Dilipak: İnsanları kendimize değil Allah ve Resulü'ne çağırmalıyız
Yaklaşık 47 yıldır sorumlu bir kişi olarak, yazılar yazan, konferanslar veren, Müslümanların bilinçlenmesi, Müslümanların birlik olması için, var gücüyle mücadele eden, dava adamı gazeteci yazar Abdurrahman Dilipak ile İnkılâb Yayınları arasında çıkan, “Vahdet Ama Nasıl” isimli eseri çerçevesinde vahdet konusunu konuştuk. Dilipak, “Kendini cemaat olarak tanımlayan gruplar, başkalarını Allah’a, Rasulüne ve kitaba çağırmıyorlar, kendi örgütlerine, kendi fikirlerine çağırıyorlar, kendileri gibi düşünmeyenleri ise rakip görüyor, dışlıyorlar. Bu da vahdeti, istişare ve şura zeminini yok ediyor” dedi.
Röportaj: Ziya Gündüz
Hocam, öncelikle 30 yıl önce böyle bir kitabı kaleme almanızda ki gayeniz neydi?
Bu çalışma iki bölümden oluşuyor. Daha doğrusu iki kitabı
birleştirip tek kitap yaptık. Bunlardan birinin adı “İslam
Cemaatine doğru”, Ötekisinin adı “Evet Vahdet ama nasıl?”
Ogün için İslam dünyasının en önemli sorunu İslamlaşma ve vahdetti.
İslam cemaati için vahdetin önemi ve bu vahdete giden yolda
önümüzdeki engeller ve vahdete ulaşma için yöntem
arayışı.
Gayem çok açık ve net, yolda ne yapmamız gerektiği sorusunun
cevabını arıyordum.
Şİİ, SUFİ, SELEFİ KENDİ ARASINDA ÇATIŞIYOR
Aradan yıllar geçmesine rağmen konu halen güncelliğini korumakta.
Kitabın başlığındaki soruyu biz buradan tekrar size sormak
istiyoruz. Vahdet ama nasıl?
Bugün daha tehlikeli bir durum var. Geriye gittik. Şii, Sufi,
Selefi kendi arasında çatışıyor ve birbirini tekfir ediyor. Din
büyüklerini ilah ve Rab edinenler var aramızda. Bir düşünün
Allah’ın emrine uymazsanız haram, Rasulullah’ın sünnetine
uymazsanız mekruh, “benim gibi düşünmezseniz dinden çıkarsınız”
diyen birileri var bugün aramızda. Tekfircilik giderek herkesi
birbirine düşman ediyor. Bu arada bir Kalkancı, bir FETÖ belası
yaşadık, sonuç ortada.. Toplum giderek Deist ve Agnostik hale
getiriliyor. Kimi Kur’an’ın tarihselliğini tartışıyor, kimi risalet
ve sünneti, hatta kimi namazı tartışmaya başladı.
Eğer vahdete ulaşmak istiyorsak, önce Akaid temelli bir Tevhid
anlayışına ihtiyacımız var. İstişare ve şura, hakemlik
müesseselerini yeniden ihya etmeliyiz. İttifak ettiğimiz zaman
birlikte hareket ederiz, ihtilaf ettiğimiz zaman birbirimizi mazur
görürüz. Bize hayır gibi gelen şeyde şer, şeri gibi gelen şeyde
Allah hayır murat etmiş olabilir. Muhkemleri bırakıp müteşabihler
üzerinde dinde tartışmaya girmememiz gerek. Din büyüklerimizi
mutlaklaştırmamalıyız, onları ilah ve Rab edinmemeliyiz. İnsanları
kendimize değil, Allah’a kitaba ve Rasulüne çağırmalıyız.
IRKÇILIK, KABİLECİLİK, MEZHEPÇİLİK, TARİKATÇILIK
YAPMAYACAĞIZ
Sizce vahdetin önünde ne tür engeller var?
Cahillik ve ahlaki zaafiyet. Biz âlemlere rahmet olarak gönderilen bir peygamberin ümmetiyiz. Yeryüzünden hesaba çekileceğiz. Haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana zalime karşı olacağız, işi ehline vereceğiz. Ehliyet ve liyakat esas alınacak. Adalet mülkü temeli olacak. Irkçılık, Kabilecilik, Müslümancılık, Mezhepçilik, Tarikatçılık yapmayacağız. Biz Müslümanız.
Bugün dini, mezhebi, ideolojik, politik, etnik, felsefi, vicdani kanaat farklılık sebebi ile ayrışıyor, çatışma noktasına savruluyoruz. Çünkü adalet ve insaf konusunda ciddi zaafımız var. Bizi birbirimize düşürmek isteyen Şeytani anlamda müfsit topluluklar var ve insanlar da kolayca bunların yalanlarına kanabiliyorlar. En büyük sorun, en büyük engel de bu.
ASIL TEFRİKA BİLDİĞİNİ İDDİA EDENLER ARASINDA
Kitabınızda vahdetin bir ahlak sorunu olduğundan söz ediyorsunuz.
Biraz bize vahdet ve ahlak ilişkisini açabilir
misiniz?
Peygamberimiz, “ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim”
diyor. Tefrika sadece cahillerle bilenler arasında değil, asıl
tefrika bildiğini iddia edenler arasında, cahiller de bunlardan
birinin peşine takılıp vur diyince öldürüyor. Oysa bize
bilmediğimiz şeyin peşine düşmememiz söylenmemiş mi idi.
Vahdet, ancak kişilik sahibi ve ahlaklı kişilerin özgür iradeleri
ile ortaya konulan bir sonuçtur. Allah’a ve insanlara verdiğiniz
sözde durmadan, haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik
olursa olsun, mazlumdan yana zalime karşı olmadan, işi ehliyet ve
liyakata göre vermeden, adalet ilkesini yüceltmeden vahdet olmaz.
Aslolan adalet, barış hürriyettir. Adalet yoksa barış
teslimiyettir, adalet ve barış yoksa özgürlük de yoktur.
CEMAAT LİDERLERİ ADETA MUTLAKLAŞTIRILIYOR
Evrensel İslam Cemaati’nden söz ediyorsunuz. Sizce vahdetin önünde,
Ümmetin bütünlüğüne giden yolda, esas problem İslam cemaatlerinin
üstatlarının, liderlerinin, kendilerini ana merkeze koymaktan
kaynaklanıyor olabilir mi?
Aynı Allah’a, Rasulüne ve kitabına iman edenler, tek bir millet,
tek bir ümmet tek bir cemaattir. Kim ki bir ikincisinden söz
ediyorsa, o kişi kendine ya yeni bir ilah, ya yeni bir Rasul ya da
yeni bir kitap uydurmuştur. Müslümanlar kardeştir. Yani ihvandır.
Bu tarikat kardeşliği değil, din kardeşliğidir. Bu çerçeveyi kimse
daraltamaz ve genişletemez. Biz Müslümanlarla müttehid,
erdemli, insanlarla müttefik, değer üreten herkesle, nimet-külfet
dengesine dayalı itilaflar kuracağız.
Ne yazık ki, bugünkü kendini cemaat olarak tanımlayan gruplar,
başkalarını Allah’a, Rasulüne ve kitaba çağırmıyorlar, kendi
örgütlerine, kendi fikirlerine çağırıyorlar, kendileri gibi
düşünmeyenleri ise rakip görüyor, dışlıyorlar. Bu da vahdeti,
istişare ve şura zeminini yok ediyor. Cemaat liderleri adeta
mutlaklaştırılıyor. Masumiyet isnat ediliyor. Gaybi tasarruflardan
söz ediliyor. O zaman da istişare ve şura zemini kayboluyor. Hâşâ
Allah’la Cebrail’e bile gerek görmeden görüştüğünü söyleyenler,
Rasulullah’la halvet olanlar, 3 ler, 7 ler, 40 larla istişare edip
gelenlerle kim neyi müzakere edebilir ki!
İslam kardeşliği evrenseldir, ancak biz bunu kendi içimizde bile
sağlayamıyoruz. Kendi mezhep ya da tarikatımız içinde de böyle bir
birlik yok.
MEZHEP, TARİKAT, DİNİ ÖNDERLERİMİZİ İLAH VE RAB
EDİNMEYECEĞİZ
Kitabınızda birçok önemli konu ve konular var. Hali hazırda İslam
coğrafyasında bir tekfir hastalığı var. Vahdetin önünde en
büyük engellerden birisi de tekfir hatalığıdır. Tekfirci bir
zihniyetle nasıl mücadele etmeliyiz? Tekfir hastalığına yakalanmam
için ne yapmalıyız?
İmanın şartları belli, Allah, Rasul, kitaba, ahiret gününe
yönelik inkar elbette tekfiri gerektirir. Ancak muhkemleri bırakıp,
müteşabihler üzerinden farklı içtihad sebebi ile kendisi gibi
düşünmeyeni tekfir etmek, İlahlık ve Rablik iddiasıdır. Çünkü
birini içtihadını reddederken, kendi içtihadını mutlaklaştıranlar
böyle bir yanlışa düşüyorlar. Kendi zanlarını din ediniyorlar. Bir
kişinin nasla çelişmeyen bir görüşü, benim görüşümün tam tersi de
olsa en az benim kadar doğrudur. Abdest konusunda İmamı Azam ve
imamı Şafi aynı şeyi söylemiyor. Ama kavga etmiyorlar. Birbirlerini
tekfir etmiyorlar. Parmağı kanayanın abdesti bozulur mu bozulmaz
mı? Hanefi Şafiye sen abdestsiz namaz kılıyorsun diyor mu?
Mezhep, tarikat, ya da dini önderlerimizi İlah ve Rab
edinmeyeceğiz. Kimse kendi cemiyet ve cemaat önderini
mutlaklaştırmamalı. Onun görüşünü tek doğru olarak görmemeli, o
görüşte olmayanları tekfir etmemeli. Hep birlikte Allah, Rasul ve
kitaba sarılmalıyız. Bu dünyada tartışıp durduğumuz şeylerin
hakikati bir gün bize gösterilecek, o zaman üzülürüz sonra. Benim
bir başkasına uzaklığım o kişinin bana uzaklığına eşittir. Benim
fikirlerim bir başkasına ne kadar garip geliyorsa onun fikri de
bana o kadar garip gelir.
Ben başkasının İlahı ve Rabbi olmadığım gibi başkasına benim ilahım
ve rabbim değil. Biz parmak uçlarımız gibi farklıyız.
Farklılıklarımıza rağmen barış içinde bir arada olma halidir bu
beraberlik.
BUGÜN KENDİNE CEMAAT DİYEN 65 TOPLULUK VAR
Hangi cemaate, vâkıfa veya gruba gitsek vahdetin öneminden söz
ediyorlar. Sanki bu önemli kavram sadece slogandan ibaret.
Kitabınızda Sloganların hakikatin asıl düşmanları olduğundan
söz etmektesiniz. Vahdet kavramının içi sloganik bir şekilde
boşaltılmış. Bu kavramın slogandan çıkıp hayatın merkezine gelmesi
için ne yapılması gerekiyor?
Herkes vahdet diyor ama, kendi lideri, kendi örgütü ve kendi
görüşü etrafında bir vahdet.. Bu gerçek bir vahdet değil. Sizin
musalla taşında Meyyid gibi olmanızı istiyor. Zaten vahdetin
önündeki en büyük engel de bu. Herkesin kutsal ve yanılmaz bir
lideri var. Son birkaç asır içinde şekillenen şekli ile
“Atalarımızın dini” üzerinden vahdet mümkün değil. Bugün kendine
cemaat diyen 65 topluluk var, bunlar da kendi içlerinde bazıları 10
dan fazla fırkaya ayrılıyor..
Erbakan hoca İslam ümmetini birleştirmek istiyordu, ama vefatının
yıldönümünde, oğlu, kızı, gelini, damadı, kardeşi, Partideki dava
arkadaşları bile bir araya gelmedi. Laf ile âleme nizam vermek
kolay ama gerçek ortada. Şeytan boş durmuyor, fazla mesai yapıyor.
İşe para ve iktidar, makam hesapları da girince böyle oluyor.
Rasulullah’ın vefatında sahabeler de namazı için bile bir araya
gelememişti. Bu dün böyle idi, bugün de böyle. Biz vahdete doğru
yürüyeceğiz. Allah’ın ipine tutunanlar, iman edenler, iyi işler
işleyenler, sabredenler ve sabrı tavsiye edenler müstesna herkes
hüsrandadır.
BİR HALİFE, NEDEN OLMASIN. ELBET, BİR GÜN MUTLAKA
Vahdet her zaman Müslümanların gündeminde yer alan bir hadise.
Vahdete çok muhtacız. Bugün hali hazırda gerek Türkiye, gerekse de
bütün İslam dünyası bir kuşatma altında. Emperyalistlerin
icat ettiği DAEŞ gibi terör örgütleri sayesinde birçok kavramın
için boşaltıldı. İçi boşaltılan kavramalardan birisi de halife
kavramı. Sizde kitabınızda halifeden söz etmektesiniz. Sizce
Vahdetin oluşması için bir halifeye ihtiyacımız var mı? İslam
ümmeti kendi içinden ittifak ettiği bir halife çıkartabilir
mi?
Allah’ı ya da İslam’ı temsil eden kutsal bir kişiden söz
etmiyorum. Müslümanları temsil edecek, onların maslahatını
gözetecek bir kurum, bir kişi gerekli. Bir meclis gerekli. Hakemlik
yapacak, öğrenim, tebliğ, yardım konularını koordine edecek. Dini
mekânların ve dini vakıfların etkin ve verimli çalışmasını
sağlayacak, farzı kifaye faaliyetleri organize edecek
birinden söz ediyorum. İslami faaliyetleri seknronize edecek,
koordinasyonu sağlayacak biri. İzleyecek, değerlendirecek,
derecelendirecek bir yapıdan söz ediyorum. Bu olduğu zaman
Müslümanlar birlik olur değil, Müslümanlar birlik olduğu zaman bu
olur. Her topluluk layık olduğu gibi idare olunacak.
Şimdilik, Şii ve Sünni gruplar ayrışmış vaziyette. Sünni dünyada
Selefi ve Sufi ayırımı da var. Şiiler ve Sünniler ayrıca kendi
içinde mezhebi, tarikata dayalı, ideolojik, politik, felsefi kanaat
farklılıklarına dayalı ayrılıkları söz konusu.. Din
ideolojileşiyor, ideolojiler dinleşiyor. Bunlar felaket şeyler.
Herkes mehdi bekliyor, Şia’nın mehdisi Hasan el Askerinin oğlu.
Şia’nın imamı. Sünniler kabul etmez. Sünnilerin Mehdisini de Şiiler
kabul etmez. ABD bir Mehdi çıkartırsa bir de o, insanlar kimin
peşinden gidecek!
Bir halife, neden olmasın. Elbet, bir gün mutlaka!
TEFRİKANIN SEBEBİ CAHİLLİK OLDUĞU KADAR İLİM
SAHİPLERİNİN KİBİR VE İNADIDIR
Ümmetin bütünlüğü, birliği adına âlimlerin ne gibi rolleri
var?
Âlimler önemli, ama bizim âlimler ne kadar alim. Alim dediğiniz
kişilerin dünyada olup bitenden, mevcut akademisyenlerin de dinden
haberi yok bir çoğunun.. Sorun burada. Alimler gökteki yıldızlar
gibidirler aslında. Onlar ilim ve hikmet sahibi insanlardır. İrfan
sahibidirler. Münevverdirler. Sadece hakikatin bilgisi değil,
gerçeğin bilgisine de sahiptirler. Böyle diyoruz da bu konuda sorun
var.
Ve bu kişilerin çoğu kendi zannına dayalı yorumlar yapıyorlar ve bu
yorumu mutlak ve mümkün olan en doğru ve muradı ilahi gibi takdim
ediyorlar.. Bugün tefrikanın sebebi cahillik olduğu kadar ilim
sahiplerinin kibir ve inadıdır aynı zamanda.
HAYATIM, MÜCADELEM HERKESİN ÖNÜNDE
Aradan geçen bunca yıla rağmen kitabınızla ilgili olumlu veya
olumsuz gelen tepiklerden bir örnek bizimle paylaşabilir
misiniz?
Ben genelde, layık olmadığım ölçüde kabul gören biriyim. 70 yaşına geldim, 47 yıldır da yazıyorum, konuşuyorum. Hayatım, mücadelem herkesin önünde. Hiçbir yere yaslamadan tek başına mücadele etmem, herkesle diyalog kurmam, herkesi eleştirmem pek türüne rastlanır bir kişilik değil. Beni kimse çok fazla yanına yaklaştırmaz, eleştirebilirim, ama kimse yanından çok uzaklaştırmaz, gün gelir işlerine yararım.
TEFRİKA GİRMEDEN BİR MİLLETE DÜŞMAN GİREMEZ
Son olarak konumuzla ilgili neler söylemek istersiniz?
İman etmeden cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmeden gerçekten iman etmiş sayılmazsınız. Bu gün Müslümanlar birbirini ne kadar seviyor. Nerede ise birbirine selam bile vermeyen 50’ye yakın kendine cemaat diyen topluluk var. Tefrika girmeden bir millete düşman giremez, toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez. Ben beyne'l Müslimin bir kişiyim. Aynı Allah’a, Rasulüne ve kitaba iman edenler benim kardeşimdir. “Ben Müslümanlardanım diyenden daha güzel sözlü kim olabilir”.
Yorumlar