Faruk Kara

Faruk Kara

Bedayi'i Asar-ı Osmaniye'den algı operasyonlarına 'hamaset'

Esasında kahramanlık anlamına gelen hamaset kelimesi günümüzde daha çok demagoji anlamında kullanılıyor. Demagoji içinse kısaca halkın isteklerine, ön yargılarına ve korkularına...

Esasında kahramanlık anlamına gelen hamaset kelimesi günümüzde daha çok demagoji anlamında kullanılıyor. Demagoji içinse kısaca halkın isteklerine, ön yargılarına ve korkularına dayalı olarak yapılan siyaset ve destek arayışı diyebiliriz.

Türkiye'de siyasetçilerin çoğu ve son zamanlarda gazete yazarları da gerçekçilikten çok uzak bir şekilde hamasi konuşmalar yaparak veya yazılarla halkı etkilemeye çalışıyor.

Hamaset dediğimiz şey esasında 150 yıllık bir sürecin ürünü. Osmanlı'nın üst üste yenilgiler alması ve sürekli gerilemesi sonucu yazarlar halkın moralini düzeltmek için yazılar yazmış, şairler ise bu alanda çok önemli eserler vererek 'hamaset şiirleri' adıyla bir alan oluşturmuştur. Ülke bir yandan sürekli geri giderken halkın ümidini kaybetmemesi için şiirler, yazılar yazılmıştır.
Bu alanda Ressam Hüsnü Tengüz'ün ayrı bir yere konulması gerekiyor. İstanbul'un işgal edildiği sırada Bahriye'ye ait Deniz Matbaası'nda başressamlık yapan Hüsnü Bey, halkın şevkini diri tutmak için "Bedayi'i Asar-ı Osmaniye" isimli bir kitap yazar. Tengüz'ün gayesi İstanbul’un işgali sonrası umutsuzluk havasını kırmak ve şehrin Müslüman kimliğini haykıran bir eser ortaya koymaktır. 

Tengüz eserinde Bursa, Edirne ve İstanbul’daki selâtin camilerini konu ediniyor. 14. yüzyıldan 19. yüzyıl sonlarına kadar Osmanlı padişahları tarafından yaptırılmış 42 caminin kronolojik olarak yer aldığı kitapta, yapıların coğrafi konumu, mimari tanımı, banisi, kitabe metinleri, haziresi veya yakınlarındaki mezarlar zaman zaman müstakil portreler, bağımsız şiirler bir tasavvuf kültürü içinde aktarılıyor.

Kitabın sonunda yer alan haritada ise çizildiği dönemde ayakta olan 489 cami yeri işaretlenmiş ancak harita yerine kroki veya planın daha doğru bir ifade olacağını düşünüyorum. 96 yıl önce İstanbullulara ümit aşılamak için basılan kitap geçtiğimiz yıl Kültür AŞ tarafından yeniden yayınlandı.

Gerek İstanbul’un işgalinde, gerekse Milli Mücadele döneminde hamaset edebiyatı zirve yapmış, bu alanda önemli eserler verilmiştir. Bu çerçevede yapılan bazı konuşmalar da meşhurdur. 15 Mayıs 1919’da Sultanahmet’te düzenlenen mitingde Halide Edip Adıvar’ın yaptığı konuşma bu alanda zirve sayılabilir. Adıvar’ın konuşması şu ifadelerle başlamaktadır:

“Müslümanlar, Türkler; Türk ve Müslüman bugün en kara gününü yaşıyor. Gece, karanlık bir gece... Fakat insanın hayatında sabahı olmayan gece yoktur. Yarın bu korkunç geceyi yırtıp muşâşâ bir sabah yaratacağız. Yalnız ışık geldiği vakit gözümüzü güneşe karanlığı gören baykuşlar gibi açmayalım. Işık geldiği vakit hayatı karşılayacak, karşılayabilecek insanlar halinde bulunalım.”

30 yıldan fazla bir zamandır devam eden PKK terörü ve Türkiye’nin üzerindeki dış baskılar günümüzde siyasilerin ve yazarlarla kanaat önderlerinin hamasete kaçmasını zorunlu kılıyor. Hamaset, milleti diri tutuyor, bu gerçek gözardı edilemez elbette. Fakat savaş zamanı insanları diri tutan hamaset, aktif bir savaşın olmadığı dönemlerde uyutabiliyor, uyuşturucu etkisi yapıyor.
Geçmişteki hamaset ile günümüzde bağlamından koparıldığını düşündüğüm hamaset arasında da ciddi farkların olduğu bir gerçek. Eskiler, geçmiş güzel günleri hatırlatarak halkı yeniden umutlandırmaya çalışırken günümüzde siyasiler ve yazarlar geleceğe dönük imkansıza yakın vaatlerle hamaset yapıyor. Bu anlamda isimsiz yazan bir yazarın “Beştepe’de yapılan Cumhurbaşkanı Sarayı’nın her odasından bir İslam ülkesinin yönetileceği” mealindeki ifadesi hamaset ölçüsünü aşıp uyuşturucu etkisi gösteriyor. Bu anlamda günümüzde hamaset değil, algı operasyonu yapılıyor.

Hamaset demişken şair Mithat Cemal Kuntay’ı anmamak olmaz elbette. Kuntay’ın yazdığı ‘Kimdim’ şiiri hamaset edebiyatının en güzel örneklerinden biri. Şiirin yazıldıktan çok uzun süre sonra yayılmasının hikayesi ise gülümseten cinsten.

Kuntay, şiiri yazdıktan sonra bir yerde yayınlamamış, dostları ile paylaşmıştır sadece. Bir süre sonra şiirin yazılı olduğu kağıdı kaybeder. Ezberinde de olmadığı için şiirden ümidini keser. Bir gün bir sohbette şiirler okunurken Mahir İz tok sesiyle Kuntay’ın bu şiirini ezberden okur. Kuntay, sohbet sonrasında İz’den şiiri alır ve böylece şiir kaybolmaktan kurtulur.

Yazıyı şiirle bağlayalım o halde…

Kimdim? 
Tufanlar, alevler beni bir kal'a sanırdı; 
Taçlar uçuşur, dalgalanır, parçalanırdı. 
Kahhâr atımın kanlı, kıvılcımlı izinde; 
Bir başka denizdim ebediyyet denizinde. 
Çarpardı göğün kalbi hilâlin avucunda; 
Titrerdi yerin talihi merminin ucunda. 
Günler, elimin çizdiği yerlerden akardı; 
Üç kıt'ada korkunç atımın izleri vardı. 
Üstünde uçarken o nişîbin bu firâzın, 
En şanlı, şehâmetli hükümdarına arzın. 
Tek bir bakışım sanki inayetti, keremdi; 
İklîli hediyyemdi, arazisi hîbemdi. 
Hançerdi hayâlim, bütün akvam ona kındı; 
Baştan başa dünya bir esîrimdi; kadındı. 
Asabına nabzımdaki ahengi verirdim? 
Kast eylediğim şekli verir, rengi verirdim. 
Dünyâ bilir iclâlimi ben böyle değildim; 
Ben, altı asırdan beri bir kere eğildim!
Diğer Yazıları

Yorumlar