Türkiye’nin Yaşlanan Nüfusu ve Demografik Armağan
Türkiye sahip olduğu coğrafik konum ve siyasi geçmişi sebebiyle tarih boyunca önemli göç hareketlerinin merkezinde yer almıştır. Türkiye’ye olan göçmen akımının gelecekte de artarak devam edeceği tahmin edilmektedir. Refah artışı ve sosyal adaletin sağlanması Türkiye’ye olan talebi artıracaktır. Bilimsel araştırmalar göçmenlerin toplum refahına ve sosyal adalete önemli katkıları olduğunu göstermektedir. Bu nedenle göç hareketleri bir sorun olarak değil, bir fırsat olarak görülmelidir.
Hüseyin Kaya (İstanbul Medeniyet Üniversitesi öğretim üyesi)
Geleceğin Türkiyesinde Ekonomi Raporu’na göre geleceğin Türkiye ekonomisinin karşı karşıya olduğu en önemli meselelerden biri değişen demografidir. Nüfusun büyüklüğü, yapısı ve zaman içerisindeki değişiminin ekonomilerin üzerinde önemli etkileri söz konusudur. Türkiye uzun zamandır Avrupa’ya kıyasla genç bir nüfusa sahip olmanın avantaj ve dezavantajlarını tecrübe etmiştir. Bu yapının değişmeye başladığı ve nüfusun giderek yaşlandığı görülmektedir. Tahminler Türkiye nüfusunun yaş yapısının yaklaşık 20 yıl sonra Kuzey Amerika, Avrupa ve Merkez Asya’nın bugünkü yaş yapısı ile benzer bir durumda olacağını göstermektedir. Değişen nüfus yapısının ortaya çıkaracağı sorunlarla başa çıkabilmek ve getireceği avantajlardan faydalanabilmek için sosyal ve ekonomik politikalar tasarlanırken nüfus dinamiklerinin hesaba katılması gerekmektedir.
Doğum ve ölüm oranlarındaki düşüş sonrası, çalışma çağındaki
nüfusun artarak bağımlılık oranının azaldığı durumlar Demografik
Fırsat Penceresi veya Demografik Armağan olarak adlandırılmaktadır.
Demografik armağan dönemi ülkelerin bir kez karşılaşacağı bir durum
olarak değerlendirilmektedir. Türkiye halihazırda demografik fırsat
penceresi döneminde bulunmaktadır. Türkiye’de bu dönemin 2010
yılında başladığı ve yaklaşık 40 yıl süreceği tahmin edilmektedir
(Hoşgör ve Tansel, 2010). Demografik armağan sürecinden
faydalanabilmek için artan işgücünün istihdam edilebilmesi, artan
tasarrufların üretken yatırımlara dönüştürülebilmesi ve beşerî
sermaye oluşumunun desteklenmesi gerekmektedir. Ancak Türkiye’de
işgücüne katılım oranı düşüktür. Çalışma çağındaki her yüz kişiden
sadece 37’si bir işte çalışmaktadır ve çalışan bir kişi ortalama
2,8 kişiye bakmakla yükümlüdür. Bu durum demografik fırsat
penceresinden faydalanmamızı engellemektedir.
Sahip olduğu büyük genç nüfus sebebiyle Türkiye’nin işgücüne
katılan insan sayısı her yıl yaklaşık 1 milyon artmaktadır. Türkiye
ekonomisi son 15 yılda hızlı bir büyüme yaşamıştır ve bu büyümenin
istihdam oluşturma kabiliyeti OECD ortalamasından yüksektir. Ancak
tarihsel olarak ortalama yüzde 5 civarında seyreden ekonomik büyüme
hızı ülkedeki işsizliği azaltma konusunda yeterince başarılı
olamamaktadır. Özellikle kadınlardaki düşük işgücüne katılım
oranıyla beraber değerlendirildiğinde, yüksek işsizlik oranları
Türkiye’deki gelir eşitsizliğini artırmakta, tasarruf açığı
yaratması sebebiyle de ekonomik büyümeyi yavaşlatmaktadır.
Türkiye’nin uzun dönemli ve istihdam dostu bir büyümeyi hedefleyen
politikalara ihtiyacı vardır. Aksi durumlar yüksek işsizliğin norm
haline gelmesine ve beraberinde çözümü zor sosyal problem
alanlarının oluşmasına neden olacaktır.
Türkiye sahip olduğu coğrafik konum ve siyasi geçmişi sebebiyle
tarih boyunca önemli göç hareketlerinin merkezinde yer almıştır.
Türkiye’ye olan göçmen akımının gelecekte de artarak devam edeceği
tahmin edilmektedir. Refah artışı ve sosyal adaletin sağlanması
Türkiye’ye olan talebi artıracaktır. Bilimsel araştırmalar
göçmenlerin toplum refahına ve sosyal adalete önemli katkıları
olduğunu göstermektedir. Bu nedenle göç hareketleri bir sorun
olarak değil, bir fırsat olarak görülmelidir.
Dünyada Endüstri 4.0 olarak da adlandırılan önemli bir teknolojik
dönüşüm yaşanmaktadır. Bu teknolojik dönüşüm üretimde köklü yapısal
değişimleri beraberinde getirmektedir. Günümüzde yapılan işlerin
saat bazında yüzde 71’i insanlar, yüzde 29’u makinalar tarafından
gerçekleşirken, 2022 yılına gelindiğinde makinaların payının yüzde
42’ye çıkması, insanların payının ise yüzde 58’e gerilemesi
beklenmektedir. Bugün önemli görülen becerilerin yüzde 35’inin 2022
yılına kadar bu özelliklerini kaybedeceği ve analitik ve eleştirel
düşünebilme, yenilikçilik, yaratıcılık, teknoloji kullanabilme,
liderlik gibi becerilerin ise daha ön plana çıkacağı tahmin
edilmektedir. Bu nedenle öğrencilere teknoloji okuryazarlığı, temel
matematik, okuduğunu anlama, kendini ifade edebilme ve sorgulama
yeteneklerinin kazandırılması eğitim sisteminin en öncelikli hedefi
olmalıdır.
Geleceğin ekonomisindeki işgücünü hazırlamak için aşağıdaki
hususlara öncelik verilmelidir:
• Türkiye’yi bekleyen “yaşlı nüfus” problemine
yönelik ön alıcı politikalar geliştirebilmek için benzer deneyimden
geçen ülke tecrübelerinden faydalanılmalıdır.
• İşgücüne katılımının artırılarak bağımlı
nüfusun azaltılması için işgücü piyasasında güvence ve esnekliğin
sağlanmasına yönelik düzenlemeler yapılmalıdır.
• Uzun dönem büyümenin istihdam dostu bir yapıda
olmasına özen gösterilmelidir. Yatırım politikaları ile işgücü ve
eğitim politikaları arasında uyum gözetilmelidir.
• Üretimdeki dönüşüme azami uyum için adaptasyon
yeteneği yüksek, üretken bir işgücü hedeflenmeli, eğitim sistemi
buna göre tasarlanmalı ve hayat boyu eğitim programları günlük
yaşamın parçası haline gelmelidir.
Yorumlar