Akademi endüstriyelleşiyor ve siyasallaşıyor

- İstanbul Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsünden Dr. Öğr. Üyesi Mehmet Yalçın Yılmaz: - "Ekonomisi güçlü ülkeler 'öncelikli çalışma alanı' belirledikleri konularda fonlama yapıyor"

Google Haberlere Abone ol
Akademi endüstriyelleşiyor ve siyasallaşıyor

Tarih ve Edebiyat uzmanı David Selim Sayers'ın Alman akademi dünyasına ilişkin çifte standart, fonlama, siyasallaşma ve liyakat bağlamında çeşitli iddialara yer verdiği metni, Paris Institute adlı düşünce kuruluşunun sitesinde yayınlanması[1] birçok tartışmayı da beraberinde getirdi.

AA Analiz Masası bu tartışmaları geniş bir yelpazede ele alarak akademi dünyasının geldiği durumu İstanbul Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsünden Dr. Öğr. Üyesi Mehmet Yalçın Yılmaz'a sordu:

***

Soru: Sayers'in iddialarında da gördüğümüz üzere akademi dünyasında bir fon, siyasallaşma ve tabiri caizse "endüstrileşme" problemi var. Akademide gerçekten fonlama yoluyla belirli çalışma alanları teşvik mi ediliyor?

Yılmaz: Bilimsel çalışmaların toplumla, toplumsal sorunlarla ciddi ilişkisi var, bunları ayrı düşünemeyiz. Sosyal bilimler bir laboratuvarda çalışma alanı değil. Hayatın içinde, toplumsal öbeklerle, katmanlarla geri kalmış gruplarla, engelli gruplarla, ezilen kitlelerle ister istemez saha çalışması yapmak zorunda. Gözlem yapmak zorunda. Bunun birçok yöntemi var.

Bugün ise toplumsal kimlikler ve aidiyetlerin öne çıktığı bir dünyadayız ve bu süreçte bu kitlelerin ister istemez tutumları, devletle olan ilişkileri ve dünyadaki networkleri de bir anlamda akademinin çalışma alanını belirliyor. Ekonomisi güçlü ülkelerin desteklediği fonlar ve bursiyerler üzerinden belirli çalışma alanlarını 'öncelikli çalışma alanı' şeklinde kategori ettiklerini, bu başlıklarla çağrılara çıktıklarını görüyoruz.

Evet, tabii ki bu anlaşılabilecek bir şey, neticede bir şirket, bir devlet istediği konuda araştırma yaptırabilir ve bu alandaki bilimsel çalışmaları destekleyebilir. Özgürlükler bağlamında bunda herhangi bir sorun yok. Fakat doğrudan önyargılar üzerine eklemlenmiş bir bilimsel kariyer dikkatlerimizden kaçmıyor. Yani bütün enerjisini pesimist bir bakış açısıyla, bir toplumsal olumsuzluk veya bir sistem sorunu üzerine çalışmaya harcayan bir akademik çalışma, ister istemez dikkatimizi çekiyor.

Türkiye de çok uzun zamandır, 1990'lardan beri bu anlamda Batı'daki sosyal bilimcilerin de bir çalışma alanı hale geldi. Tabii ki geçen yüzyılın paradigmasıyla değil, bu yüzyılın paradigmasıyla ve yeni kavramlarla Türkiye bir çalışma alanı haline geldi.

Türkiye'den yurt dışına giden akademisyenler, akademisyen adayları, doktora için yüksek lisans için yurt dışına gönderdiğimiz gençlere de genellikle Türkiye aleyhine konu başlıkları çalıştırıldığını görüyoruz. Araştırma konusunun seçilmesi çok zor bir hikayedir. Burada özellikle Türkiye’deki temel tartışmaları biraz daha diri tutabilmek için ön yargılı bir araştırma tercihinde bulunurlar. Bu anlamda bunun Almanya'da, Fransa'da, İsveç'te zaman zaman öne çıkarıldığını görüyoruz. Buradaki çeşitli bursların ve fonların Türkiye'deki "Kürt sorunu" ve "kadın meselesi" üzerinde çok fazla yoğunlaştığını görüyoruz. Cinsiyet tartışmaları ve toplumsal cinsiyet konusundaki çalışmalara özel fonlar ayrılıyor. Tabii sadece Türkiye'ye yönelik yapılan bir şey değil bu. Mesela Balkan ülkelerinde de bu tür çalışmaları çok desteklediler.

Soru: "Gerçek Akademisyenler Sürgünde" başlıklı metin neyi ortaya çıkardı?

Yılmaz: Bu yazıda Almanya'daki çeşitli fonlardan Türkiye'den gitmiş imzacı akademisyenlere ait bir yapıya da bağış yapıldığı ve fon verildiği söyleniyor. Yazı; akademik etik bağlamında devletler, politika ve fon veren kuruluşlar arasında tartışma başlattı. Orada ilginç şekilde gördüğümüz şu: Türkiyat Çalışmaları departmanındaki bir yöneticinin Türkiye'den gelen sözde "sürgündeki akademisyenlere" çeşitli kaynakları aktarıldığı söyleniyor.

Bu, Türkiye gibi bir ülkede olsa gazete manşetlerinde abartılarak anlatılırdı. "Zaten biz böyleyiz, bizden adam olmaz" gibi hamasetle de görünürdü. Aslında dünyanın her yerinde böyle şeyler oluyor ve çok daha planlı programlı şekilde oluyor. Almanya’da yaşanan hadise aslında çok büyük bir skandal.

Soru: Akademide tarafsızlık iddiaları ne derece doğru?

Yılmaz: 20. yüzyılda devletler arasında rekabetler ve çıkar çatışmaları ön plandaydı. Burada eğitimin hareketliliği, yüksek lisans, doktora gibi programlarda "uluslararasılaşma" ortaya çıktı ve bu hareketlilik içerisinde güçlü devletler farklı coğrafyalardan öğrencilere burs vererek, o ülkelerde kendi dil, kültür ve bilimsel disiplinlerini tanıtacak insanlara yatırım yaptılar.

Çalışma alanlarını, çeşitli burs veren vakıflar, kuruluşlar dizayn ediyor. Almanya'daki siyasi eğilimlerin hepsinin bir vakfı var ve bunların Türkiye'de de temsilcilikleri var. Dolayısıyla bütün siyasi eğilimleriyle Avrupa ülkelerinin Türkiye'de ağları var. Buralar burs vererek çalışma alanlarını belirliyorlar, bu alanda çalışacak insanları tercih ediyorlar.

Sürgünde akademisyen konuşturma eğilimi bir ranta dönüştüğü zaman, bu her iki ülkeyi de rahatsız eder. Buna "fondaş akademi" diye bir başlık atabiliriz. Bu fonlarla Türkiye aleyhine ön yargılı karamsar otoriter Türkiye imajı, otoriter liderlik imajını güçlendirmek için o anahtar kelimeleri kullanarak yayın yaptıkları zaman, tabii ki atıf da alabilirler, gündeme de girebilirler. Ancak bu, bilimin ne kadar politikleştiğini ve siyasallaştığını gösterir.

Soru: Türk ve Batı akademisi yaşananları görmezden mi geliyor?

Yılmaz: Türk medyasında bu konu yeterince yer almadı. Çünkü Barış Akademisyenleri gibi bin 128 imzacının zaten çok büyük bir kısmı telefonda imza vermişti. Ama bir kısmı çok katı ve sert şekilde bu imzayı kullanarak, Almanya'da, sürgünde bir akademik platform oluşturmayı belki de önceden planlamışlardı.

"Mağduriyet, mağdur olma orada bir akademik ranta mı dönüştü?" diye bir soru işareti uyandırmış, Sayers'in makalesinden bunu anlayabiliyoruz. Tabii ki Batı'da ister istemez buradaki ülkelerden gelen muhaliflere veya devletle sorun yaşayan kişilere çeşitli alanlar açıldığını biliyoruz.

Özellikle 12 Eylül sonrası Türkiye'nin siyasi atmosferinde siyasi sığınma istemiş birçok kişi Almanya'da tutunma süreci ve zorluklar yaşamıştı, orada da bunu görüyorduk. Ama özellikle 2015-2016 döneminde Türkiye'den giden bazı isimlere kolaylıklar sağlandı. Gerek medyada gerek akademide davetler, burslar, fonlar verildi bu kişilere; pozitif ayrımcılık sağlandı.

***

[1] ​​​​​​​https://parisinstitute.org/the-real-academy-in-exile/#fn102

Yorumlar