Hasan Sabbah kim Alamut Kalesi Nerede Batınilik Nedir?

Hasan Sabbah kim Alamut Kalesi Nerede? Hasan Sabbah'ın hikayesi tarihin en çok merak edilen konuları arasında yer alır. Kalesi olarak bilinen Alamut Kalesi'nden yayılan nifak tohumları birçok devlete zarar vermişti. Peki sırlarla dolu bu Alamut Kalesi nerede, Hasan Sabbah Kimdir ve Haşhaşi nedir?

Google Haberlere Abone ol
Hasan Sabbah kim, ne zaman yaşadı?

Hasan Sabbah kim Alamut Kalesi Nerede? Gizemli bir tarikat, Tarihin en karanlık örgütlerinin ilham kaynağı olan, devletler içindeki yapılanmalara örnek teşkil eden, liderleri için canını feda eden militanlara örnek olan esrarlı örgüt Haşhaşilerin barındığı Alamut Kalesi ve Hasan Sabbah her zaman merak konusu olmuştur. Haklarında anlatılanların ne kadarının doğru, ne kadarının yanlış olduğunu ancak Allah bilir ancak anlatılanlara göre dünyanın en gizemli örgütünün bu kalede barındığı bir gerçek. Peki sırlarla dolu bu Alamut Kalesi nerede, Hasan Sabbah Kimdir ve Haşhaşi nedir, Batini veya Batinilik nedir?

ALAMUT KALESİ NEREDE?

Alamut Kalesi, kelime olarak ''Kartal Yuvası'' anlamına gelmektedir. Alamut Vadisi'yle Talekan Nehri'nin birleştiği yerde, Kazvin'in kuzeydoğusunda yer alan Alamut Kalesi, yüksekliği 2.000 metreyi aşan kayalar üzerine inşa edilmiştir. Alamut Kalesi, bugün İran sınırları içinde yer alan Deylem bölgesinde Alamut Vadisi ile Talekan Nehri'nin birleştiği yerde bulunuyor. Alamut Kalesi, kelime olarak ''Kartal Yuvası'' anlamına gelmektedir.


Resim-1: Alamut Kalesi haritadaki yeri

Alamut Vadisi'yle Talekan Nehri'nin birleştiği yerde, Kazvin'in kuzeydoğusunda yer alan Alamut Kalesi, yüksekliği 2.000 metreyi aşan kayalar üzerine inşa edilmiştir. Deylem bölgesinde bulunan Alamut Kalesi, Deylemli hükümdarlardan biri tarafından kurulmuştur.  Deylem bölgesinde bulunan Alamut Kalesi, Deylemli hükümdarlardan biri tarafından kurulmuştur. Kuruluş tarihi konusunda kesin bir bilgi olmamasına rağmen Deylem (Daylam) hükümdarlarından ve Custani (Justanid) hanedanından olan Vehsudan b. Mezrubanda tarafından 805 yılında inşa edildiği söylenmektedir. Kale, tarihsel süreç içerisinde birçok kez yeniden imar edilmiştir.


Resim-2: Alamut Kalesi'nin şu anki hali

Alamut Kalesi, günümüzde birkaç kalıntıdan ibaret olsa da oldukça ünlü bir yerdir. Bu ününü ise Hasan Sabbah'a borçludur. Hasan Sabbah ve daileri, kaleyi ele geçirdikten sonra bu bölgeyi Batıniliği'n ve teşkilatın merkezi olarak kullanmışlardır. Hasan Sabbah ve cennet fedaileri olarak anlatılan efsaneler Alamut Kalesi'nde geçmekle birlikte, fedailerin bu kalenin içerine kurulan cennet bahçelerinde öldürmek ve ölmek için yetiştirildiği söylenmektedir. Fakat kaledeki cennet bahçeleri hatta haşhaş kullanıldığına dair kesin bilgiler bulunmamaktadır. Bazı kaynaklar, bu rivayetlerin muhalifler tarafından karalama kampanyası olarak ortaya atıldığını savunmaktadır. Kesin olan şey ise, Hasan Sabbah'ın bu kaleyi ele geçirdiği ve ölümüne kadar bu kalede kaldığıdır.

Alamut Kalesi'nin ele geçirilmesi ile ilgili farklı iddialar bulunmaktadır. Hasan Sabbah, kaleyi 1090 yılında ele geçirmiştir. Kalenin ele geçiriliş biçimi ile ilgili en yaygın iddia, kaleye sızan dailerin yürüttüğü çalışmalar sonucunda kaledeki halkın ve askerlerin büyük bölümü etki altına alınmış ve Batıni inancını benimsemiştir. Çalışmaların sonunda ise Hasan Sabbah tek başına kaleye gelmiş ve kale yöneticisini buradan kovmuştur. Diğer iddialarda ise Hasan Sabbah'ın da gizlice kaleye gelerek halkı kendi görüşüne çekme faaliyetlerine katıldığıdır. Ayrıca Hasan Sabbah'ın kale yöneticisine para ödeyerek kaleyi yöneticiden satın aldığı da söylentiler arasındadır. Alamut Kalesi'nin ele geçiriliş yönetimi ile ilgili en fantastik hikaye ise Serpersi Saykes'in yazmış olduğu ''Tarih-i İran'' isimli kitaptadır. Burada anlatıldığına göre Hasan Sabbah, bu kaleden bir sığır derisinin kaplayacağı kadar toprak istemiştir. Bu talebine olumlu yanıt verilince Hasan Sabbah bir öküz derisini ince ince çekerek tüm kaleyi kaplayacak hale getirmiştir ve bölgeyi almıştır.

Alamut Kalesi, Hasan Sabbah'ın buraya hakim olmasından itibaren pek çok kuşatma geçirmiştir. Kendisi için en korunaklı bölgeyi seçen Hasan Sabbah ve sonrasında gelen temsilcileri, kalenin konumundan iyi bir şekilde yararlanmıştır. Savunmaya son derece elverişli olan Alamut, mancınıkların ve okçuların menzili dışında kaldığı için zor bir hedeftir. Ayrıca kaleye yaptırıldığı söylenen çok sayıda gizli geçit, kalenin uzun süren kuşatmalara karşı dayanmasını sağlamıştır.

Hasan Sabbah'tan sonra sırasıyla

Buzrug Ümmid (1124-1138),
Muhammed Buzrug Ümmid (1138-1159),
I.Hasan (1159-1162), II.Hasan (1162-1166),
II.Muhammed (1166-1210), III. Hasan (1210-1221),
III. Muhammed (1221-1255),
Rükneddin Hür Şah (1255-1257) Alamut Kalesi'nin komutanlığını yapmışlardır.

Alamut Kalesi yıkılana kadar pek çok kez kuşatılmıştır. Tarihte bilinen Alamut Kalesi kuşatmaları şu şekildedir:

1091/1092 - Yoruntas'ın Alamut'u kuşatması.
1109/1110 - Sultan Muhammed Tapar'ın Alamut'u kuşatması.
1117/1118 - Sultan Muhammed Tapar'ın ikinci kez Alamut'u kuşatması.
1127 - Sultan Sencer'in Alamut'u kuşatması.
1130 - Sultan Mahmud b. Muhammed Tapar'ın Alamut'u kuşatması.
1157 - Gazi Rüstem Şehriyar'ın Alamut'u kuşatması.
1198/1199 - Harizmşah Tekiş'in Alamut'u kuşatması.

Tarihin çeşitli dönemlerinde kuşatılan Alamut, bazen aylarca hatta bir yılı geçen süre boyunca kuşatma altında kalmıştır. Fakat bu kuşatmalardan her seferinde kurtulmuştur. Burada kalenin savunmaya elverişli konumunun yanı sıra bu kuşatmalar sırasında kuşatma komutanlarına veya kuşatmayı yapan komutanın bağlı olduğu hükümdara yapılan suikast saldırıları, kuşatmanın kaldırılmasını sağlamıştır.

Alamut Kalesi'nin yıkılması, 1256 yılında Moğol hükümdarı Hülagu tarafından gerçekleşmiştir. Bu kuşatmaya yaklaşık 300 bin Moğol askerinin katıldığı, bazı tarih kaynaklarında geçmektedir. Alamut'un son komutanı olan Rükneddin Hür Şah'ın teslim olduğu, buna rağmen sonrasında öldürüldüğü de tarih kitaplarında geçen bilgilerdendir. Kalenin alınması için kalenin altına tüneller kazıldığı ve bu tünellere patlayıcı, yanıcı maddeler koyularak kalenin yıkıldığı kanısını hakimdir. Bununla beraber Dünyanın en geniş kitap arşivlerinden birine sahip olan Alamut Kütüphanesi'ndeki kitapların büyük kısmının yok olduğu söylenmektedir.

Tahran-Alamut arası 240 kilometre, Tebriz-Alamut arası ise 600 kilometre mesafe bulunmaktadır. Alamut Kalesi'ne en yakın yerleşim yeri olan Kazvin (Qazvin) ile kale arasında 106 kilometrelik mesafe bulunmaktadır. Qazvin'den taksiye binerek engebeli yolları aşabilir ve yaklaşık 2 saatlik bir yolculuğundan ardından bölgeye ulaşabilirsiniz. Qazvin-Alamut arası ortalama 60-70 TL'ye gidiş-dönüş taksi yolculuğu yapabilirsiniz. 

HAŞHAŞİ NEDİR?

Haşhaşi 'bir tür uyuşturucu madde olan haşhaş maddesini kullananlara' verilen isimdir. Ancak tarihteki anlamı itibariyle İngilizce Assassination yani suikastçı anlamındaki kelimeden türedildiği de iddia edilmekterdir. Hasan Sabbah'ın önderliğini yaptığı, fedailerine sahte bir cennet vaadiyle kendi Haşhaşilik öğretisini yaydığı, tarihte Belde't-ûl'İkbâl adıyla şöhrete kavuşan Elemûtlar Devleti'in karargahı ve başkenti niteliğinde hizmet vermiş olan bir yerleşim birimidir.

Nizari-İsmaili mezhebinin (Batinilik) yaşatılmasında büyük bir rol oynayan bu merkezde adamlarına cennetin anahtarlarını kendi ellerinde bulundurduğuna inandıran ve haşhaşın uyuşturucu etkisini kullanan Hasan bin Sabbah, eğitime tabi tuttuğu fedaileri aracılığıyla bir çok devlet adamı ve hükümdarın canına mâl olan suikastler tertip etmeyi başarabilmiş ve çevresindeki ülkelere epey gözdağı vermeyi başarabilmişti. Suikast düzenlemek anlamına gelen İngilizce assassination kelimesinin burada yaşayan haşhaşin örgütünün adından değişerek türetildiği zannedilmektedir. Zamanın Haçlı kaynaklı tarihçileri Hasan bin Sabbah fedailerinin kendilerini feda edecek kadar davaya bağlı olmalarını anlamlandıramamış ve siyasi suikastleri yerine getirmesi için haşhaşın uyuşturucu etkisini kullanıldığını öne sürmüşlerdir.

Şiîlik mezhebinin İsmâilîlik meşrebinin Nizârîlik koluna bağlı Hasan Sabbah'ın zamanında şöhretinin doruk noktasına ulaşmıştır. Tarihe "Haşhaşiler" ve "suikastçılar" olarak geçen bu kalede ikamet eden İsmâilîler'in bu şekilde tanımlanmalarının nedenlerinden biri Marco Polo'nun anılarında aktarmış olduğu bilgilerdir. Şiîlik mezheblerinden olan İsmailî-Nizârîler kolunun temelini teşkil eden bu tarikat günümüzde IV. Ağa Han'ın önderliğinde ezoterik-batınilik dünyasının en büyük temsilcisi olarak faaliyetlerini sürdürmektedir. Heft Bab-ı Seyyidne Kelam-i Pir olarak ta anılan Elemût Devleti'nin kurucusu Nizârî Dâ'îsi Hasan bin Sabbah'ın Yemen'den Kûfe yakınlarındaki Himyari bölgesine gelen, oradan İran'a geçerek bir süre Kumm şehrinde yaşayan, ve daha sonra Rey kentine yerleşen bir aileye mensup olduğu iddia edilir.

Kurucusu olduğu İran'nın Elemût Bölgesi merkezli Nizârî İsmâ'îlî Devlet, İmamet (İsmailiyye öğretisi) ve İmâmet (Nizârî i'tikadı) üzerine inşa edilmiştir. Hasan Sabbah'ın ölümünden sonra yerine Rudbarlı bir Türk ve sağ kolu olan Kiya Buzrug Ummid (1124 - 1138), Elemût Piri olur. Elemût Devleti'nin 1256 yılında Moğollar tarafından yıkılıncaya dek de aynı soydan İranlılar yönetime gelirler. Nizari İsmaililer Hazar Denizi'nin güneyine Deylem ve Gilan'a da egemen olmuşlardır.

HASAN SABBAH KİMDİR?

Hasan Sabbah Ortaçağın önemli liderlerinden biri… Ayşe Atıcı Arayancan’ın yazmış olduğu “Dağın Efendisi Hasan Sabbah ve Alamut” adlı kitapkta İsmaillilerin Hasan Sabbah’a, “Seyyidina (efendimiz) Hasan” adını verdiğini söylüyor. Babası, ilmi seven bir kişi olarak, Sabbah’ın kelam, mantık, felsefe ve matematik eğitimi almasını sağlamış. Sabbah’ın çocukluğunda din adamı olmak istediğini öğreniyoruz. Sabbah, yaşı ilerleyince Selçuklu veziri Nizamülmülk’ün yanında idari olarak görev almış. Lakin yazar, Sabbah ile Nizamülmülk’ün arasının mali işler nedeniyle bozulduğunu söylüyor.  Zamanla Sabbah’ın okuma metinleri değişmiş ve İbn Attaş’ın da onayıyla İsmaili mezhebine dâhil oluyor. Arayancan’ın belirttiğine göre İsmaili eğitimini geliştirmek için Mısır’a giden Sabbah, buradaki sünni âlimlerin büyüklüğünü reddettiği için buradan kovulur, İsmailiği yaymaya çalıştığı için de sürgüne gönderilir. Yazar, Sabbah’ın yolunun İran’a düştüğünü, burada İsmailiğin propagandasını yapmaya başladığını belirtiyor.

Sabbah’ın destekçisi zaman içinde sürekli artar ve bu da Selçukluları rahatsız ettiği için Nizamülmülk tarafından takip edilmesi ve sonrasında da yakalanması istenir. Sabbah ise kaçar. Yazar burada şuna dikkat çekiyor. Birincisi, Sabbah çok iyi bir propagandacıdır. İkincisi ise, Selçuklu yönetiminden memnun olmayanları kendi yanına çekmeyi başarabilmektedir. Yazara göre Sabbah, kendine bağlı insanların artmasıyla beraber bir yerde ikamet etmek istemektedir. Bunun için de en uygun coğrafya Alamut Kalesi’dir. Fakat kale bu dönemde Sultan Melikşah’ın da onayıyla Hüseyin soyundan gelen Alevi-Mehdi adında birinin yönetimindedir. (S.35) Sabbah, kalede bulunan askerlerin bir kısmını zamanla kendi tarafına çeker ve ayrıca İsmaililerin de kaleye sızmasını sağlar. Büyük bir güce ulaşınca da kendisi kaleye gizlice girer. Dehhuda adıyla bir süre kimliğini gizleyerek yaşamaya başlar. Mehdi ise Sabbah’ın gerçek kimliğini öğrendiğinde ise iş işten geçmiştir. “Sabbah Alamut’un bedeli olarak üç bin dinarlık bir senet vererek, Mehdi’nin kaleden serbestçe ayrılmasına izin verir.” Böylece Sabbah daha rahat propaganda yapar ve dört bir tarafa propagancılarını gönderir.

“Selçuklular ve Alamut Kalesi” başlıklı bölümde yazar, İran ve Afganistan coğrafyasının bu dönemde tam olarak zerdüştlüğün etkisinden kurtulamadığını ve Sabbah’ın da İsmaililiği yaymak adına bunu kullandığını belirtiyor. Bu döneme kadar Sabbah’ı çok önemsemeyen Selçuklu Sultanı Melikşah ise Sabbah’ın bu çalışmalarının ardından Nizamülmülk’ü bu konuyla ilgilenmesi için görevlendirir. Vezir önemli bir orduyla kaleyi kuşattırır. Günlerce süren kuşatmanın ardından açlığa dayanamayacak noktaya gelen halk Sabbah’tan yardım ister. Sabbah ise sabretmelerini söyler. Ardından kaleyi kuşatan Emir Yoruntaş’ın ölmesiyle kuşatma kaldırılır. Halk bunu Sabbah’ın kerametine bağlar. “Sultan Melikşah, Hasan Sabbah’ı yeni bir din icat etmek ve cahilleri kandırmakla suçlar ve eğer kendisine itaat edilmez ise kalelerini yerle bir edeceğini bildirmek üzere elçi ile bir mektup gönderir. Hasan Sabbah ise bu mektuba karşılık olarak Müslüman olduğunu, Abbasilerin hilafeti gasp ettiğini, hilafetin gerçek sahibinin Fatımi olduğunu söyleyerek sultanı Nizamülmülk’ün entrikalarına karşı uyarır ve Selçuklu Devletini tehdit eder.

Yazar, İsmaillilerin gayretleriyle Nizamülmülk’ün suikast düzenleyerek öldürülmesi ve Selçuklu tahtından Melikşah’ın ölümünün ardından Muhammed Tapar ve Berkyaruk arasında iktidar mücadelesinin başlamasıyla İsmaililerin rahatladığını ve Sabbah’ın büyüdüğünü söylüyor. Bu süreçte Sabbah, saray ve ordu içine sızmıştır. Kendisi ile ilgili tüm olaylardan haberdar olur. Selçuklu askerlerinin önemli bir kısmını kendi yanına çeker. “İsmaililere karşı olan komutanlar ve vezirler, evlerinden dışarı zırh giymeden ya da koruma almadan çıkmaya cesaret edemez hale geldiler.” 

Mehmet Tapar iktidara geçtikten sonra, Hasan Sabbah’a ciddi bir darbe vurmak istemektedir. Bu sebeple İsmaililere ait Şahdiz Kalesi ele geçirildi. Lakin Sabbah’ın adamlarının saraya kadar girmesi hükümdarı iyice tedirgin etmiştir. Bu tedirginliğe rağmen Tapar, Alamut Kalesi’ni kuşatmıştır. Kuşatma esnasında Tapar’ın ölmesi, “İsmaililer için yeni bir kurtuluş kapısı olurken moralleri yükseltmiştir.” 

Yazar, Tapar’ın ardından Sultan Sencer döneminde de İsmailiğin devlet için bir tehlike olduğunu belirtiyor. Sencer kendi döneminde de İsmaililer üzerine yürüdü. Ama Hasan Sabbah, saraydaki bir adamı vasıtasıyla Sultan Sencer’in odasına girerek yatağının altına bir bıçak koyup “eğer ben sultanın iyiliğini düşünmeseydim, sert yere konmuş olan o bıçağı onun yumuşak göğsüne saplatırdım” notunu bırakması üzerine Sencer, Sabbah ile anlaşmak zorunda kaldı. Sultan, Sabbah’tan inançlarına davet etmemelerini, yolları tehdit etmemelerini, yeni kaleler yapmamalarını istemiştir. Yazara göre, bu antlaşmanın ardından iki taraf da yeniden mücadele içine girmemiştir.

HASAN SABAH NASIL ÖLDÜ?

Yazar, “Hasan Sabbah’ın Ölümü” başlıklı bölümde kitaba konu olan kahramanı detaylandırıyor. 90 yaşında, 1124’ de ölen Sabbah, Alamut yakınlarında gömüldü. Fakat mezarı Moğollar tarafından yıkılmıştır. (S.79) “Kendi davası uğruna 35 yıl Alamut’ta yaşamış ve rivayetlere göre kaleden aşağı hiç inmemiş, ikametgahından sarayın damına gitmek için sadece iki kez çıkmıştır. Kendisini dünya işlerinden soyutlayarak, yaşamını İsmaili davasına adamış, tüm zamanlarını ibadetle, kitap okumakla, ülke işleri ile uğraşarak geçirmiştir.” (S.80) Yazar, Sabbah’ın içki içmediğini, şarap içen oğlu Muhammed’i ise bu sebeple öldürdüğünü belirtiyor.

Sabbah, Ta’lim doktrinini şöyle anlatıyor. “Allah’ı tanımak akıl ve düşünceyle mümkün olmaz, İmam’ın rehberliğiyle olur. Çünkü dünyada yaşayan yaratıkların çoğunda akıl ve dini düşünce vardır. Eğer akıl Allah’ı tanımakla yeterli olsaydı, hiçbir akıl sahibi diğerinden farklı bir Allah mefhumuna sahip olmaz ve bu konuda görüş ayrılığına düşmezdi. Onun için herkes aklının erdiği kadar dindardır.” 

Yazar kitabının “Kıyamet İlanı” adlı bölümünde İsmaililerin farklı konulardaki görüşlerini paylaşmış. İsmaililer, Ramazan’ın 17’sini kıyamet bayramı olarak ilan edip, o gün şarap içip, sazlı sözlü eğlenceler düzenlemiştir. (S.149) Namaz konusunda ise şu ifadeleri kullanıyor yazar: “Artık şeriatın istediği 5 vakit namaz gereksizdir, kıyamet döneminde insanlar kalplerinde daima Allah ile birlikte olacaklardır ve gerçek namaz da budur.” 

Peki, İmam kimdir? İsmaililere göre imamet, hem dini hem de dünya reisliği manasına gelen manevi bir kuvvettir. “Ayet ve hadislere istediği manayı verebilir. Onun öğretilerine uyanlar namaz, oruç gibi mükellefiyetlerden kurtulur. Bu nedenle de tefsir ve hadis ilimlerine diğer mezhepler kadar önem verilmez ve gerçek bilginin taşıyıcısı ve Kur’an’ı yorumlayan, anlamlandıran tek kişi imamdır.”

Yorumlar