ABD'nin iflas eden PYD politikası

ABD'deki Evangelik dalga için yolun sonu, yaklaşık 60 yıllık yatırımı olan bağımsız bir Kürt devleti girişiminin son bulmasına paralel olarak her geçen gün daha netleşiyor. ABD'nin, Filistin ya da Kuzey Kore'de gerçekleşeceği tahmin edilen büyük hesaplaşmasının adresi yalnızca 3 bin 900 kilometre karelik Afrin olacak gibi görünüyor.

Google Haberlere Abone ol
ABD'nin iflas eden PYD politikası

Mehmet A. Kancı

George W. Bush'un 2001 yılında Başkan olmasını takiben New York ve Washington'u hedef alan el Kaide saldırıları, ABD ordusunun terörle mücadele gerekçesiyle başlattığı Irak ve Afganistan seferlerinin temel motivasyon kaynağı oldu. Bu gidişatı endişeyle izleyenler, ABD yönetiminde Evangelistlerin artan ağırlığının küresel çaptaki çatışma sürecinin ivme kazanmasındaki başlıca faktör olduğuna işaret ediyorlardı. Beyaz protestanların bu radikal temsilcilerinin dünyanın sonunu getireceğini iddia ettikleri "Armagedon Savaşı" inanışı, Batı dünyası ile İslam ülkeleri arasındaki uçurumun derinleşmesini körükledi. DEAŞ gibi nereden türeyip nereye gittiği meçhul terör örgütleri de George W. Bush çizgisini izleyenlerin Armagedon hevesini besledi. Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Güney Asya'da sınırları değiştirme sevdasına kapılanların amacına hizmet eden bu "Armagedon" yolculuğunun sonu ise beklenmedik bir kapıya çıktı. ABD'nin, Filistin ya da Kuzey Kore'de gerçekleşeceği tahmin edilen büyük hesaplaşmasının adresi yalnızca 3 bin 900 kilometre karelik Afrin olacak gibi görünüyor. Trump'ın İsrail devletinin başkentini Kudüs olarak tanıma girişiminin ardından Türkiye'nin harekete geçirdiği dinamiklerin Afrin'de daha geniş bir satıha yayıldığı görülüyor. ABD'deki bu Evangelik dalga için yolun sonu, yaklaşık 60 yıllık yatırımı olan bağımsız bir Kürt devleti girişiminin son bulmasına paralel olarak her geçen gün daha netleşiyor.

30 Nisan 1975'de Viet-Kong güçlerinin Saygon'u ele geçirmesi, 9 Kasım 1989'da Berlin Duvarı'nın yıkılması gibi, Afrin'de yürütülen "Zeytin Dalı Harekatı" da tarihin kırılma noktalarından biri olmaya aday. 24 Ağustos 2016'da Fırat Kalkanı Harekatı'nı başlatarak Suriye'de terör koridoru oluşturulmasına yönelik girişime ilk darbeyi vuran Türkiye, şimdi bu senaryoyu tamamıyla tarihe gömecek "Zeytin Dalı Harekatı" adımını atıyor.

Bu adım, ABD'nin 1950'li yıllardan başlayarak, CIA eliyle anti-komünist kültürel faaliyetler görünümü altında Irak ve İran'ın kuzeyindeki Kürt gruplar arasında başlattığı projenin de iflas bayrağının çekilişi olacak.

Harekatın 2 gün öncesinde Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar ve Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı Hakan Fidan'ın Moskova ziyaretleri sırasında Türkiye'nin içerisinde dahi, Rusya'nın, Suriye hava sahasında Türkiye'ye operasyon izni vermeyeceğine, dolayısıyla Afrin'e bir TSK harekatının mümkün olmadığına inananlar pek çoktu. Harekat başlayıp da Türk savaş uçaklarını Afrin semalarında görenlerin bu gerçekle barışması kolay olmadı. Hatta Fransa Dışişleri Bakanı Jean Yves-LeDrian'ın, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile yaptığı telefon görüşmesinin ardından attığı twitter mesajlarını dahi çarpıtarak, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin Afrin harekatı nedeniyle Türkiye aleyhinde bir karar alacağı şaiyasını yayanlara rastlandı.

"Zeytin Dalı Harekatı"nın şu güne kadar oluşturduğu manzaraya baktığımız zaman ise Türkiye'nin hem PYD/PKK/KCK/DEAŞ ve çeşitli radikal sol terör örgütlerine karşı Suriye topraklarında verdiği mücadelede hiç rastlanmamış düzeyde bir uluslararası meşruiyete haiz olduğuna, hem de ABD'nin PYD/PKK terör örgütüne verdiği desteğe karşı uluslararası toplumda inşa ettiği mevziyi tahminlerin ötesinde tahkim ettiğine şahit olduk. NATO Genel Sekreteri'nin yanısıra NATO üyesi ülkeler Türkiye'nin Suriye sınırında güvenliği sağlama hakkının meşruiyetine vurgu yaparken, ABD Savunma Bakanlığı Fırat'ın doğusundaki PKK/PYD terör unsurlarını, Afrin'e yardıma gitmemeleri konusunda uyaracak noktaya kadar geldi.

Rusya ise Afrin hava sahasını Türkiye'ye açmasının ötesinde Dışişleri Bakanları Sergey Lavrov'un ağzından, Türkiye'nin "Zeytin Dalı Harekatı"nın meşruiyetine işaret eden açıklamalarda bulundu. Kremlin'deki "içten pazarlıklı" çalışan diplomasi mekanizmasının açık bir şekilde "ABD tahriklerinin ve terör örgütüne verdiği sofistike silah desteğinin" Türkiye'yi bu harekata mecbur kıldığını seslendirmesi, uluslararası ilişkilerde dengelerin ne kadar hassas bir terazide ölçülüp biçildiğinin nişanesi oldu. Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov bu kadarla da yetinmedi. "ABD yönetimi ya bölgeyi gerçekten anlamıyor ya da kasıtlı olarak provoke ediyor" ve "ABD bölgedeki Kürtleri de birbirine karşı kışkırtıyor" ifadeleriyle Türkiye'ye Moskova'dan verilen desteğin Afrin'le sınırlı olmayacağının altını çizdi.

NATO ülkeleri PKK/PYD'nin terör örgütü olduğu konusunda Türkiye'nin safında yer alırken, ABD yönetiminin parçalı yapısı içerisindeki kafa karışıklığı Beyaz Saray, Dışişleri Bakanlığı ve Savunma Bakanlığı'ndan gelen her biri birbirinden tutarsız açıklamalarla teyit edildi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Afrin'den sonra sıranın Münbiç ve diğer sözde kantonlara geleceği uyarısını takiben, Zeytin Dalı Harekatı'nın üçüncü gününde ABD Merkez Kuvvetler CENTCOM Komutanı General Votel'in, Suriye'de PKK/PYD kontrolündeki Rakka şehrini ziyaret etmesi ve kentin imarına yönelik mesajlar vermesi dikkat çekmedi. Bu ziyareti, ertesi gün Paris'te Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile ABD Dışişleri Bakanı Tillerson arasındaki ikili görüşme takip etti. Tillerson'un, ABD Başkanı Trump'ın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı aramak istediği yönündeki talebi bu görüşmede dile getirildi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, harekatın başlangıcında Trump'ı aramayacağını açıkça ilan etmesinin ardından gelen bu adım, Ankara-Washington ilişkilerini tamir etmeye yetecek mi?

Bu sorunun cevabı belki de Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Zeytin Dalı Harekatı'nın 3. gününde Ankara Sanayi Odası Ödül Töreni'nde yaptığı konuşmada yatıyor. Cumhurbaşkanı, buradaki konuşmasında 17 yıldır hiçbir ülkenin Washignton'daki iktidar sahiplerine sormadığı bir soruyu yöneltti. Bu sorunun uluslararası toplum tarafından bugüne kadar neden yüksek sesle sorulmamış olduğu da "Dünya 5'ten Büyüktür" meselesinin bir parçasıdır.

Peki bu soru neydi? Cumhurbaşkanı Erdoğan: Afrin operasyonu, Fırat Kalkanı gibi hedeflerine ulaştığında sona erecektir. Amerika diyor, süre belli olmalı, fazla uzun olmamalı. Afganistan'da sizin süreniz belli oldu mu? Irak'ta bitti mi bu süre? Hala Irak'tasınız. Böyle bir savaş, matematik bir olay değil ki. Nasıl böyle bir şey sorarsınız? Ne zaman iş biterse bizim orada durmaya da merakımız yok, çekilmesini biliriz. Bunun için birilerinden icazet alma gibi derdimiz de yok.

Donald Trump'ın Beyaz Saray'a gelişinin 1. yıldönümünün muhasebesinin yapıldığı şu günlerde geriye dönüp baktığımızda ABD Başkanı'nın, yukarıdaki soruyu cevaplayacak kapasitesinin olmadığını, ya da o soruya verecek tatmin edici bir cevabının olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Peki Türkiye, Afrin'deki harekatı tamamlayıp Münbiç'e yöneldiğinde ya da Türkiye-Rusya-İran üçlüsü Suriye'nin toprak bütünlüğünü temin edecek son adımları atmaya hazırlandığında yeniden gündeme gelecek bu soruyu ABD yönetimi adına kim yanıtlayacak?

Savunma Bakanlığı Pentagon mu? Dışişleri Bakanlığı mı, yoksa her taşın altında yaşamını sürdüren merkezi haber alma teşkilatı CIA mı?

Yoksa Washington'da "Trump Aile Tiyatrosu"nun arka planında var olan Beyaz Saray içerisinde bilinmeyen bir başka Beyaz Saray ile mi yapılacak bu pazarlık?

Soruların cevaplarının ABD Dışişleri Bakanlığı ve Beyaz Saray'da olmadığı kesin. Gölgedeki Beyaz Saray ile ABD Savunma Bakanlığı Pentagon'un Türkiye'nin Münbiç ve Fırat'ın doğusu ile beklentilerini karşılamayacağı da ortada. FETÖ elebaşının Türkiye'ye iade edilmemesi bir yana kendisi ve suç ortakları hakkında ABD'de bugüne kadar hiçbir yasal işlemin başlatılmamış olması da gerek Afrin gerek 15 Temmuz darbe girişimi cephelerinde Türkiye'nin Washington'daki hangi yapılarla mücadele halinde olduğunu anlatıyor. CENTCOM Komutanı General Votel'in Afrin harekatı ile beraber Rakka'ya ve Suriye'nin kuzeyindeki sözde kantonların müdavimi DEAŞ ile mücadele ediyormuş gibi yapan koalisyonun sözcüsü Brett McGurk'un 23 Ocak Salı günü Brüksel'deki NATO karargahına koşma hızlarına bakarsak, bu yapıların Türkiye'nin Münbiç'e ve Fırat'ın doğusundaki terör odaklarını temizleme çabasına sempati ile bakmayacakları açık.

Türkiye "sıra Münbiç'e geldi" dediğinde, ABD bu hamleyi önlemeye muktedir olabilecek mi? Bugün neredeyse tüm NATO müttefikleri PKK ile PYD/YPG'nin aynı terör çekirdeğinin parçası olduğunu teyit etmiş durumda. ABD'nin tabela değişiklikleri ile yürüttüğü oyun iflas etmiş bulunuyor. Suriye'nin toprak bütünlüğünü tesis etme konusunda kararlı görünen Rusya'nın da sözde kantonlara karşı askeri güç kullanması karşısında ABD'nin yapabileceği bir şey var mı? Uluslararası hukuku ihlal ederek Suriye topraklarında ayrı bir idari yapı oluşturma girişimine ne kadar destek verebilir? Afrin'den ders çıkarmayan PKK/PYD bir kez daha ABD'nin kendisini koruyacağı ümidiyle Rusya, İran ve Türkiye'ye meydan okuyabilir mi?

Zamanın ruhu, rüzgarın artık PKK/PYD'den yana esmediğini son 1,5 yılda pek çok kez ispatladı. 15 Temmuz darbe girişiminin durdurulması, Fırat Kalkanı Harekatı, Türkiye'de PKK'nın hendek terörüne son verilmesi ve Irak'ın kuzeyindeki bölgesel yönetimin bağımsızlık girişiminin önlenerek Irak'ın toprak bütünlüğünün muhafaza edilmesi bu rüzgarın sonuçlarıydı. "Zeytin Dalı Harekatı" ise tüm bu sürecin sona yakın halkalarından biri.

ABD'nin bundan sonra yapması beklenen, Afrin'de oluşan tablodan ders çıkararak, müttefiklerinin kimler olduğunu hatırlaması ve 60 yıl önce İsrail'in güvenliği uğruna şekillendirilmiş planları uygulamak uğruna terör örgütleri ile işbirliği yapan ülke imajından vazgeçmesidir . Bu gidişat, halihazırda 1991'deki I. Körfez Savaşı'ndan bu yana çatışmalar ve krizlere bağışıklık kazanmış olan bölge başkentlerinden ziyade ABD için stratejik kayıpların artması anlamına gelecektir. Keza Cumhurbaşkanı Erdoğan, Beştepe’de muhtarlarla son buluşmasında 2016 yılının Eylül ayında Münbiç için gündeme gelen “Zeytinlik Harekatı”nda dönemin ABD Başkanı Obama’nın verdiği sözü tutmadığını hatırlatarak, Afrin ve devamı için Türkiye’nin aynı hatayı tekrarlamayacağının altını çizdi. Bu konuşmayı takiben ABD Dışişleri Bakanı’nın Türkiye’yi yumuşatmak için Suriye sınırı boyunca 30 kilometrelik hat oluşturma önerisinin de Çekiç Güç’ten bu yana yaşanan tecrübeler doğrultusunda Ankara’da karşılık bulmasını beklemek şimdilik mümkün değil. Ancak Tillerson’un, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’na “Türkiye ile karşı karşıya gelmek istemeyiz” diyebilmesi de iki müttefik arasında çok daha önce tesis edilmiş olması gereken diyalogun başlangıcı olarak not edilmesi gereken bir husus. ABD’nin bu çabasında ne derece samimi olduğunu anlamak için ise Afrin harekatının tamamlanmasını beklemek yeterli olacaktır.

[Ankara'da ikamet eden gazeteci Mehmet A. Kancı, Türk dış politikası üzerine analizler kaleme almaktadır

Yorumlar