sağlığına kavuşarak taburcu edilen vatandaşlarımızın cefakâr sağlık çalışanlarımız tarafından alkışlar eşliğinde uğurlanması ise şüphesiz yukarıda işaret edilen insanı yaşat ki devlet yaşasın anlayışının en güzel örneklerinden birisidir. Bu duygularla ülkemizin ve insanlığın bir an evvel bu Covid-19 salgınından kurtulmasını temenni eder, tüm okurlarımıza şimdiden hayırlı bayramlar dilerim.

Beşiktaş'taki 4. Belediye Dairesi Hastanesinden taburcu edilen hastaların hastane çalışanları ve Sultan Abdülhamid'e atfen yazdıkları teşekkür metni. (14 Ocak 1894)

 

Diğer Yazıları

Yorumlar