Avrupa ırkçılığı Polonya'dan baş gösterdi

Polonya'da Bağımsızlık Günü kutlamaları ve Bağımsızlık Yürüyüşü her yıl düzenli olarak yapılıyor. İlk yıllarda yalnızca aşırı milliyetçi grupların katıldığı yürüyüşün, son yıllarda ciddi değişimlere uğradığı gözlemleniyor. Bu yılki kutlama ve yürüyüşü farklı kılan sadece antisemitizmin, İslam ve yabancı karşıtlığının yer bulmuş olması değil, aynı zamanda yurtdışı menşeili aşırılıkçı grupların da yürüyüşe destek verip katılmış olmaları

Google Haberlere Abone ol
Avrupa ırkçılığı Polonya'dan baş gösterdi

Emrah Dokuzoğlu

Uzun yıllar Avrupa haritasından silinen Polonya’nın, 123 yıl aradan sonra 1918 yılında tekrar bağımsızlığını kazanması, her yıl 11 Kasım’da Ulusal Bağımsızlık Günü olarak kutlanıyor. Türkçe kaynaklarda Lehistan adıyla geçen ülke, hatırlanacağı üzere 1795 yılında Prusya, Rusya ve Avusturya tarafından paylaşılarak işgal edilmiş, ancak 1918 yılında Versay Antlaşması ile bağımsızlığına yeniden kavuşmuştu.

Polonya'da Bağımsızlık Günü kutlamaları ve Bağımsızlık Yürüyüşü her yıl düzenli olarak yapılıyor. İlk yıllarda yalnızca aşırı milliyetçi grupların katıldığı yürüyüşün, son yıllarda ciddi değişimlere uğradığı gözlemleniyor. Özellikle 2010’dan sonra, kutlamalar için yapılan yürüyüşlere katılan maskeli grupların varlığı ve bu grupların polise taş, fişek ve benzeri cisimler fırlatması ve bazı yabancı işletmelere saldırmaları, kutlamaların rengini milli bir kutlamadan çok şiddet gösterilerine dönüştürmüş durumda. 2015 yılında milliyetçi bir parti olan Hukuk ve Adalet partisinin (PiS) iktidar olmasıyla birlikte aşırılıkçı grupların kendilerine daha meşru bir zemin bulmaları, özellikle iktidar partisinin göçmen karşıtı söylemlerinin bu durumu daha da pekiştirdiği yadsınamaz bir gerçek haline geldi.

Charlottesville ruhu Polonya’da mı?

Bağımsızlığın 99. yıldönümü kutlamaları Varşova’da Cumhurbaşkanı Andrzej Duda’nın katılımıyla olağan haliyle başladı. Fakat bu yılki bağımsızlık kutlamalarını önceki yıllardan farklı kılan birçok unsur var. Önceki yıllarda aşırı sağ tabanın çoğunluğu oluşturduğu katılım ve yürüyüşler, bu yıl toplumun birçok kesimine yayılmış durumda. Papazlardan çocuklu ailelere, izci gruplarından üniversite öğrencilerine kadar yaklaşık 60 bin kişi, 11 Kasım Cumartesi günü, ellerinde Polonya bayraklarıyla Varşova caddelerinde yürüdü. En ilginç olanı ise Polonya bayrakları kadar siyah haçlı bayraklarının da taşınmasıydı. “Yüzümüzde gülümseme, kalbimizde sevinçle” mottosu ile başlayan kutlamalar, kısa süre içinde yabancı karşıtı nefret söylemlerinin yankılandığı bir hale büründü. “Nie Islamska, nie laicka, tylko katolicka Polska (İslam değil, Laik değil, sadece Katolik Polonya)”, “safkan Polonya”, “beyaz Polonya, Avrupa beyazdır beyaz kalacak” ve “Sieg Heil, Klu Klux Klan, Yahudilerin gücü kırılmalı” sloganları yürüyüşe damgasını vurdu.

Bu yılki kutlama ve yürüyüşü farklı kılan sadece antisemitizmin, İslam ve yabancı karşıtlığının yer bulmuş olması değil, aynı zamanda yurtdışı menşeili aşırılıkçı grupların da yürüyüşe destek verip katılmış olmaları. Ulusal Radikal Cephe (ONR) ve Tüm Polonya Gençliği gibi Polonyalı kuruluşlarla birlikte, Macaristan, İspanya gibi Avrupa ülkelerinden gelen ırkçı parti temsilcilerinin, İngiltere’den ve İtalya’dan gelen aşırılıkçı kuruluş liderlerinin de bu yürüyüş için Varşova’ya bulunmaları, gösterilerin basit bir “Bağımsızlık Yürüyüşü” değil Avrupa’da Nazizm’in hortlaması olarak yorumlanmasına neden oldu. Diğer taraftan, Charlottesville olaylarının önemli figürlerinden Richard Spencer’ın Varşova’daki yürüyüşe katılımından son anda vazgeçildiği söyleniyor. Bu fotoğrafları yan yana koyduğumuzda genelde Avrupa’nın, özelde ise Polonya’nın, birlikte var olma değerlerinin tehdit altında olduğu ortaya çıkıyor. Daha tehlikeli olan ise karşı yürüyüş düzenlemek isteyen Polonyalıların linç edilme tehlikesi atlatmış olması. Sayıları yaklaşık 2000 kişiyi bulan ve kadınlardan oluşan bir grup, yürüyüşün yapıldığı saatlerde karşı bir protestoda bulunmak istemiş, fakat aşırılıkçı grupların hakaretlerine ve saldırılarına maruz kalmışlardı.

Sol liberal eğilimli bir parti olan Nowoczesna, yürüyüşler esnasında atılan faşist sloganlar dolayısıyla organizatörlerle ilgili suç duyurusunda bulunacağını söylese de, hukuki bir netice alınabilir mi sorusunun cevabı pek de net değil. Kısacası, yabancı karşıtlığından beslenen Polonya milliyetçiliğinin seyri tehlikeli bir durumda evriliyor. Neonazi söylemleriyle kutlanan bir bağımsızlık günü Polonya’ya ne kazandırabilir?

Yaşananlar reel mi, provokatif mi?

Tarih boyunca farklı milletlerle yaşama tecrübesine sahip olan Polonya toplumunun Rusofobik yapısı da bilinen bir gerçek. Bu yılki bağımsızlık yürüyüşünde, ilk defa toplumda beyaz ırk söylemi dillendirilmiş durumda. Rus karşıtlığının dini, tarihi ve politik bir arka planı olmasına karşın, uzun yıllar boyunca Yahudilere ve Müslümanlara ev sahipliği yapmış olan Polonya toplumundan “beyaz ırk” söyleminin doğmuş olmasını anlamak mümkün değil. “Beyaz ırk” vurgusu üzerinden yapılan yabancı karşıtlığı Polonya’da ilk defa görülüyor. Toplumdaki İslam karşıtlığı ise ayrı bir paradoks olarak duruyor. Zira Polonya’da yaşayan Müslümanların nüfusa oranı epeyce düşük. Yaklaşık 39 milyon olan Polonya nüfusu içinde Müslümanların sayısı 10 bin civarında ve yatırımcı, işveren statüsünde olan Müslümanlar Polonya toplumuna ve ekonomisine ciddi katkılar sağlıyor. Bu veriler bize Polonya’daki İslam karşıtlığının suni bir gündemden beslendiğine işaret ediyor. Toplumda karşılığı olan ama reele tekabül etmeyen asimetrik bir durum söz konusu.

Yaşanan bu gelişmelere ilişkin Polonyalı yetkililerden farklı açıklamalar geliyor. Yetkililer atılan sloganları veya açılan pankartları görmediklerini, bu türden iddiaların ideolojik art niyet taşıdığını söyleyerek, bunları Polonya’ya yönelik gerçeği yansıtmayan iftiralar olarak nitelendirdiler. Fakat cumhurbaşkanı Duda, Krapkowice şehrinde yaptığı konuşmada, pankartları açanların sorumsuz insanlar olduğunu ve halkın huzurunu bozduğunu, Polonya milletine ve devletine sadık olmak kaydıyla Polonya’nın dürüstçe çalışmak ve yaşamak isteyen herkese kapısının açık olduğunu, ırkçılığın ise Polonya’da asla yeri olmadığını ifade etti. Kaczynski ise yaşananları “kabul edilemez” ve “kuvvetle muhtemel provokasyon” olarak nitelendirdi. Bu açıklamaları da göz önüne alarak sorulması gerek soru şu: 11 Kasım Cumartesi günü Varşova’da yaşananlar gerçekten Polonya toplumunu yansıtıyor mu, yoksa arkasında çokuluslu yapıların olduğu bir provokasyon mu? Polonya bir tarafa mı çekilmek isteniyor?

Almanya’dan tazminat talebi

Yaşanan tüm bu gelişmelerin uluslararası kamuoyu nezdinde Polonya’yı zor durumda bırakacağı aşikâr. Dünyada en yaygın diasporalardan birinin Polonya diasporası olduğu göz önünde bulundurulursa, ülke içindeki gelişmelerin sınırların ötesindeki etki alanı da hesap edilmeli. Örneğin İsrail hükümetinden dışişleri bakanı Emmanuel Nahshon İtalyan gazetesi Ansa’ya Pazar günü yaptığı açıklamada, yaşanan olaylardan ciddi manada rahatsız olunduğunu ve Polonya hükümetinden olayın sorumlularının cezalandırılmasını beklediklerini ifade etti. Ayrıca Polonya diasporasının çoğunlukta olduğu İngiltere’de, medya tarafından gelişmeler yakından takip edildi. Uluslararası medyaya da Polonya’nın tavrı yakışıksız şekilde yansımış oldu.

Polonya’da son yıllarda milliyetçilik ve yabancılara yönelik saldırılar ciddi oranda artmış durumda. Bununla birlikte, yürüyüşe katılan muhtelif grupları ve tüm bireyleri faşist olarak nitelemek de doğru olmayacaktır elbette. Fakat diğer taraftan, aşırı sağcılarla çocuklu ailelerin aynı safta yürümeleri de tehlikeli bir fotoğraf. Polonya II. Dünya Savaşı’ndaki kayıplarından dolayı Almanya’dan tazminat almak isterken kendisi tazminat ödemek zorunda kalabilir.

Birçok platformda Polonyalı yetkililer tarafından dile getirilen Almanya’dan tazminat talebi, iktidar partisinin tabanını beklentiye sokmuş durumda. PiS lideri Kaczynski’nin 11 Kasım Cumartesi günü bağımsızlık kutlamaları esnasında Krakov şehrinde yaptığı konuşmada Almanya’dan talep ettikleri tazminatın tarihi bir hak olduğunu yinelese de, Almanya’nın Varşova Büyükelçisi Rolf Wilhelm Nikel haftalık yayın yapan Do Rzeczy dergisine konuyla ilgili verdiği mülakatta, II. Dünya Savaşı nedeniyle sorumlu olduklarını, bunu itiraf ettiklerini söyledi. Hayatını kaybeden Polonyalı vatanseverlerin hatırlaması ve bu konuda doğruların söylenmesi gerektiğini ifade eden Büyükelçi, konu tazminata gelince, bu konunun gerek siyasi gerekse de hukuki olarak kapandığını, Berlin otoritelerinin bunu defalarca vurguladığını, trajik geçmişe rağmen artık iki ülke ilişkilerinin gerek AB gerekse de NATO ortaklığı çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini vurguladı. Görünen o ki Polonya’nın bu konudaki ısrarına rağmen, Berlin meselenin net bir şekilde kapanmasını istiyor ve konunun tekrar gündem edilmesinden rahatsızlık duyuyor.

Sonuç olarak, bağımsızlık yürüyüşü esnasında yaşanan gelişmeler tüm Polonya toplumunu yansıtmasa da sürecin tehlikeli şekilde ilerlediği bir gerçek. Eğer yaşananlar Polonyalı yetkililerin ifade ettiği gibi sadece bir provokasyondan ibaretse, gerek ülke içindeki gerekse ülke dışındaki aşırılıkçıların organize olmalarına göz yumulmamalı. Mevcut iktidar partisi liderinin ikiz kardeşi olan ve 2010 yılında Smolensk uçak kazasında hayatını kaybeden Lech Kaczynski’nin 2008 yılındaki Bağımsızlık Günü’nde söylemiş olduğu sözü, bu gelişmelerin akabinde Polonyalıların bir kez daha hatırlamasında fayda var: “Vatanseverlik milliyetçilik değildir”.

[Emrah Dokuzlu Polonya Bilimler Akademisi Sosyal Araştırmalar Enstitüsü'nde (GSSR) Avrupa’daki Türklerin siyasileşme süreci hakkında akademik çalışmalarını sürdürmektedir]

Yorumlar