ANALİZ - İdlib'in ardındaki hesaplar

- Irak ve Suriye’de şehirler birer birer DEAŞ’ın elinden alınırken, İdlib’in özellikle Türk sınırına yakın kuzey bölgelerinin, bir anda el-Kaide’nin Suriye şubesi olarak tanınan Nusra Cephesi’nin de bileşenlerinden biri olduğu Heyet Tahrir Şam’ın eline geçmesi çok manidar görünüyor - Bir kaç gündür bazı yayın kuruluşlarında yer alan ABD’nin en yeni Suriye haritasına bakıldığında, bunun hiç de tesadüfi olmadığı anlaşılıyor - Türkiye’nin Afrin’e veya İdlib’e müdahale edebileceğini öngören ABD’nin, çeşitli istihbarat manevralarıyla, HTŞ'nin İdlib’de hakimiyet kazanmasına, daha sonra manivela olarak kullanmak üzere imkân sağladığı düşünülebilir - Türkiye bu durumda, tıpkı daha önce DEAŞ’a karşı yapılan Fırat Kalkanı harekatında olduğu gibi, sınırındaki el-Kaide’nin kolu olan örgüte karşı meşru müdafaa hakkını kullanıp İdlib’e bir askeri harekât gerçekleştirebilir - Türkiye için ikinci bir seçenek, kendisine müzahir muhalif güçleri tekrar şehri ele geçirmeleri için desteklemek olabilir

Google Haberlere Abone ol
ANALİZ - İdlib'in ardındaki hesaplar

İSTANBUL (AA) -CENGİZ TOMAR- Özellikle Halep’in rejim güçlerinin eline geçmesinin ardından, son dönemde İdlib Suriyeli muhaliflerin en önemli kalesi olarak gündemden düşmüyor. Türkiye’nin hemen sınırında, kuzeyde Hatay ve Afrin, doğuda Halep ve batıda Akdeniz sahilindeki Lazkiye ile çevrili olan bu stratejik bölge, Suriye’de yıllardır süren savaşın en önemli kördüğümlerinden de biri. Nitekim bu düğümü çözecek ülke ve grupların Suriye denkleminde, özellikle siyasi manada çok önemli bir rol oynayacağı kesin. Irak ve Suriye’de Musul, Telafer, Rakka ve Deyr ez-Zor gibi şehirler birer birer DEAŞ’ın elinden alınırken, İdlib’in özellikle Türk sınırına yakın kuzey bölgelerinin, bir anda el-Kaide’nin Suriye şubesi olarak tanınan Nusra Cephesi’nin de bileşenlerinden biri olduğu Heyet Tahrir Şam’ın (HTŞ) eline geçmesi çok manidar görünüyor. Nitekim bir kaç gündür bazı yayın kuruluşlarında yer alan ABD’nin en yeni Suriye haritasına bakıldığında, bunun hiç de tesadüfi olmadığı anlaşılıyor.

Bizler Suriye savaşında İdlib ismini son bir yıldır sıklıkla duyuyor olsak da, Hatay’ın hemen güneyindeki bu sınır komşusu bölge, Suriye’de iç savaşın başlangıcından beri Hatay, Afrin, Halep ve Lazkiye arasında önemli bir yer teşkil ediyor. Suriye’nin idari taksimatındaki 14 ilden (muhafaza) biri. Merkez ilçesi İdlib’in yanı sıra Maarratu’n-Numan, Harim, Eriha ve Cisr eş-Şuğûr gibi önemli ilçeleri var. Nüfusunun çoğunluğu Sünni Arap olmakla birlikte, bir miktar Hıristiyan nüfusa da sahip. Türkiye’ye hudut komşusu olması, Suriye’nin kuzeyinde (Türkiye’nin Fırat Kalkanı operasyonunda muhaliflerle birlikte elde ettiği Cerablus ve el-Bâb bölgesi haricinde) sınırın tamamen PYD/YPG gibi bir terörist örgütün elinde bulunması, İdlib’i Türkiye açısından daha da stratejik kılıyor. Ayrıca İdlib Suriye’de muhalefetin son ve en önemli kalelerinden biri. Esed rejiminin kaderi de İdlib’le doğrudan bağlantılı.

Tarıma dayalı bir ekonomisi olan şehir, 3 milyonu bulan zeytin ağaçları nedeniyle ‘İdlibü’l-Hadrâ’ (Yeşil İdlib) olarak anılıyor. Ebla medeniyeti gibi kadim kökenlere sahip İdlib, Âramcada “Tanrı Eded’in Evi” anlamına geliyor ve önemli arkeolojik alanlarla müzeleri barındırıyor. Osmanlılar hâkimiyetinde, Köprülü Mehmed Paşa’nın sadrazamlığı döneminde planlanarak pek çok han ve çarşı inşasıyla imar edilen şehrin gelirleri Mekke ve Medine’deki kutsal yerlere tahsis edilmiş. Şehir özellikle 19. yüzyılda büyük gelişme göstermiş. Son göçlerle birlikte bölgedeki nüfusun iki milyona ulaştığı söyleniyor. Zira Suriye rejimiyle yapılan pek çok anlaşma sayesinde, Suriye’nin diğer şehirlerinden ayrılmak zorunda kalan muhalifler buraya göç ettiler. Bu nedenle İdlib, Suriye muhalif hareketinin geleceği açısından da büyük önem taşıyor.

İdlib’de muhaliflerle rejim arasındaki ilk çatışmalar erken dönemde, 2011’den itibaren aralıklı olarak başlamıştı. Şubat 2012’de yoğunlaşan ve şiddeti artan çarpışmaların ardından, Mart ayında şehir tekrar rejim güçlerinin eline geçmişti. Ancak üç yıl sonra, 24 Mart 2015’te başlayan çarpışmalarda muhalifler tekrar bölgede üstünlük kurmaya başladılar ve 28 Mart’ta İdlib’i rejim güçlerinden geri aldılar. İdlib o günden bu yana çok çeşitli fraksiyonlardan oluşan muhaliflerin elinde. El-Kaide’nin Suriye kolu olan, eski adıyla Nusra Cephesi yeni adıyla şemsiye örgüt Heyet Tahrir Şam (HTŞ) da şehirde güçlü bir konumdaydı. Şehirde muhalifler tarafından bir yönetim kurulmakla birlikte, şeriat yasalarının uygulanmasını isteyen Nusra Cephesi ile diğer muhalif gruplar arasında daimi bir gerilim zaten mevcuttu. Nitekim Nusra (HTŞ) geçen Temmuz ayındaki çatışmalarda, muhaliflerin diğer şemsiye örgütlerinden Ahraru’ş-Şam’ı geriletip İdlib’in önemli bir bölümünü ele geçirerek üstünlüğünü perçinledi.

Türkiye uzun müddettir müttefiki ABD’nin Suriye politikasından, özellikle DEAŞ’a karşı başka bir terörist örgütle birlikte mücadele etmesinden ve PYD/YPG yönetimindeki kantonlardan rahatsız ve her platformda PYD/YPG yönetimindeki kantonları tanımadığını ve gerektiğinde bunlara müdahale edeceğini açıkça ilan ediyor. İşte tam bu esnada, Türkiye’nin Afrin’e veya İdlib’e müdahale edebileceğini öngören ABD’nin, çeşitli istihbarat manevralarıyla, tüm dünyada terörist bir organizasyon olarak kabul edilen el-Kaide’nin Suriye kolu Nusra’nın (HTŞ) İdlib’de hakimiyet kazanmasına, daha sonra manivela olarak kullanmak üzere imkân sağladığı düşünülebilir. Üstelik bunu da Türkiye’nin bu örgütlere geçiş izni verdiği suçlamasıyla birlikte yaparak. Zira böylece ABD, bu bölgeye müdahale için meşru bir gerekçe bulduğu gibi, Suriye’deki yeni müttefiki PYD/YPG’yi Afrin’de himayesi altına alarak bu kuşağın Akdeniz’e kadar uzanmasına yönelik yeni bir hamle yapmış oluyor. Ayrıca bu hamleyle Suriye’deki en güçlü rakibi Rusya’ya karşı kuzeyde de önemli bir kazanım elde etmiş olacak. Zaten ABD, Suriye’nin güney ve doğusunda Suriye rejimi, İran ve Rusya’ya karşı benzer bir kazanımı son zamanlarda elde etmişti.

Öte yandan İdlib’in Türkiye’ye müzahir muhalif grupların eline geçmesi ve Afrin’i sıkıştırması PYD/YPG tarafından tehdit olarak algılanıyor. Türkiye’nin her an Afrin’e müdahalede bulunabileceğini öngören PYD/YPG, tedbir almazsa Rakka harekatını bırakabileceği söylemiyle ABD’ye şantajı yapıyor. İşte İdlib’deki son gelişmeler tamamen bu hassas denge ve çıkarlar denklemiyle ilgili.

Türkiye bu durumda, PYD/YPG kartını gerektiğinde kullanmakta beis görmeyen Rusya ile anlaşarak, tıpkı daha önce DEAŞ’a karşı yapılan Fırat Kalkanı harekatında olduğu gibi, sınırındaki el-Kaide’nin kolu olan örgüte karşı meşru müdafaa hakkını kullanıp İdlib’e bir askeri harekât gerçekleştirebilir. Bu durum hem PYD/YPG’yi hem de (özel olarak Rakka’da, genel olarak Suriye’deki müttefiki) ABD’yi oldukça rahatsız edecek ve "Türkiye’nin terörizmle mücadeleye destek vermediği" yaygarasını kopartmasına sebep olacaktır. Ancak Nusra ve bileşenlerinin (HTŞ) İdlib’de önemli bir gücü ellerinde tuttuklarını ve bu tür bir operasyonun siyasi ve askeri açıdan oldukça zorlu ve epeyce süreceğini de göz önünde bulundurmak gerekiyor.

Türkiye için ikinci bir seçenek, kendisine müzahir muhalif güçleri tekrar şehri ele geçirmeleri için desteklemek olabilir. Ancak bu durumda, Türkiye ile çıkarları çatışan ülkelerin istihbarat teşkilatlarının da HTŞ’yi destekleyecekleri düşünülebilir. Bu açıdan hem İdlib ve hem de Afrin için lojistik destek olarak Türkiye’nin elinde Cilvegözü gibi önemli bir koz var ve Türkiye bu kozu (insani yardımlar hariç) kapıyı kapatarak kullanmaya başladı bile. Bu hamle Afrin’e de lojistik desteği engelleyebilir.

Şayet ABD İdlib’e bir operasyon yapar ve PYD/YPG kuvvetlerinin kara gücü olarak bu bölgeye girmesini sağlarsa, bu Akdeniz’e uzanan PYD/YPG koridorunun ABD tarafından kurulmak istendiği manasına gelir ki bu durumda Türkiye, her ne pahasına olursa olsun İdlib’e müdahale etmek zorunda kalır. Münbiç’te Türkiye’ye verilen sözlerin tutulmaması da bu senaryoları doğrular nitelikte. Bir diğer önemli husus, Türkiye’nin müdahale seçeneğine yönelmemesi durumunda, Fırat Kalkanı harekatıyla elde ettiği bölgenin de tehlikeye girmesi. Yukarıda ana hatlarıyla değindiğimiz bıçak sırtı denge ve çok bilinmeyenli denklemde, Türkiye açısından en olumsuz gelişme, ABD ile Rusya’nın bu konuda anlaşması olur.

[Ortadoğu siyasi tarihi ve uluslararası ilişkiler alanında uzman olan Prof. Dr. Cengiz Tomar, Yalova Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi ve rektör yardımcısıdır]

Yorumlar