Fırat: Çözüm radikal Türk solu ile konuşulmaz

Ümit Fırat, Kürt sorununun çözümü için PKK'yı değil, sivil siyaseti adres gösterse de bu adresin HDP olmadığını belirterek, çözüm sürecinin HDP ile değil, BDP ile başlatılması gerektiğini söyledi

Google Haberlere Abone ol
Fırat: Çözüm radikal Türk solu ile konuşulmaz

Kürt aydın ve yazar Ümit Fırat, Kürt sorunundan, tutuklu akademisyenlere, Roboski Katliamı'ndan, Bingöl'de öldürülen 33 askere, Ergenekon ve Balyoz davalarından, son dönemde tartışılan tutuklama kararlarıyla gündeme gelen Sulh Ceza Hakimlikleri'ne kadar çok sayıda konuda değerlendirmelerde bulundu. Ümit Fırat, Kürt sorununun çözümü için PKK'yı değil, sivil siyaseti adres gösterse de bu adresin HDP olmadığını belirterek, çözüm sürecinin HDP ile değil, BDP ile başlatılması gerektiğini söyledi.

Ümit Fırat, ''Radikal Türk solcusuyla Kürt meselesini konuşmam'' ifadelerini kullandı.

Özgür Düşünce gazetesinden Hüseyin Keleş'e konuşan Ümit Fırat'ın sözleri şöyle:

-Bölgeden yaşanan çatışmanın ana kodları nedir sizce?

Kanaatimce, bir savaş kararı alınmıştı. Bunun birtakım ön hazırlıkları ve altyapısını da yapmışlardı. 7 Haziran seçimleri beklendi ve seçim sonuçlarına göre bu kararın nasıl uygulanacağı da 'Halk Savaşı' açıklaması ile duyuruldu. Adına 'Süreç' denilen ve o dönemde, hepimiz büyük bir tolerans ve sabırla iyi bir sonuç alınacağını beklerken, birtakım kötü sinyallerin verilmesini göremediğimizi söyleyebilirim. Bu sinyallerin hepsi bir samimiyetsizliğin göstergesiydi. Bu sinyallerin mutlaka bir şeylerin farklı değerlendirilmesi anlamındaki mesajın anlaşılmalıydı. O dönemde bu sorunlara halının altına sürülen çöp gibi yaklaşıldı. Devletin de geleneğidir; sosyal siyasi sorunları çözmek yerine dondurur, erteler veya halının altına süpürür.

 Anayasal düzenlemeler yapılmadı

-Çatışmaların 7 Haziran sonrasında katlanarak artması, siyasetin çözüm sürecine bakışının samimiyet derecesini açık mı etti?

Türkiye'de, birtakım hakların, özgürlüklerin, toplumun ihtiyacı olan; devletlerin ve hükümetlerin esas olarak yapmakla yükümlü olduğu şeylerin uygulanmasını, tanınmasını bir şeyler verme olarak görülüyor. Devlet, imtiyazlarını herhangi bir şekilde kaybetmek istemiyor. Kürtçe televizyonun kuruluşu bile yılları aldı. Bir şey vermiyorsunuz aslında; esirgenen şeylerin tanınması söz konusu. Zaman zaman müzakere ediliyor. Bunlar müzakere edilebilecek bir şey değildir. Siz sonuçta toplu sözleşme masasına oturmuyorsunuz. 2005'te birtakım adımlar atıldı. Erdoğan 'Kürt meselesi benim de meselemdir' dedi. 2011'e kadar iyi bir gelişim sergiledi. 2013'te 'Çözüm Süreci' olarak anılan döneme gelindi. O süreçte birtakım adımlar atıldı ama bunlar daha çok örgütün talepleri ile ilgili adımlardı. Çok şey değişti ama esas meseleye, yani rejimin esasına ilişkin Anayasal, yasal düzenlemelerde temel değişimler olmadı.

-PKK ne yaptı bu süreçte?

Kürt meselesinin sahibi gibi davrandı. Oysa ki o değildi. Kürt meselesinin ortaya çıkardığı sonuçlardan biriydi PKK. Tabii işe bölgesel düzeyde yaklaştı. Suriye'de yaşanan iç savaşla beraber çok ciddi bir fırsat yakaladığını gördü. Her ne kadar bu 'süreç' dediğimiz zaman diliminde biraz oyalandıysa da, tutamadı kendini.

Süreç aldatıcı bir rüyaymış

-7 Haziran'dan sonra 'Bundan sonra sürecin filmini görürler' denmesi PKK'nın ekmeğine yağ sürmez miydi?

Sürer ama AK Parti 7 Haziran'da artık kaybettiği Kürt oylarını geri almanın zor olduğunu gördü. O zaman 'ne yaparım' dedi ve kendisine kaymasını düşündüğü milliyetçi, daha muhafazakâr, daha sağ oylara yöneldi. Bu doğru muydu? Bana göre doğru değildi ama oyunu artırdı.

-Ama bir gecede, bir seçim sonucuyla süreç çöpe atıldı?

Çözüm süreci PKK ile sürdürülen bir süreçti. Gerçekten artık bir rüyadır. İyi bir rüya mıydı? Bence çok iyi bir rüya değildi. Yani aldatıcı bir rüyaymış. O gün bize iyi göründü. Ama yaşanması iyi oldu; aynı suda iki kez yıkanılmaz tezi gibi... Bundan sonra böyle bir süreç olmaz. Kanlı bir süreç mi olur? Hayır! Eğer siz bu meseleyi çözmek istiyorsanız, bunu kanla, gözyaşıyla bir yere taşıyamazsınız. Eğer bu süreç iyi bir yere taşınmak isteniyorsa, bu kez o süreci aşan yeni bir süreç olması gerekiyor.

PKK ile yürütülmemeli

Yine PKK ile mi yürütülmeli bu süreç?

Hayır. Sivil siyasetle olur. Zaten bazı meseleler PKK'yı aşan meselelerdir. Türkiye, kendi Kürtleriyle barışmak, bölge Kürtleriyle barışık yaşamak zorundadır. Bölgesel bir politika uygulamak zorundadır.

HDP süreç için doğru adres değildi

-PKK ile değil de sivil siyasetle başlatılsaydı yürüme şansı var mıydı?

HDP ile başlatılamazdı; BDP ile başlatılabilirdi. HDP bence doğru bir adres değil. HDP bir Kürt partisi değil. Siz neticede Kürt halkının tanınmamış, uygulanmamış, bugün sıkıntı duyulan birçok sorununu birileriyle görüşmek istiyorsunuz. Bunu, tabii ki HDP içinde olmasa bir bildiri dağıtması bile zor olan birtakım örgütlerin oraya taşıdığı insanlarla sürdüremezsiniz. HDP tek başına bir parti değil. BDP öyleydi ama HDP öyle değil. Yani ben Kürt meselesini konuşmak üzere bir Başbakan olarak HDP'nin kapısını çaldığımda, eğer o kapıyı Kürt olarak bilinen insanlar açmıyorsa; diyelim ki kapıyı Figen Yüksekdağ açıyorsa yanlış adrese geldiğimi düşünürüm. Ben o radikal Türk solcularıyla Kürt meselesini konuşmam. Onların kendi partileri de var. Eğer öyle bir ihtiyacım varsa giderim ESP'nin, EMEP'in kapısını çalarım.

-PKK bu yüzden mi HDP'nin üzerinde bu denli baskı kurdu?

PKK HDP'nin güçlenmesini istemiyor. Eğer isteseydi bugün yaşananlar farklı olurdu.

-Ama yüzde 13 çok iyi bir oran?

İyi bir oran ama o oranı Selahattin Demirtaş'ın yeni imajına ya da HDP'nin Türkiye partisi yapılma imajına yormamak lazım. Başta Tayyip Erdoğan ve birtakım danışmanlarının oluşturduğu politikadır. 'Seni Başkan yaptırmayacağız' değildi yani. O slogan da doğru bir slogan değildi ayrıca. Onun Kürt halkına yararı yoktu. Sadece birilerinin kulaklara hoş gelen bir şeydi. Politik olarak doğru değildi. Erdoğan'ın bugün de sürdürdüğü 'uzlaşmaz' politikasını, kendi taraftarları da dâhil, Türkiye'de onaylamayan pek çok insan vardı. Yüzde 13'te Erdoğan'ın da payı vardı. Buna rağmen küstürdüğü tabanı 1 Kasım'da yeniden partisine oy verdi.

Akdoğan Öcalan’a fazla güvendi

Bu süreçte gömülen ve gömülmesine göz yumulan silahlar söz konusu. Son çıkan tablonun sebebi bu güvensizlik mi?

Beşir Atalay fazla iyimserdi bu süreçte. Fazla güven duydu Öcalan'a. Keza Yalçın Akdoğan da aynı şekilde... Öcalan da onlara güvendi. Ama neticede Öcalan bugün ne söylediyse yarın tam tersini de söyleyebilecek bir insandır. Bu hep böyle olmuştur. Her şeyden Öcalan kendisini önemseyen, kendisiyle ilgili birtakım talepleri olan bir noktadadır. Örgütüyle taban tabana zıt pozisyonlara girmeyi göze almaz ve bunun bir bölünmeye yol açacağını bilir. Göze alamayınca örgütün akıntısına göre davranır, 'Ne yapsınlar başka' diyerek örgütüyle ters düşmeyen noktalara gidebiliyor. Onlar Öcalan'ı 'önderlik' olarak gördükçe, Öcalan da kendini güvende hissediyor. Ama bir terslik olur da bölünme olursa, bundan örgüt için çok kanlı bir sonuç doğar. 2004'te bir bölünme yaşanıyordu ama o bölünmeyi önlediler.

-Kim önledi?

Derin devlet o bölünmenin etkisini önlemek için Öcalan'a destek verdi. 2004'te PKK'nın yeniden silahlı eyleme başlaması sağlandı.

Savaşı terk edenler etkin olurdu

Bölünme engellenmeseydi ne olurdu?

PKK içerisinde ABD ve Batı'ya açık, savaşı artık terk etmiş insanlar büyük bir etkinlikle ortaya çıkabilirlerdi. Tasfiye edilenler sonradan bir yapılanmaya girdiler. Ama Hikmet Fidan öldürüldü, Kani Yılmaz öldürüldü; Nizamettin Taş, Halil Ataç ve diğer arkadaşları da izole bir şekilde tutuldular.

Roboski’yi derinler yaptırttı

-Son 5 ayda patlayan bombaların kodlarını çözmeye kalksak karşımıza ne çıkar?

Suriye'deki istikrarsızlık birinci derecede önemli. Çünkü bu tip eylemler IŞİD sonrası eylemlerdir. IŞİD'ten önce de yapıldı birkaç tane ama PKK'nın yaygın bir eylem alışkanlığı değildi bu. TAK ilk defa 2005'te Kuşadası'ndaki eylemiyle ortaya çıktı ve kanlı da olsa eylem sayısı çok fazla değildi. Her defasında da bu eylemler PKK'ya mal edildi veya PKK bunları üstlendi. Sanırım yıllardır TAK hakkında kapsamlı bir analiz yapılmadı. Keza, PKK kurmay heyetinin de mutlak bir hiyerarşik düzeni yok. PKK içindeki birtakım yapılar eylem koyuyor, PKK da bunları üstlenmek zorunda kalıyor. Tıpkı devlet içi birtakım odaklar, o günün Başbakanı ve Genelkurmay Başkanı'nın onayıyla Roboski'de operasyon yaptırtıp devlete sahiplendirmeleri gibi. Güya o operasyon, PKK militanlarına dönük bir operasyon olarak planlanmıştı. Onların yerine kaçakçılar çıktı. Tipik bir derin devlet operasyonuydu. Hem o dönemin Başbakan'ı hem de Genelkurmay Başkanı o yemi yuttular. PKK içinde de böylesine yapılar vardır.

Ankara saldırısını istemezlerdi

-‘PKK saldırıyı üstlenmek zorunda kaldı' diyorsunuz. Mesela Ankara saldırısının yapılmasını ister miydi?

PKK'nın başındaki insanlar Ankara'daki saldırıyı istemezdi. PKK, Batı nezdinde bir meşruiyet şansı yakaladı. Bunu giderek kaybediyor. Bir hedef yok, otobüs durağında sivil insanlar var. Öte yandan PKK, bu tip eylemleri de sahiplenmek zorunda. Çünkü TAK için, "Bunların bizimle ilişkisi yoktur" diyemiyor. Kendi otoritesi altındaymış gibi gözüken bir yapıyı kendine düşman etmek istemiyor. Kaldı ki, PKK'nın örgüt şemasında TAK diye bir birim de yok.

Vazifeyi sürdürecek insan Sırrı Süreyya değildi

-Dolmabahçe mutabakatı çok tartışıldı. Hükümet daha sonra bunun bir mutabakat olmadığını söyledi. Siz ne düşünüyorsunuz bu reddedişe?

Bence de mutabakat değil bir mutabakat zeminiydi. İyi bir zemindi. Neticede Sırrı Önder elindeki metni okudu, Yalçın Akdoğan da bir şeyler konuştu. Ortada anlaşılan neydi? Sırrı'nın okuduğu o 10 madde Öcalan'ın kaleme aldığı, dilek ve temenniler.

-Ama hükümet hiç sahiplenmedi, bu garip değil mi?

HDP ve PKK bunu sürekli 'mutabakat' olarak deklare etti. Bu doğru değildi. Daha sonraki Nevruz'da Öcalan PKK'yı kongreye çağırdı. O süreçte Öcalan tarafından aşırı şekilde şımartılmış ve politikacıdan ziyade bir 'meddah' gibi düşündüğüm Sırrı Önder, Selahattin Demirtaş'a, "Seni Başkan yaptırmayacağız" sözünü söyletti. Bence Sırrı Önder, bir Kürt barışına mutlak ihtiyaç duyulduğu bir dönemde böylesi bir vazifeyi sürdürecek bir insan değildi. Kendi politik geleneğinden gelmediği gibi, aslında politikacı da olmayan bir 'komedyene', bir 'meddaha' böylesine politik bir rol yüklenmemeliydi.

-Belki devletin projesiydi Sırrı Süreyya Önder'in o süreçte bir aktör olması?

Belki de ama en yanlış isimdi. Zaten İmralı'ya giden o heyet sadece taşıyıcı olmak zorundaydı. Ama Öcalan Sırrı'yı öyle bir şımarttı ki, kendi temsilcisi konumuna soktu. Sonunda varılan nokta ortada işte.

Davutoğlu büyük cesaret gösterdi

-Davutoğlu’nun fezleke çıkışını nasıl karşıladınız?

Eğer Tayyip Erdoğan bunu geçersiz kılmazsa, Davutoğlu olağanüstü bir cesaret gösterdi. Çünkü iyi ya da kötü bir yargı var Türkiye'de. Meclis, yargının alanına girip, savcının yargılanmasını istediği kişiler arasında bir tasnife girişmemeli. Savcılar da önüne gelen her şey için fezleke gönderip dokunulmazlık talep etmemelidirler. Ama öyle bir adli sistem var ki, savcıların ciddi bir eğitimden geçmesi gerekir.

-HDP’lilerin PKK'lıların taziyesine gitmesi meselesi var bir de?

Bu suç değildir. Suçsa oraya giden herkes suçlu olur. Politik davranış olarak tartışılabilir ama suç değil. Cezai müeyyidesi olan şeyler değildir bunlar.

 

Yorumlar